https://www.ozmenpc.com/masaustu-pc-oyuncu
ak
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Tarihin akışına karşı kürek çekmenin faydasızlığını kendileri de görecekler.

Geçtiğimiz cumartesi günü -11 Kasım- Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da gerçekleştirilen İslâm İşbirliği Teşkilâtı ve Arap Birliği Olağanüstü Zirvesi’nden sürpriz çıkmadı. İsrail’le bütün ilişkilerin askıya alınması, petrol ambargosu kozunun kullanılması ve İsrail uçaklarına Arap hava sahasının yasaklanması gibi önerilerin Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Fas tarafından reddedildiği zirvenin sonuç bildirgesi de dilek ve temennilerle doluydu. Bildirgenin en dikkat çekici vurgusu ise, hiç kuşkusuz 27. maddeyi teşkil eden şu cümlelerdi: “Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistin halkının yegâne meşru temsilcisidir. Bütün Filistinli grupları ve partileri FKÖ çatısı altında toplanmaya ve oradaki sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.” Bu kısacık madde, Filistin meselesinin bir asrı geçen uzun ve sancılı mazisindeki en temel soru/n/un da özeti mesabesindeydi: “Filistin’i kim temsil edecek?” Ve elbette bu soruya şunu da ilave etmek gerekirdi: “Filistinliler, Arap dünyasının nesi olur?” Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra tamamen sahipsiz kalan Filistin topraklarında, İngiliz mandası boyunca Yahudi işgali yoğunlaşırken, direniş için şahsî gayretler ve yerel örgütlenmeler öne çıkmıştı. Hacı Emîn el-Hüseynî’den Fevzî Kavukçu’ya, bu dönemde birçok isim kendi imkânlarıyla ve o zamanki şartlar çerçevesinde Filistin davasını sahiplenmeye çalıştı. Bugünkü Ortadoğu’nun şekillenmeye başladığı iki dünya savaşı arasındaki yıllarda, İsrail’in kuruluşu engellenemedi. 1949 yılı itibariyle bölgede artık yeni ve saldırgan bir devlet vardı. Üstelik ABD’yi de arkasına almıştı.   Filistin direniş hareketinin tarihinde, 1950’ler ve 1960’lar, Mısır Cumhurbaşkanı Cemâl Abdunnâsır’ın sözünün geçtiği bir zaman dilimi olarak bilinir. 1959’da Kuveyt’te Yâser Arafat ve arkadaşları tarafından kurulan Fetih’in karşısına, 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nü çıkaran Abdunnâsır, 1967’de İsrail karşısında Mısır’ın uğradığı ağır hezimetin de etkisiyle Filistin davasında söyleyecek bütün sözleri tüketmişti. Arafat böylece 1969’da FKÖ’yü kolaylıkla teslim aldı. Bugün Hamas için ne söyleniyorsa ve Hamas uluslararası sistemde nereye konmak isteniyorsa, 1970’ler ve 1980’ler boyunca aynı şeyler FKÖ için söz konusuydu. Birinci İntifada (1987) sırasında Hamas ortaya çıkınca, FKÖ birden bire “Filistin içindeki ılımlı barış partneri”ne dönüştü. İsrail ve dünya, “Filistin halkının tek meşru temsilcisi” olarak Yâser Arafat ve kadrosunu görmeye başladı. Bunun için, 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması’yla, Arafat’a “Filistin yönetimi” bile kurduruldu. Dünyanın dört bir yanından bu yönetime fonlar yağdırıldı. Arap başkentlerinde, ibreler sürekli FKÖ’ye çevrildi. Ancak olmadı, proje istenen neticeyi doğurmadı. Özellikle Oslo Anlaşması’yla Batı Şeria’nın A, B ve C bölgelerine ayrılarak işgalci Yahudi kolonilerinin burada kalıcı hale getirilmesi, İsrail’in tüm bu bölgelerde dilediği gibi at koşturabilmesi, Yahudi işgalci yerleşimcilerin Filistinli sivillere yönelik saldırılarının giderek yoğunlaşması, tüm bunlar olurken de önce Arafat ardından da Mahmud Abbas yönetiminin sergilediği acziyet, Filistin halkında Hamas’a yönelik sempatiyi ve ilgiyi sürekli artırdı. Gazze vuruldukça, Hamas güçlendi. Liderleri katledildikçe, Hamas, Filistin siyaset sahnesindeki yerini sağlamlaştırdı. Riyad’daki zirvede, Filistin halkını yalnızca FKÖ’nün temsil etmesi gerektiğiyle ilgili özel vurgunun arkasında Suudi Arabistan yönetiminin olduğu biliniyor. Hamas’a -tıpkı İsrail gibi- “terör örgütü” gözüyle bakan Suudiler, Gazze’ye yönelik İsrail bombardımanlarını da “Hamas probleminin çözülmesi” şeklinde değerlendiriyor. Dolayısıyla, İsrail’in Hamas’ı tamamen bitirmesini istiyor ve destekliyorlar.   Oysa Hamas ve işgale karşı direniş bitmeyecek. Zira Hamas, artık kendisini aşarak, Filistin direniş tarihinde bir sembol olarak çoktan yerini aldı. Arap ve İslâm dünyasında, milyonların artık “Ebû Ubeyde” adında bir rol modeli ve idolü var. Riyad başta olmak üzere, Arap başkentlerinde oturan karar vericiler, sadece Ebû Ubeyde figürünün kitlelerde uyandırdığı heyecan ve coşkunun sebepleri üzerinde biraz düşünseler, tarihin akışına karşı kürek çekmenin faydasızlığını kendileri de görecekler.  
Ekleme Tarihi: 15 November 2023 - Wednesday

Tarihin akışına karşı kürek çekmenin faydasızlığını kendileri de görecekler.

Geçtiğimiz cumartesi günü -11 Kasım- Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da gerçekleştirilen İslâm İşbirliği Teşkilâtı ve Arap Birliği Olağanüstü Zirvesi’nden sürpriz çıkmadı. İsrail’le bütün ilişkilerin askıya alınması, petrol ambargosu kozunun kullanılması ve İsrail uçaklarına Arap hava sahasının yasaklanması gibi önerilerin Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Fas tarafından reddedildiği zirvenin sonuç bildirgesi de dilek ve temennilerle doluydu. Bildirgenin en dikkat çekici vurgusu ise, hiç kuşkusuz 27. maddeyi teşkil eden şu cümlelerdi: “Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistin halkının yegâne meşru temsilcisidir. Bütün Filistinli grupları ve partileri FKÖ çatısı altında toplanmaya ve oradaki sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.”

Bu kısacık madde, Filistin meselesinin bir asrı geçen uzun ve sancılı mazisindeki en temel soru/n/un da özeti mesabesindeydi: “Filistin’i kim temsil edecek?” Ve elbette bu soruya şunu da ilave etmek gerekirdi: “Filistinliler, Arap dünyasının nesi olur?”

Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra tamamen sahipsiz kalan Filistin topraklarında, İngiliz mandası boyunca Yahudi işgali yoğunlaşırken, direniş için şahsî gayretler ve yerel örgütlenmeler öne çıkmıştı. Hacı Emîn el-Hüseynî’den Fevzî Kavukçu’ya, bu dönemde birçok isim kendi imkânlarıyla ve o zamanki şartlar çerçevesinde Filistin davasını sahiplenmeye çalıştı. Bugünkü Ortadoğu’nun şekillenmeye başladığı iki dünya savaşı arasındaki yıllarda, İsrail’in kuruluşu engellenemedi. 1949 yılı itibariyle bölgede artık yeni ve saldırgan bir devlet vardı. Üstelik ABD’yi de arkasına almıştı.

 

Filistin direniş hareketinin tarihinde, 1950’ler ve 1960’lar, Mısır Cumhurbaşkanı Cemâl Abdunnâsır’ın sözünün geçtiği bir zaman dilimi olarak bilinir. 1959’da Kuveyt’te Yâser Arafat ve arkadaşları tarafından kurulan Fetih’in karşısına, 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nü çıkaran Abdunnâsır, 1967’de İsrail karşısında Mısır’ın uğradığı ağır hezimetin de etkisiyle Filistin davasında söyleyecek bütün sözleri tüketmişti. Arafat böylece 1969’da FKÖ’yü kolaylıkla teslim aldı.

Bugün Hamas için ne söyleniyorsa ve Hamas uluslararası sistemde nereye konmak isteniyorsa, 1970’ler ve 1980’ler boyunca aynı şeyler FKÖ için söz konusuydu. Birinci İntifada (1987) sırasında Hamas ortaya çıkınca, FKÖ birden bire “Filistin içindeki ılımlı barış partneri”ne dönüştü. İsrail ve dünya, “Filistin halkının tek meşru temsilcisi” olarak Yâser Arafat ve kadrosunu görmeye başladı. Bunun için, 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması’yla, Arafat’a “Filistin yönetimi” bile kurduruldu. Dünyanın dört bir yanından bu yönetime fonlar yağdırıldı. Arap başkentlerinde, ibreler sürekli FKÖ’ye çevrildi.

Ancak olmadı, proje istenen neticeyi doğurmadı. Özellikle Oslo Anlaşması’yla Batı Şeria’nın A, B ve C bölgelerine ayrılarak işgalci Yahudi kolonilerinin burada kalıcı hale getirilmesi, İsrail’in tüm bu bölgelerde dilediği gibi at koşturabilmesi, Yahudi işgalci yerleşimcilerin Filistinli sivillere yönelik saldırılarının giderek yoğunlaşması, tüm bunlar olurken de önce Arafat ardından da Mahmud Abbas yönetiminin sergilediği acziyet, Filistin halkında Hamas’a yönelik sempatiyi ve ilgiyi sürekli artırdı. Gazze vuruldukça, Hamas güçlendi. Liderleri katledildikçe, Hamas, Filistin siyaset sahnesindeki yerini sağlamlaştırdı.

Riyad’daki zirvede, Filistin halkını yalnızca FKÖ’nün temsil etmesi gerektiğiyle ilgili özel vurgunun arkasında Suudi Arabistan yönetiminin olduğu biliniyor. Hamas’a -tıpkı İsrail gibi- “terör örgütü” gözüyle bakan Suudiler, Gazze’ye yönelik İsrail bombardımanlarını da “Hamas probleminin çözülmesi” şeklinde değerlendiriyor. Dolayısıyla, İsrail’in Hamas’ı tamamen bitirmesini istiyor ve destekliyorlar.

 

Oysa Hamas ve işgale karşı direniş bitmeyecek. Zira Hamas, artık kendisini aşarak, Filistin direniş tarihinde bir sembol olarak çoktan yerini aldı. Arap ve İslâm dünyasında, milyonların artık “Ebû Ubeyde” adında bir rol modeli ve idolü var. Riyad başta olmak üzere, Arap başkentlerinde oturan karar vericiler, sadece Ebû Ubeyde figürünün kitlelerde uyandırdığı heyecan ve coşkunun sebepleri üzerinde biraz düşünseler, tarihin akışına karşı kürek çekmenin faydasızlığını kendileri de görecekler.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Müslümanları ve kendileri gibi olmayan herkesi Amalek olarak görüyor ve yok etmek istiyorlar.

Geçtiğimiz hafta sonu bir işadamı arkadaşım aradı. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının nerelere varabileceğini sordu. Bölge savaşına dönüşme endişesini paylaştı. Sonra da endişelerinin nedenini anlattı. 1990’ların başında henüz ortaöğretim çağındayken ABD’ye dil eğitimine gitmişti. Teksas’ta yanında kaldığı aile fanatik bir Hristiyan’mış. Her pazar kiliseye gidiyormuş aile. Birkaç kez ailenin teklifi üzerine kendisi de gitmiş pazar ayinine. Bir gidişinde aile ayine geçince arkadaşım da çocuklar için ayrılan odaya girmiş. Odada dev bir dünya haritası varmış. Çocuklar nereli olduğunu sormuş. “Türk’üm” demiş, ancak çocuklar Türkiye’yi hiç duymamışlar. Harita üzerinde göstermesini istemişler. Arkadaşın göstermesiyle Türkiye’nin yerini gören çocuklar, Türkiye’yi içine alan bir daire çizerek, “Bu topraklar bizim. 5-6 yıl içinde buralarda büyük bir savaş olacak ve topraklarımızı geri alacağız” demişler!   İsrail’in saldırılarıyla malum, televizyonlarda çokça tartışma programları başladı. Bu programlarda zaman zaman İsrail’in hak iddia ettiği Arz-ı Mev’ud topraklarını gösteren haritalar yayınlanıyor. İşte 30 yıl önce Teksas’ta bir kilisede çocuklar o haritayı işaret etmişti. Hatırladığı bu olay nedeniyle İsrail’in savaşı bölgeye yaymasından endişe ediyor arkadaşım.   YAHUDİ VE HRİSTİYAN IŞİD’İYLE KARŞI KARŞIYAYIZ! Evet, dünya büyük bir dinci terör örgütü tehdidiyle karşı karşıya. Hem de sadece Yahudi dinci terör örgütü değil, aynı zamanda Hristiyan dinci terörüyle karşı karşıyayız. Gazze’de soykırımı Siyonist terör örgütü ile Evanjelist terör örgütü birlikte gerçekleştiriyor. 30 yıl önce “Bu topraklar bizim. 5-6 yıl içinde buralarda büyük bir savaş olacak ve topraklarımızı geri alacağız” diyen çocuklar, Evanjelik ailelerin çocuklarıydı ve muhtemelen bugün ABD’de karar alma süreçlerinde yer alıyorlardır.   Amacına ulaşmış Yahudi ve Hristiyan IŞİD’iyle karşı karşıyayız. Bu iki terör örgütünün temel hedefi inandıkları Mesih’in yeryüzüne inmesi için gerekli zemini hazırlamak. Bunun için ne kadar çok çocuk öldürürlerse Mesih’in inme ihtimalini o kadar yüksek görüyorlar. Bu sapkın anlayışın asırlara sâri geçmişi var. 1096-1099 tarihleri arasında gerçekleşen ve Kudüs’te yine binlerce insanın katledildiği Birinci Haçlı Seferi aynı amaçlar için yapılmıştı. 1. Dünya Savaşı da aynı sapkın anlayışın neticesinde meydana gelmişti. İngilizlerin Filistin’i işgal etmesinin ardından bölgede bir İsrail devleti kurmak için gösterdiği gayretin nedeni de aynı sapkınlıktır.   KOCA KOCA ADAMLAR SAPKIN İNANIŞLARIYLA KATLİAM YAPIYOR   Bu sapkın inanış günümüzün bazı liderlerini farklı bir şekilde motive ediyor. ABD’nin Başkanı Biden, ortalama insan ömrünü tamamlamış. Her canlı gibi onun da ölüm vakti yaklaşıyor. Ancak, Biden ölmeden İsa Mesih gelirse, ölümü tatmadan direkt cennete gideceğine inanıyor! Biden gibi ömrünün son deminde olanlar, İsrail’in zulmünün daha da artması için çaba sarf ediyor. Çünkü İsrail ne kadar çok çocuk-kadın öldürürse İsa Mesih’in gelmesinin o kadar erken olacağına inanıyorlar. İsa Mesih gelince Kudüs’te Cennetin Krallığı’nı kuracak ve bunlar ölmeden direkt cennete gidecekler. Ne yazık ki koca koca adamlar buna inanıyor ve bu sapkın anlayışa göre karar alıyor. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun “Kutsal kitabımız diyor ki Amalek’in sana yaptıklarını hatırlamalısın” ifadesi, karşı karşıya bulunduğumuz dinci Yahudi terörünün en açık itirafıdır. Netanyahu, Amalek benzetmesiyle şu talimatı veriyor askerlerine: “Şimdi git, Amaleklere saldır. Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Kadın, erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.” Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Ülkemiz topraklarını da içeren Vadedilmiş Topraklar hezeyanıyla nükleer silah kullanma tehditleriyle sabrımızı zorluyorlar” demişti. Erdoğan’ın bu uyarısı zamanlaması itibarıyla çok önemlidir. Zira terör devleti İsrail’in hedefi ne Gazze’dir ne de Filistin’dir. İsrail ve arkasındaki Batı’nın hedefi sapkın inançları nedeniyle Arz-ı Mev’ud’dur. Bunun için bütün Müslümanları ve kendileri gibi olmayan herkesi Amalek olarak görüyor ve yok etmek istiyorlar.
Ekleme Tarihi: 15 November 2023 - Wednesday

Müslümanları ve kendileri gibi olmayan herkesi Amalek olarak görüyor ve yok etmek istiyorlar.

Geçtiğimiz hafta sonu bir işadamı arkadaşım aradı. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının nerelere varabileceğini sordu. Bölge savaşına dönüşme endişesini paylaştı. Sonra da endişelerinin nedenini anlattı.

1990’ların başında henüz ortaöğretim çağındayken ABD’ye dil eğitimine gitmişti. Teksas’ta yanında kaldığı aile fanatik bir Hristiyan’mış. Her pazar kiliseye gidiyormuş aile. Birkaç kez ailenin teklifi üzerine kendisi de gitmiş pazar ayinine. Bir gidişinde aile ayine geçince arkadaşım da çocuklar için ayrılan odaya girmiş.

Odada dev bir dünya haritası varmış. Çocuklar nereli olduğunu sormuş. “Türk’üm” demiş, ancak çocuklar Türkiye’yi hiç duymamışlar. Harita üzerinde göstermesini istemişler. Arkadaşın göstermesiyle Türkiye’nin yerini gören çocuklar, Türkiye’yi içine alan bir daire çizerek, “Bu topraklar bizim. 5-6 yıl içinde buralarda büyük bir savaş olacak ve topraklarımızı geri alacağız” demişler!

 

İsrail’in saldırılarıyla malum, televizyonlarda çokça tartışma programları başladı. Bu programlarda zaman zaman İsrail’in hak iddia ettiği Arz-ı Mev’ud topraklarını gösteren haritalar yayınlanıyor. İşte 30 yıl önce Teksas’ta bir kilisede çocuklar o haritayı işaret etmişti. Hatırladığı bu olay nedeniyle İsrail’in savaşı bölgeye yaymasından endişe ediyor arkadaşım.

 

YAHUDİ VE HRİSTİYAN IŞİD’İYLE KARŞI KARŞIYAYIZ!

Evet, dünya büyük bir dinci terör örgütü tehdidiyle karşı karşıya. Hem de sadece Yahudi dinci terör örgütü değil, aynı zamanda Hristiyan dinci terörüyle karşı karşıyayız. Gazze’de soykırımı Siyonist terör örgütü ile Evanjelist terör örgütü birlikte gerçekleştiriyor. 30 yıl önce “Bu topraklar bizim. 5-6 yıl içinde buralarda büyük bir savaş olacak ve topraklarımızı geri alacağız” diyen çocuklar, Evanjelik ailelerin çocuklarıydı ve muhtemelen bugün ABD’de karar alma süreçlerinde yer alıyorlardır.

 

Amacına ulaşmış Yahudi ve Hristiyan IŞİD’iyle karşı karşıyayız. Bu iki terör örgütünün temel hedefi inandıkları Mesih’in yeryüzüne inmesi için gerekli zemini hazırlamak. Bunun için ne kadar çok çocuk öldürürlerse Mesih’in inme ihtimalini o kadar yüksek görüyorlar.

Bu sapkın anlayışın asırlara sâri geçmişi var. 1096-1099 tarihleri arasında gerçekleşen ve Kudüs’te yine binlerce insanın katledildiği Birinci Haçlı Seferi aynı amaçlar için yapılmıştı. 1. Dünya Savaşı da aynı sapkın anlayışın neticesinde meydana gelmişti. İngilizlerin Filistin’i işgal etmesinin ardından bölgede bir İsrail devleti kurmak için gösterdiği gayretin nedeni de aynı sapkınlıktır.

 

KOCA KOCA ADAMLAR SAPKIN İNANIŞLARIYLA KATLİAM YAPIYOR
 

Bu sapkın inanış günümüzün bazı liderlerini farklı bir şekilde motive ediyor. ABD’nin Başkanı Biden, ortalama insan ömrünü tamamlamış. Her canlı gibi onun da ölüm vakti yaklaşıyor. Ancak, Biden ölmeden İsa Mesih gelirse, ölümü tatmadan direkt cennete gideceğine inanıyor!

Biden gibi ömrünün son deminde olanlar, İsrail’in zulmünün daha da artması için çaba sarf ediyor. Çünkü İsrail ne kadar çok çocuk-kadın öldürürse İsa Mesih’in gelmesinin o kadar erken olacağına inanıyorlar. İsa Mesih gelince Kudüs’te Cennetin Krallığı’nı kuracak ve bunlar ölmeden direkt cennete gidecekler. Ne yazık ki koca koca adamlar buna inanıyor ve bu sapkın anlayışa göre karar alıyor.

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun “Kutsal kitabımız diyor ki Amalek’in sana yaptıklarını hatırlamalısın” ifadesi, karşı karşıya bulunduğumuz dinci Yahudi terörünün en açık itirafıdır. Netanyahu, Amalek benzetmesiyle şu talimatı veriyor askerlerine: “Şimdi git, Amaleklere saldır. Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Kadın, erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.”

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Ülkemiz topraklarını da içeren Vadedilmiş Topraklar hezeyanıyla nükleer silah kullanma tehditleriyle sabrımızı zorluyorlar” demişti. Erdoğan’ın bu uyarısı zamanlaması itibarıyla çok önemlidir. Zira terör devleti İsrail’in hedefi ne Gazze’dir ne de Filistin’dir. İsrail ve arkasındaki Batı’nın hedefi sapkın inançları nedeniyle Arz-ı Mev’ud’dur. Bunun için bütün Müslümanları ve kendileri gibi olmayan herkesi Amalek olarak görüyor ve yok etmek istiyorlar.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

İki Cümleyi Unutma

Nimete Ermek İçin Fahr-i Kâinat Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem], ramazan-ı şerif ve mübarek Kadir gecesi yaklaşırken yapılacak en önemli ibadetin tövbe olduğunu bildiriyor. Bir de bazı şeyleri yapmamayı şart koşuyor. Yoksa tövbeden mahrum olurlar, buyuruyor. Bunlar: • Allah’a ortak koşmak • Din kardeşlerine kin tutmak • Anne babaya eziyet etmek • Akrabalarla ilişkiyi kesmek • Sihir ve kehanetle uğraşmak • İçki, yalan, faiz ve zinaya devam etmek. O bunları ifade buyururken, aslında bizim o manevi atmosfere her yönden hazır olmamızı istiyor. Evet, hazırlanmalıyız. Adım adım. Ramazanda temizlenelim, arınalım istiyorsak hazırlanmalıyız. Kadir gecesinde kıymetlenmek istiyorsak hazırlanmalıyız. Gün gün, gece gece. Adım adım... Bir kişi Bâyezid-i Bistâmî hazretlerine [kuddise sırruhû] gelip şöyle bir talepte bulundu: – Bana kurtuluşuma vesile olacak bir şey öğret! Bâyezid-i Bistâmî [kuddise sırruhû] adama dedi ki: – Şu iki cümleyi aklında tutman ilim olarak sana yeter: 1. Cenâb-ı Hak halimi bilir, yaptığım her şeyi görmektedir. 2. Cenâb-ı Hakk’ın amelime ihtiyacı yoktur.
Ekleme Tarihi: 15 November 2023 - Wednesday

İki Cümleyi Unutma

Nimete Ermek İçin

Fahr-i Kâinat Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem], ramazan-ı şerif ve mübarek Kadir gecesi yaklaşırken yapılacak en önemli ibadetin tövbe olduğunu bildiriyor. Bir de bazı şeyleri yapmamayı şart koşuyor. Yoksa tövbeden mahrum olurlar, buyuruyor. Bunlar:

• Allah’a ortak koşmak

• Din kardeşlerine kin tutmak

• Anne babaya eziyet etmek

• Akrabalarla ilişkiyi kesmek

• Sihir ve kehanetle uğraşmak

• İçki, yalan, faiz ve zinaya devam etmek.

O bunları ifade buyururken, aslında bizim o manevi atmosfere her yönden hazır olmamızı istiyor. Evet, hazırlanmalıyız. Adım adım. Ramazanda temizlenelim, arınalım istiyorsak hazırlanmalıyız. Kadir gecesinde kıymetlenmek istiyorsak hazırlanmalıyız. Gün gün, gece gece. Adım adım...

Bir kişi Bâyezid-i Bistâmî hazretlerine [kuddise sırruhû] gelip şöyle bir talepte bulundu:

– Bana kurtuluşuma vesile olacak bir şey öğret!

Bâyezid-i Bistâmî [kuddise sırruhû] adama dedi ki:

– Şu iki cümleyi aklında tutman ilim olarak sana yeter:

1. Cenâb-ı Hak halimi bilir, yaptığım her şeyi görmektedir.

2. Cenâb-ı Hakk’ın amelime ihtiyacı yoktur.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

TÜRDEF TÜRKAP SAMKON

Ekleme Tarihi: 15 November 2023 - Wednesday

TÜRDEF TÜRKAP SAMKON

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

KIBRIS TÜRKİYE Sİ DİKKAT EDİNKİ İKİNCİ GAZZE OLMASIN.

https://www.instagram.com/reel/Czn27j8M9I9/?igshid=MzRlODBiNWFlZA==    
Ekleme Tarihi: 14 November 2023 - Tuesday

KIBRIS TÜRKİYE Sİ DİKKAT EDİNKİ İKİNCİ GAZZE OLMASIN.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Tükenerek çoğalan bir halk var orada ve HAMAS bu halkın ve bu hâlin sesi olmayı sürdürüyor.

ABD-İsrail’in Filistin’de yaptığı yıkım, vahşet ve soykırımın kırkıncı günündeyiz. Kırk gündür havadan, karadan ve denizden Gazze öncelikli olmak üzere Filistin’in tamamında yapılan katliama rağmen biz, insaf ehlini muhtemel vehimlerin tuzağından uzak tutabilmek için hâlâ “HAMAS’ın, ABD-İsrail’e karşı Gazze kuşatmasını yarma harekâtı kime yaradı?” sorusuna cevap arıyoruz. Oysaki Filistin halkı ve elbette Filistin direnişinin ilk adresi olarak HAMAS’ın mevcut durumu bu soruyu “giderek” değil, ilk günden beri abesle iştigalin öznesi saymaya yeterli geliyor. Elbette, Filistin direnişi salt göçmen Yahudiler tarafından işgal edilmiş olma gerçekliğinden ibaret olmadığı için, ondaki en küçük bir kıpırdamayı bile kendi lehine kullanarak, beklenmeyen komploların vesilesine dönüştürecek bir canavarlar sofrasının tam ortasında duruyor. Fransa’nın ve İran’ın müşterek vekil devleti Lübnan, ABD’nin vekil devletleri olan Arap krallıkları, kendi çocuklarını katlederek sözüm ona bağımsızlığını koruduğunu zanneden Mısır… her biri hem kendi hem de temsilcisi oldukları sözüm ona asillerin çıkarlarını koruma uğruna o sofrada iştah içinde bekliyorlar. Bu şartlar altında HAMAS’ın ABD-İsrail ablukasını yarmak için başlattığı hareketin kendi gerçekliğinden ve buna tabi zorunluluklarından başka bir yere taşınması ilk bakışta mümkün görülse bile, şu yaşanan kırk günden sonra HAMAS’a şu ya da bu nedenle, şu ya da bu oranda bir sorumluluk yüklenmesi mümkün görünmüyor ve daha da önemlisi HAMAS’ın harekâtı Filistin halkındaki ve mücahitlerindeki tükenmeyle birlikte çoğalıyor. Bu nasıl bir çoğalmak? Eğer ABD-İsrail’in bugün Gazze’ye attıkları fosfor bombalarına maruz kalıp içten içe yanarak can veren Filistinli çocukların fotoğraflarına bakıp vicdanî bir sekmeye uğrayarak HAMAS için vehimler üretmeye kalkışanlar Muhammed Ebu Hudayr’ın benzin içirilerek yakılmak suretiyle katledilişini hatırlayabilselerdi bizim de Filistin direnişini tükenerek çoğalmak terimiyle anlatmamıza, oradaki her yerinin aslında tekrarlanmış bir eski olduğunu hatırlatmamıza ve dolayısıyla “şu olmasaydı bu olmazdı” çıkarımlarının densizliğine vurgu yapmamız gerekmezdi. Ebu Hudayr, 2 Temmuz 2014 tarihinde Doğu Kudüs’ün Şuafat beldesinde sabah namazı için gittiği caminin önünden kaçırılıp, yakılarak öldürülmüştü. Olayın incelenmesinden sonra üç Yahudi göçmenin (ki, yerli medyada onlara ‘yerleşimci’ diyorlar) kaçırdıkları Ebu Hudayr’a zorla benzin içirdikleri ve ardından onu ateşe verdikleri belirlenmişti. ABD’nin vekil terör devleti İsrail, bu olayla ilgili bir üzüntü belirtmediği gibi, daha geçen yılın mayıs ayında Mescidi-i Aksa’ya baskın yapan göçmen Yahudiler “Araplara ölüm; Şuafat yanıyor” sloganları atarak bu vahşeti sahiplendiklerini göstermişlerdi. Eğer Ebu Hudayr’ın şehadeti karşısında dünya Müslümanları o gün güçlü bir itiraz ortaya koyabilseler ve ABD-İsrail’in sadece vicdanlarda değil hukuken de mahkûm olmasını sağlayabilselerdi, büyük bir ihtimalle bugün Gazze’de çocukların ve kadınların üstüne Fosfor bombası yağmayacaktı. Bugün dünya susarak ölümünü ilan etmeseydi, HAMAS tükenerek çoğalmanın mecburiyetlerine tabi olarak Gazze ablukasını yarma harekâtını yapmayacaktı. ABD-İsrail, Mayıs 2004-Ekim 2023 tarihleri arasında Gazze’ye 13 defa saldırdı. Bu saldırıların en kısası 8, en uzunu 51 gün sürdü. Sadece Kasım 2012; Temmuz-Ağustos 2014, Mayıs 2021 ve Ağustos 2022 saldırılarında 2724 Filistinli şehit düştü. Bunun için yukarıda HAMAS’ın harekâtı hakkındaki vehimlerin ve üretilen soruların hepsi, geldiğimiz şu noktada abesle iştigalden başka bir şey değildir dedik. Zira ABD-İsrail’in bombalarından kurtulan iki buçuk milyona yakın Filistinli aç ve biilaç kırk gündür ölüme meydan okuyorlar. Hiçbir komplo teorisi, bahane arayışı bu gerçeği değiştiremez. HAMAS Filistin aynasını dünya meydanına yeniden öyle bir astı ki, soykırım yapanlar ve buna karşı susanlar kendi suretlerinin çirkinliklerini oradan görerek mevcut seviyelerini ve tutumlarını anbean ifşa etmeye devam ediyorlar. “HAMAS’ın, ABD-İsrail’e karşı Gazze kuşatmasını yarma harekâtı kime yaradı?” sorusunu soranlar da işte o aynadalar. Netanyahu’nun “Arap liderlerine şunu söylüyorum: Çıkarlarınızı ve iktidarlarınızı korumak istiyorsanız tek bir şey yapmalısınız: Sessiz kalın!” diyebildiği şu ortamda HAMAS hakkındaki her vehim ve her soru kendiliğinden sorunlu değilse, bundan daha sorunlusu ne olabilir?
Ekleme Tarihi: 14 November 2023 - Tuesday

Tükenerek çoğalan bir halk var orada ve HAMAS bu halkın ve bu hâlin sesi olmayı sürdürüyor.

ABD-İsrail’in Filistin’de yaptığı yıkım, vahşet ve soykırımın kırkıncı günündeyiz.

Kırk gündür havadan, karadan ve denizden Gazze öncelikli olmak üzere Filistin’in tamamında yapılan katliama rağmen biz, insaf ehlini muhtemel vehimlerin tuzağından uzak tutabilmek için hâlâ “HAMAS’ın, ABD-İsrail’e karşı Gazze kuşatmasını yarma harekâtı kime yaradı?” sorusuna cevap arıyoruz.

Oysaki Filistin halkı ve elbette Filistin direnişinin ilk adresi olarak HAMAS’ın mevcut durumu bu soruyu “giderek” değil, ilk günden beri abesle iştigalin öznesi saymaya yeterli geliyor.

Elbette, Filistin direnişi salt göçmen Yahudiler tarafından işgal edilmiş olma gerçekliğinden ibaret olmadığı için, ondaki en küçük bir kıpırdamayı bile kendi lehine kullanarak, beklenmeyen komploların vesilesine dönüştürecek bir canavarlar sofrasının tam ortasında duruyor.

Fransa’nın ve İran’ın müşterek vekil devleti Lübnan, ABD’nin vekil devletleri olan Arap krallıkları, kendi çocuklarını katlederek sözüm ona bağımsızlığını koruduğunu zanneden Mısır… her biri hem kendi hem de temsilcisi oldukları sözüm ona asillerin çıkarlarını koruma uğruna o sofrada iştah içinde bekliyorlar.

Bu şartlar altında HAMAS’ın ABD-İsrail ablukasını yarmak için başlattığı hareketin kendi gerçekliğinden ve buna tabi zorunluluklarından başka bir yere taşınması ilk bakışta mümkün görülse bile, şu yaşanan kırk günden sonra HAMAS’a şu ya da bu nedenle, şu ya da bu oranda bir sorumluluk yüklenmesi mümkün görünmüyor ve daha da önemlisi HAMAS’ın harekâtı Filistin halkındaki ve mücahitlerindeki tükenmeyle birlikte çoğalıyor.

Bu nasıl bir çoğalmak?

Eğer ABD-İsrail’in bugün Gazze’ye attıkları fosfor bombalarına maruz kalıp içten içe yanarak can veren Filistinli çocukların fotoğraflarına bakıp vicdanî bir sekmeye uğrayarak HAMAS için vehimler üretmeye kalkışanlar Muhammed Ebu Hudayr’ın benzin içirilerek yakılmak suretiyle katledilişini hatırlayabilselerdi bizim de Filistin direnişini tükenerek çoğalmak terimiyle anlatmamıza, oradaki her yerinin aslında tekrarlanmış bir eski olduğunu hatırlatmamıza ve dolayısıyla “şu olmasaydı bu olmazdı” çıkarımlarının densizliğine vurgu yapmamız gerekmezdi.

Ebu Hudayr, 2 Temmuz 2014 tarihinde Doğu Kudüs’ün Şuafat beldesinde sabah namazı için gittiği caminin önünden kaçırılıp, yakılarak öldürülmüştü.

Olayın incelenmesinden sonra üç Yahudi göçmenin (ki, yerli medyada onlara ‘yerleşimci’ diyorlar) kaçırdıkları Ebu Hudayr’a zorla benzin içirdikleri ve ardından onu ateşe verdikleri belirlenmişti.

ABD’nin vekil terör devleti İsrail, bu olayla ilgili bir üzüntü belirtmediği gibi, daha geçen yılın mayıs ayında Mescidi-i Aksa’ya baskın yapan göçmen Yahudiler “Araplara ölüm; Şuafat yanıyor” sloganları atarak bu vahşeti sahiplendiklerini göstermişlerdi.

Eğer Ebu Hudayr’ın şehadeti karşısında dünya Müslümanları o gün güçlü bir itiraz ortaya koyabilseler ve ABD-İsrail’in sadece vicdanlarda değil hukuken de mahkûm olmasını sağlayabilselerdi, büyük bir ihtimalle bugün Gazze’de çocukların ve kadınların üstüne Fosfor bombası yağmayacaktı.

Bugün dünya susarak ölümünü ilan etmeseydi, HAMAS tükenerek çoğalmanın mecburiyetlerine tabi olarak Gazze ablukasını yarma harekâtını yapmayacaktı.

ABD-İsrail, Mayıs 2004-Ekim 2023 tarihleri arasında Gazze’ye 13 defa saldırdı. Bu saldırıların en kısası 8, en uzunu 51 gün sürdü. Sadece Kasım 2012; Temmuz-Ağustos 2014, Mayıs 2021 ve Ağustos 2022 saldırılarında 2724 Filistinli şehit düştü.

Bunun için yukarıda HAMAS’ın harekâtı hakkındaki vehimlerin ve üretilen soruların hepsi, geldiğimiz şu noktada abesle iştigalden başka bir şey değildir dedik.

Zira ABD-İsrail’in bombalarından kurtulan iki buçuk milyona yakın Filistinli aç ve biilaç kırk gündür ölüme meydan okuyorlar.

Hiçbir komplo teorisi, bahane arayışı bu gerçeği değiştiremez.

HAMAS Filistin aynasını dünya meydanına yeniden öyle bir astı ki, soykırım yapanlar ve buna karşı susanlar kendi suretlerinin çirkinliklerini oradan görerek mevcut seviyelerini ve tutumlarını anbean ifşa etmeye devam ediyorlar.

“HAMAS’ın, ABD-İsrail’e karşı Gazze kuşatmasını yarma harekâtı kime yaradı?” sorusunu soranlar da işte o aynadalar.

Netanyahu’nun “Arap liderlerine şunu söylüyorum: Çıkarlarınızı ve iktidarlarınızı korumak istiyorsanız tek bir şey yapmalısınız: Sessiz kalın!” diyebildiği şu ortamda HAMAS hakkındaki her vehim ve her soru kendiliğinden sorunlu değilse, bundan daha sorunlusu ne olabilir?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Aman dikkat: Kıbrıs, yeni Gazze olmasın!

Pazar gün yayınlanan “Arz-ı Mev’ud’un yeni durağı Kıbrıs mı?” başlıklı yazım epeyce ilgi de çekti, olumlu olumsuz pek çok tepki de aldı. Gazze’de Siyonazilerin soykırım çalışmaları devam ederken “bizim” dediğimiz adada olan bitenler pek çok insanı ürküttü. “Lütfen bu meseleyi gündemde tutmaya devam edin” cümlesiyle özetlenebilecek onlarca mesaj aldım. Hem Türkiye’den hem de Kıbrıs’tan. Tabii, KKTC içinde Siyonazilerin “Mavi Vatan” konseptimizi de tehdit edecek şekilde toprak almaları, nüfus hareketlenmeleri ve kendilerine “yabancılara kapalı yüksek güvenlikli siteler” inşa etmeleri öyle kolay kolay hazmedilebilecek meseleler değil. Hele hele Siyonazilerin Kıbrıs’ın bütününü Arz-ı Mev’ud sınırları içerisinde gördüğü bilgisi ile Kıbrıs’ta olanları bitiştirdiğinizde mesele son derece kritik bir hal alıyor. Gelin bugün Kıbrıs’ın en saygın gazetecilerinden biri olan Sabahattin İsmail’in “KKTC’deki en büyük Siyonist yatırımı” başlıklı yazısından haberdar edeyim önce sizi. Aşağıdaki iki paragraf o yazıdan. “KKTC’deki en büyük Siyonist yatırımı Yahudi asıllı İngiliz vatandaşı David Lewis’in Londra merkezli şirketi tarafından Karpaz’da yapılan “Karpaz Gate Marina” adlı dev yat limanıdır.  Hükümet 450 dönümlük araziyi 1990 öncesi Asil Nadir’e çerez parasına kiraladı. Asil Nadir, Kıbrıs kökenli iş kadını İstanbul’da turizm sektöründe yatırımı olan Sıdıka Atalay’ı da şirketine ortak aldı. Güya “PORT BARBAROS”adlı bir yat limanı yapacaklardı. Ama yapmadılar ve kiraladıkları 450 dönümlük araziyi David Lewis’e 10 milyon dolar hava parasına devrettiler. O dönem bu devri onaylamaması için VOLKAN gazetesinde günlerce manşet yaptım onlarca yazı yazdım. Askeri yetkililer de buna karşı çıktı. Ancak Asil Nadir’in o dönem hükümet üzerindeki büyük etkisi nedeniyle ve dönemin TC hükümetinin buna destek vermesi sonucu devir onaylandı. David Lewis yayınlarım nedeniyle beni ve gazetemi dava etti. Duruşmalar başlayacağı günlerde 90 yaşındaki David Lewis öldüğü için dava düştü ve tazminat ödemekten kurtuldum. David Lewis, kira sözleşmesinde, 450 dönüm araziye yat limanı, iki hotel, tatil köyü ve sosyal tesislerden oluşacak 90 milyon dolarlık yatırım yapmayı taahhüt etti. Ancak yat limanı bitince diğer yatırımları yapmak için yat limanına ülkeye resmi giriş limanı statüsü verilmesini, kira süresinin 49 yıldan 99 yıla çıkarılmasını ve bölgeye SERBEST BÖLGE statüsü verilmesini şart koştu. Yoğun yayınlarım ve ordumuzun da karşı çıkması nedeniyle bu dayatmaları kabul edilmedi. O da sözleşmeyi çiğneyerek otel, tatil köyü ve diğer yatırımları yapmadı. Bölge çok stratejik. Antalya karşısında Türkiye-KKTC arasındaki deniz trafiğini ve İskenderun körfezini kontrol edecek konumda. Şimdi İsrailli şirketlerin kurduğu koloni niteliğindeki siteler ve arazi alımları bu bölgenin etrafında. Yani yat limanı yakınlarında uzun vadede kolonileşme gerçekleşebilir.”   Bilmem bu gerçeklerin üzerine bir şey söylemenin manası olur mu? Gözümüzün, göz bebeğimizin içinde bir Siyonazi kolonileşmesi söz konusu ve bu doğrudan Türkiye’nin sınırlarını, stratejisini, güvenliğini tehdit edebilecek bir noktaya ilerliyor. Sayıları 50 bini aşan Siyonazi nüfusun KKTC’de çok ciddi bir hareketlenme yapabileceğini pekâlâ rahatlıkla ön görebiliriz. KKTC’yi boş bırakmayan Siyonaziler, elbette Güney Kıbrıs’ta da işlerine son sürat devam ediyorlar. Buyurunuz, bu sefer de Güneyin aşırı sağcı haber portalı Sigmalive’den okuyalım bunu da: “Güney Kıbrıs’ın Hahambaşısı Arie Zeev Raskin Guardian’a yaptığı açıklamada, Güney Kıbrıs’a her gün yaklaşık 1000 Yahudi’nin geldiğini söyledi. 7 Ekim Hamas saldırısına atıfta bulunan Arie Zeev Raskin “o günden bu yana 16.000’den fazla insan huzur bulmak için Kıbrıs’a geldi. Onlara yatak, yemek, geçici barınma gibi elimizden gelen her şeyi sunuyoruz” dedi. Raskin, İsraillilerin gelişinin tek yönlü olmadığını kaydederek, Benjamin Netanyahu’nun zorunlu askerlik çağrısına yanıt veren yabancı kökenli yedek askerlerin de İsrail’e gitmek üzere Güney Kıbrıs’tan geçtiklerini ifade etti. Arie Zeev Raskin “Genç erkekler ortaya çıktı, Arjantin’e kadar uzak yerlerden gelen genç Yahudi yedek askerler.” Bugün bana ayrılan yeri uzatma pahasına ifade etmek isterim ki Siyonazilerin Kıbrıs’ın tamamıyla ilgili olarak işlettikleri bir planları var. Üzülerek beyan etmek zorundayım: KKTC tarafında bilhassa Mehmet Ali Talat’ın Cumhurbaşkanlığı ile başlayan süreçte Siyonaziler, bu planlarını hayata geçirmek için aradıkları zemin ve desteği bulmuşlar. Zaten Güney Kıbrıs’ta da gönüllerince at koşturabiliyorlar. Gelelim işin can alıcı yerine. Anlaşılıyor ki Siyonaziler, Gazze soykırımında savaşacak askerlerin istasyonu ve İsraillilerin kafa dinleme alanı olarak Güney Kıbrıs’ı; kolonileşme ve Akdeniz’in o kısmını Türkiye aleyhine kontrol ederek Arz-ı Mev’ud yolunu açmak üzere de KKTC’yi seçmiş durumda. Şurası da maalesef net ki KKTC’de “bu olup bitenden nemalandığı için” Siyonazilerin emrinden çıkmayan çok sayıda kansız da mevcut. Türkiye’nin her türlü tedbiri alacağından elbette eminim ama yine de kamuoyunun bu konudaki duyarlılığını artırmamızın ve devletimizin de elini güçlendirmenin, üstelik Gazze’de yaşananlar ortadayken, omuzumuzda tarihi bir sorumluluk olduğunu da düşünüyorum. O yolu açmaya çalışan Siyonazilerin planlarını boşa çıkarmak için her türlü tedbir alınsın.
Ekleme Tarihi: 14 November 2023 - Tuesday

Aman dikkat: Kıbrıs, yeni Gazze olmasın!

Pazar gün yayınlanan “Arz-ı Mev’ud’un yeni durağı Kıbrıs mı?” başlıklı yazım epeyce ilgi de çekti, olumlu olumsuz pek çok tepki de aldı. Gazze’de Siyonazilerin soykırım çalışmaları devam ederken “bizim” dediğimiz adada olan bitenler pek çok insanı ürküttü. “Lütfen bu meseleyi gündemde tutmaya devam edin” cümlesiyle özetlenebilecek onlarca mesaj aldım. Hem Türkiye’den hem de Kıbrıs’tan.

Tabii, KKTC içinde Siyonazilerin “Mavi Vatan” konseptimizi de tehdit edecek şekilde toprak almaları, nüfus hareketlenmeleri ve kendilerine “yabancılara kapalı yüksek güvenlikli siteler” inşa etmeleri öyle kolay kolay hazmedilebilecek meseleler değil. Hele hele Siyonazilerin Kıbrıs’ın bütününü Arz-ı Mev’ud sınırları içerisinde gördüğü bilgisi ile Kıbrıs’ta olanları bitiştirdiğinizde mesele son derece kritik bir hal alıyor.

Gelin bugün Kıbrıs’ın en saygın gazetecilerinden biri olan Sabahattin İsmail’in “KKTC’deki en büyük Siyonist yatırımı” başlıklı yazısından haberdar edeyim önce sizi.

Aşağıdaki iki paragraf o yazıdan.

“KKTC’deki en büyük Siyonist yatırımı Yahudi asıllı İngiliz vatandaşı David Lewis’in Londra merkezli şirketi tarafından Karpaz’da yapılan “Karpaz

Gate Marina” adlı dev yat limanıdır. 

Hükümet 450 dönümlük araziyi 1990 öncesi Asil Nadir’e çerez parasına kiraladı. Asil Nadir, Kıbrıs kökenli iş kadını İstanbul’da turizm sektöründe yatırımı olan Sıdıka Atalay’ı da şirketine ortak aldı. Güya “PORT BARBAROS”adlı bir yat limanı yapacaklardı. Ama yapmadılar ve kiraladıkları 450 dönümlük araziyi David Lewis’e 10 milyon dolar hava parasına devrettiler. O dönem bu devri onaylamaması için VOLKAN gazetesinde günlerce manşet yaptım onlarca yazı yazdım. Askeri yetkililer de buna karşı çıktı. Ancak Asil Nadir’in o dönem hükümet üzerindeki büyük etkisi nedeniyle ve dönemin TC hükümetinin buna destek vermesi sonucu devir onaylandı. David Lewis yayınlarım nedeniyle beni ve gazetemi dava etti.

Duruşmalar başlayacağı günlerde 90 yaşındaki David Lewis öldüğü için dava düştü ve tazminat ödemekten kurtuldum. David Lewis, kira sözleşmesinde, 450 dönüm araziye yat limanı, iki hotel, tatil köyü ve sosyal tesislerden oluşacak 90 milyon dolarlık yatırım yapmayı taahhüt etti. Ancak yat limanı bitince diğer yatırımları yapmak için yat limanına ülkeye resmi giriş limanı statüsü verilmesini, kira süresinin 49 yıldan 99 yıla çıkarılmasını ve bölgeye SERBEST BÖLGE statüsü verilmesini şart koştu. Yoğun yayınlarım ve ordumuzun da karşı çıkması nedeniyle bu dayatmaları kabul edilmedi. O da sözleşmeyi çiğneyerek otel, tatil köyü ve diğer yatırımları yapmadı. Bölge çok stratejik. Antalya karşısında Türkiye-KKTC arasındaki deniz trafiğini ve İskenderun körfezini kontrol edecek konumda. Şimdi İsrailli şirketlerin kurduğu koloni niteliğindeki siteler ve arazi alımları bu bölgenin etrafında. Yani yat limanı yakınlarında uzun vadede kolonileşme gerçekleşebilir.”  

Bilmem bu gerçeklerin üzerine bir şey söylemenin manası olur mu? Gözümüzün, göz bebeğimizin içinde bir Siyonazi kolonileşmesi söz konusu ve bu doğrudan Türkiye’nin sınırlarını, stratejisini, güvenliğini tehdit edebilecek bir noktaya ilerliyor. Sayıları 50 bini aşan Siyonazi nüfusun KKTC’de çok ciddi bir hareketlenme yapabileceğini pekâlâ rahatlıkla ön görebiliriz.

KKTC’yi boş bırakmayan Siyonaziler, elbette Güney Kıbrıs’ta da işlerine son sürat devam ediyorlar. Buyurunuz, bu sefer de Güneyin aşırı sağcı haber portalı Sigmalive’den okuyalım bunu da:

“Güney Kıbrıs’ın Hahambaşısı Arie Zeev Raskin Guardian’a yaptığı açıklamada, Güney Kıbrıs’a her gün yaklaşık 1000 Yahudi’nin geldiğini söyledi. 7 Ekim Hamas saldırısına atıfta bulunan Arie Zeev Raskin “o günden bu yana 16.000’den fazla insan huzur bulmak için Kıbrıs’a geldi. Onlara yatak, yemek, geçici barınma gibi elimizden gelen her şeyi sunuyoruz” dedi. Raskin, İsraillilerin gelişinin tek yönlü olmadığını kaydederek, Benjamin Netanyahu’nun zorunlu askerlik çağrısına yanıt veren yabancı kökenli yedek askerlerin de İsrail’e gitmek üzere Güney Kıbrıs’tan geçtiklerini ifade etti. Arie Zeev Raskin “Genç erkekler ortaya çıktı, Arjantin’e kadar uzak yerlerden gelen genç Yahudi yedek askerler.”

Bugün bana ayrılan yeri uzatma pahasına ifade etmek isterim ki Siyonazilerin Kıbrıs’ın tamamıyla ilgili olarak işlettikleri bir planları var. Üzülerek beyan etmek zorundayım: KKTC tarafında bilhassa Mehmet Ali Talat’ın Cumhurbaşkanlığı ile başlayan süreçte Siyonaziler, bu planlarını hayata geçirmek için aradıkları zemin ve desteği bulmuşlar. Zaten Güney Kıbrıs’ta da gönüllerince

at koşturabiliyorlar.

Gelelim işin can alıcı yerine.

Anlaşılıyor ki Siyonaziler, Gazze soykırımında savaşacak askerlerin istasyonu ve İsraillilerin kafa dinleme alanı olarak Güney Kıbrıs’ı; kolonileşme ve Akdeniz’in o kısmını Türkiye aleyhine kontrol ederek Arz-ı Mev’ud yolunu açmak üzere de KKTC’yi seçmiş durumda.

Şurası da maalesef net ki KKTC’de “bu olup bitenden nemalandığı için” Siyonazilerin emrinden çıkmayan çok sayıda kansız da mevcut.

Türkiye’nin her türlü tedbiri alacağından elbette eminim ama yine de kamuoyunun bu konudaki duyarlılığını artırmamızın ve devletimizin de elini güçlendirmenin, üstelik Gazze’de yaşananlar ortadayken, omuzumuzda tarihi bir sorumluluk olduğunu da düşünüyorum.

O yolu açmaya çalışan Siyonazilerin planlarını boşa çıkarmak için her türlü tedbir alınsın.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Tarih bu ihanetinizi asla affetmeyecektir.

Önümde duran bildiriyi okuyorum. Bir umutla. Riyad’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliği Ortak Zirvesi’nin sonuç bildirisi bu. Acaba işgalci ve soykırımcı İsrail terör devletine yönelik ne tür somut adımlar atılması kararı alındı diye. Ne gezer! Tekraren okuyorum. Yok işte! İsrail’e yönelik bir tek somut adım yok. Hakkını yemeyelim. Güzel kınama cümleleri var ama. Retorik olarak fena sayılmaz. Türkiye’nin ısrarıyla eklendiği aşikâr olan yeni öneriler kâğıt üstünde anlamlı duruyor. Hepsi bu. Kâğıt üstündeki o yeni tanımlamalar ve öneriler ise göreceksiniz uygulanmayacak. Nisyana terkedilecek. Gözüm ısrarla ambargo cümlelerini arıyor. Askeri yardım veya ortak ordu kurarak gerekirse karşılık verileceği gibi meydan okuyucu cümlelerden çoktan vazgeçtik. Ama petrol veya doğalgaz ambargosuna dair bir ima dahi olmaz mı? Yok işte! Ekonomik ve siyasi ambargoya dair bir tek ibare yok. İsrail uçaklarına kendi hava sahalarının kapatıldığına dair bir tek cümle yok. İsrail’e ABD’den taşınan askeri mühimmatın kendi semalarından geçişine asla izin verilmeyeceğine dair bir ibare yok. İsrail terör devletine açıkça destek çıkan ABD-Batı blokuna dair ne kayda değer bir hesaplaşma ne de yaptırım tehdidi… Yok işte! Hiçbiri yok!   Ama ABD-İsrail planı doğrultusunda HAMAS’ı Gazze’ye gömme kararlılığı, diğer bir tabirle, ihanetin daniskası var. ABD-İsrail işbirlikçisi Mahmut Abbas yönetimindeki FKÖ üzerinden HAMAS’ı gömme planı var. ABD-İsrail HAMAS’ın adını dahi duymak istemiyor. Bildiride o yüzden HAMAS’ın adı bile yok. Belli ki ABD üzerinden geleceği telkin edilen iki devletli çözüm önerisine umut bağlanmış. O yüzden HAMAS’ın adı bile anılmamış. O bir avuç mücahidin şanlı direnişi ve pak kanı diplomasi masalarında kurban edilmiş. ABD’nin desteklediği acımasız İsrail terör makinesi HAMAS’ı Gazze’ye gömmek isterken Arap ligi ülkeleri de Riyad’da bunun zeminini oluşturmak için toplanmışlar meğer.   Blinken diplomasisi belli ki başarılı olmuş. Evet, işin özü bu! Bu işin kökeni var. 9-10 Eylül’de ABD öncülüğünde Hindistan’da toplanan, içinde malum Arap ülkelerinin de olduğu kimi ülkeler Bombay’da başlayıp Hayfa’da bitecek yeni bir ticaret yolunun yapılması konusunda anlaşmışlar. HAMAS’ın yönetimindeki Gazze bunun için en büyük engel. O yüzden HAMAS’sız bir Gazze ve Filistin olsun isteniyor. Bu ihanet planıyla Türkiye ve İran da baypass ediliyor. İhanet var ihanet içinde. O yüzden ısrarla ve önemle 27. maddeye dikkat çekiyorum. Çünkü o maddeyi o bildiriye derceden Arap ülkeleri Bombay-Hayfa hattındaki ticaret yolunun işbirlikçisi ülkeler. Bildirinin 27. maddesi ABD-İsrail planı doğrultusunda HAMAS’ı Gazze’ye gömme iradesi ve isteğinin açık bir biçimde ilanı hükmündedir. Yani bir tür ihanet fermanı… Ne mi deniyor o maddede? Açıp okuyun lütfen. ABD planına uygun bir hattın nasıl inşa edilmek istendiğini görürsünüz. Orada açık bir dille şu deniliyor: “Filistin halkının tek meşru temsilcisi FKÖ’dür. Filistinli tüm grupları FKÖ çatısı altında birleşmeye çağırıyoruz.” Peki, ne hakla? Kim verdi size bu yetkiyi? Bilerek kendi ihanetlerini örtbas etmek için şöyle bir algı oluşturmak istiyorlar: “Filistin devleti kurulacak ama HAMAS bunun önünde engel! Bu engel kalkarsa, yani Mahmut Abbas yönetimindeki FKÖ etrafında bir birlik sağlanırsa başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulacak!” Nasıl bir tuzak kuruyorlar! Bir yanda direniş ruhunu yok etmek istiyorlar bir yanda da HAMAS’ı gömmek istiyorlar! Bu maddenin içerdiği asıl çağrı şudur: “Ey Gazze halkı, HAMAS’a itibar etmeyin, HAMAS’ın peşinden gitmeyin, silahlarınızı bırakın, direnişi sonlandırın, ateşkesle birlikte bağımsız Filistin devletinin kuruluşu için zemin hazır. HAMAS’ı bırakıp FKÖ’nün çatısı altında toplanırsanız bu sorun çözülür.” Abarttığımı sananların tarih bilincine de, siyasi aklına da şaşarım. Bu sözlerime dudak bükenlerin en azından Osmanlı topraklarının nasıl pay edildiğini, bugünkü Arap ülkelerinin hangi amaçla nasıl kurulduklarını okumalarını salık veririm. Bu konuda esaslı bir kitap olan David Fromkın’nin BARIŞA SON VEREN BARIŞ adlı kitabını okurlarsa modern Ortadoğu’nun oluşturulma sürecinde ne tür oyunların ve ihanetlerin sergilendiğini anlarlar. Orada adı İngilizler tarafından Filistin olarak belirlenmiş coğrafyanın kaderinin nasıl şekillendirildiğini de öğrenmiş olurlar. O süreçteki işbirlikçi Arap emirlerinin ve şeyhlerinin tutumlarını da… Tarih hiç değişmiyor, aktörler veya figüranlar değişiyor sadece. Çok merak ediyorum: İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği ülkeleri Filistin halkı için tek meşru temsilci belirleme hakkını nerden alıyorlar? Hangi hak ve yetkiyle Filistin halkına dışarıdan böyle bir dayatmada bulunuyorlar? ABD-İsrail işbirlikçisi Mahmut Abbas yönetiminin de en az ABD kadar Gazze’deki katliamın sorumlusu olduğu bilindiği halde nasıl olur da Gazze halkının iradesini temsil makamında olan ve direnişin de öncü gücü olan HAMAS’ın tasfiyesi bu pervasızlıkla dile getirilebiliyor? ABD-İsrail ile açıktan işbirliği içinde olan, HAMAS liderliğinin tasfiyesi için İsrail’e istihbarat desteği sağlayarak Gazze katliamına ortak olma suçunu işleyen Mahmut Abbas yönetimindeki FKÖ nasıl olur da Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak ilan edilebiliyor? Düşününüz ki birileri de oturdukları yerde Türkiye’deki Kürt halkının tek meşru temsilcisinin PKK olduğunu ve bütün Kürtlerin de PKK çatısı altında toplanması gerektiğini deklare ediyor. Bu kabul edilebilir bir durum olur mu? Geçmişteki ihanetinizin benzerini bugün de sürdürüyorsunuz. HAMAS manen de gömülmek isteniyor görmüyor musunuz? Sanki bağımsız bir Filistin devleti kurulacak da HAMAS kendi siyasi ve örgütsel varlığını bu davanın üstünde görerek engel oluşturuyormuş algısı üzerinden HAMAS fiziki tasfiyenin yanı sıra manen de infaz edilmek isteniyor. O yüzden herkesten önce ve herkesten çok HAMAS’ı mücahitler topluluğu olarak selamlayan Reis’e “One Minute” diyerek bu oyunu bozmak yakışır! Bu ihanet oyunu karşısında susan diller lâl olsun diyorum!
Ekleme Tarihi: 14 November 2023 - Tuesday

Tarih bu ihanetinizi asla affetmeyecektir.

Önümde duran bildiriyi okuyorum. Bir umutla. Riyad’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliği Ortak Zirvesi’nin sonuç bildirisi bu. Acaba işgalci ve soykırımcı İsrail terör devletine yönelik ne tür somut adımlar atılması kararı alındı diye. Ne gezer! Tekraren okuyorum. Yok işte! İsrail’e yönelik bir tek somut adım yok.

Hakkını yemeyelim. Güzel kınama cümleleri var ama. Retorik olarak fena sayılmaz. Türkiye’nin ısrarıyla eklendiği aşikâr olan yeni öneriler kâğıt üstünde anlamlı duruyor. Hepsi bu. Kâğıt üstündeki o yeni tanımlamalar ve öneriler ise göreceksiniz uygulanmayacak. Nisyana terkedilecek.

Gözüm ısrarla ambargo cümlelerini arıyor. Askeri yardım veya ortak ordu kurarak gerekirse karşılık verileceği gibi meydan okuyucu cümlelerden çoktan vazgeçtik. Ama petrol veya doğalgaz ambargosuna dair bir ima dahi olmaz mı? Yok işte! Ekonomik ve siyasi ambargoya dair bir tek ibare yok. İsrail uçaklarına kendi hava sahalarının kapatıldığına dair bir tek cümle yok. İsrail’e ABD’den taşınan askeri mühimmatın kendi semalarından geçişine asla izin verilmeyeceğine dair bir ibare yok. İsrail terör devletine açıkça destek çıkan ABD-Batı blokuna dair ne kayda değer bir hesaplaşma ne de yaptırım tehdidi… Yok işte! Hiçbiri yok!

 

Ama ABD-İsrail planı doğrultusunda HAMAS’ı Gazze’ye gömme kararlılığı, diğer bir tabirle, ihanetin daniskası var.

ABD-İsrail işbirlikçisi Mahmut Abbas yönetimindeki FKÖ üzerinden HAMAS’ı gömme planı var.

ABD-İsrail HAMAS’ın adını dahi duymak istemiyor.

Bildiride o yüzden HAMAS’ın adı bile yok.

Belli ki ABD üzerinden geleceği telkin edilen iki devletli çözüm önerisine umut bağlanmış. O yüzden HAMAS’ın adı bile anılmamış.

O bir avuç mücahidin şanlı direnişi ve pak kanı diplomasi masalarında kurban edilmiş.

ABD’nin desteklediği acımasız İsrail terör makinesi HAMAS’ı Gazze’ye gömmek isterken Arap ligi ülkeleri de Riyad’da bunun zeminini oluşturmak için toplanmışlar meğer.

 

Blinken diplomasisi belli ki başarılı olmuş.

Evet, işin özü bu!

Bu işin kökeni var.

9-10 Eylül’de ABD öncülüğünde Hindistan’da toplanan, içinde malum Arap ülkelerinin de olduğu kimi ülkeler Bombay’da başlayıp Hayfa’da bitecek yeni bir ticaret yolunun yapılması konusunda anlaşmışlar. HAMAS’ın yönetimindeki Gazze bunun için en büyük engel. O yüzden HAMAS’sız bir Gazze ve Filistin olsun isteniyor.

Bu ihanet planıyla Türkiye ve İran da baypass ediliyor.

İhanet var ihanet içinde.

O yüzden ısrarla ve önemle 27. maddeye dikkat çekiyorum. Çünkü o maddeyi o bildiriye derceden Arap ülkeleri Bombay-Hayfa hattındaki ticaret yolunun işbirlikçisi ülkeler.

Bildirinin 27. maddesi ABD-İsrail planı doğrultusunda HAMAS’ı Gazze’ye gömme iradesi ve isteğinin açık bir biçimde ilanı hükmündedir. Yani bir tür ihanet fermanı…

Ne mi deniyor o maddede?

Açıp okuyun lütfen. ABD planına uygun bir hattın nasıl inşa edilmek istendiğini görürsünüz.

Orada açık bir dille şu deniliyor: “Filistin halkının tek meşru temsilcisi FKÖ’dür. Filistinli tüm grupları FKÖ çatısı altında birleşmeye çağırıyoruz.”

Peki, ne hakla? Kim verdi size bu yetkiyi?

Bilerek kendi ihanetlerini örtbas etmek için şöyle bir algı oluşturmak istiyorlar: “Filistin devleti kurulacak ama HAMAS bunun önünde engel! Bu engel kalkarsa, yani Mahmut Abbas yönetimindeki FKÖ etrafında bir birlik sağlanırsa başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulacak!”

Nasıl bir tuzak kuruyorlar!

Bir yanda direniş ruhunu yok etmek istiyorlar bir yanda da HAMAS’ı gömmek istiyorlar!

Bu maddenin içerdiği asıl çağrı şudur: “Ey Gazze halkı, HAMAS’a itibar etmeyin, HAMAS’ın peşinden gitmeyin, silahlarınızı bırakın, direnişi sonlandırın, ateşkesle birlikte bağımsız Filistin devletinin kuruluşu için zemin hazır. HAMAS’ı bırakıp FKÖ’nün çatısı altında toplanırsanız bu sorun çözülür.”

Abarttığımı sananların tarih bilincine de, siyasi aklına da şaşarım.

Bu sözlerime dudak bükenlerin en azından Osmanlı topraklarının nasıl pay edildiğini, bugünkü Arap ülkelerinin hangi amaçla nasıl kurulduklarını okumalarını salık veririm. Bu konuda esaslı bir kitap olan David Fromkın’nin BARIŞA SON VEREN BARIŞ adlı kitabını okurlarsa modern Ortadoğu’nun oluşturulma sürecinde ne tür oyunların ve ihanetlerin sergilendiğini anlarlar. Orada adı İngilizler tarafından Filistin olarak belirlenmiş coğrafyanın kaderinin nasıl şekillendirildiğini de öğrenmiş olurlar. O süreçteki işbirlikçi Arap emirlerinin ve şeyhlerinin tutumlarını da… Tarih hiç değişmiyor, aktörler veya figüranlar değişiyor sadece.

Çok merak ediyorum: İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği ülkeleri Filistin halkı için tek meşru temsilci belirleme hakkını nerden alıyorlar? Hangi hak ve yetkiyle Filistin halkına dışarıdan böyle bir dayatmada bulunuyorlar?

ABD-İsrail işbirlikçisi Mahmut Abbas yönetiminin de en az ABD kadar Gazze’deki katliamın sorumlusu olduğu bilindiği halde nasıl olur da Gazze halkının iradesini temsil makamında olan ve direnişin de öncü gücü olan HAMAS’ın tasfiyesi bu pervasızlıkla dile getirilebiliyor? ABD-İsrail ile açıktan işbirliği içinde olan, HAMAS liderliğinin tasfiyesi için İsrail’e istihbarat desteği sağlayarak Gazze katliamına ortak olma suçunu işleyen Mahmut Abbas yönetimindeki FKÖ nasıl olur da Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak ilan edilebiliyor?

Düşününüz ki birileri de oturdukları yerde Türkiye’deki Kürt halkının tek meşru temsilcisinin PKK olduğunu ve bütün Kürtlerin de PKK çatısı altında toplanması gerektiğini deklare ediyor.

Bu kabul edilebilir bir durum olur mu?

Geçmişteki ihanetinizin benzerini bugün de sürdürüyorsunuz.

HAMAS manen de gömülmek isteniyor görmüyor musunuz?

Sanki bağımsız bir Filistin devleti kurulacak da HAMAS kendi siyasi ve örgütsel varlığını bu davanın üstünde görerek engel oluşturuyormuş algısı üzerinden HAMAS fiziki tasfiyenin yanı sıra manen de infaz edilmek isteniyor.

O yüzden herkesten önce ve herkesten çok HAMAS’ı mücahitler topluluğu olarak selamlayan Reis’e “One Minute” diyerek bu oyunu bozmak yakışır!

Bu ihanet oyunu karşısında susan diller lâl olsun diyorum!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

ABD’nin topraklarından yaklaşık 12 bin kilometre uzaklıktaki Suriye’de ve Irak’ta ne işi var?

10 Kasım’da, Doğu Akdeniz’de “eğitim amaçlı sorti yapan” bir Amerikan askeri uçağı düştü! *** ABD’nin Avrupa Komutanlığı, ilk açıklamasında olayın bir kaza olduğunu öne sürdü ve can kaybı hakkında bilgi vermedi. *** 12 Kasım’da, “Yakıt ikmali sırasında yaşanan kazada, 5 Amerikan askerinin hayatını kaybettiği” rapor edildi! -Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.   BATTI KARİZMA, YAN GOING Haydut Devlet ABD, “Karizmasının çizilmesinden” nefret eder! Haliyle “izah edemediği, etmesinin hiç de işine gelmeyeceği” hadiseler için tak “kaza” etiketini yapıştırıverir. *** Amerikan makamları… Geçtiğimiz Eylül’de, Charleston’ın kuzeydoğusunda “gizemli bir biçimde düşen” F-35B jeti için de kayda değer bir izah getirememişlerdi.   İKİ OKUMA PARÇASI Bu sütunda, 20 Eylül 2023 tarihli “Sam Amca söylüyor: Bana kaderimin bir oyunu mu, bu?” başlıklı yazımızda son yıllarda F-35’lerin başına gelenler anlatılıyordu. O yazıda atıfta bulunulan mevzuyla alakalı bir başka yazımız ise 22 Aralık 2020’de yayınlanan “Palamut bitti, Kalkan var!” başlığını taşıyor.   Yankilere ait jetlerin veyahut askeri uçakların birbiri ardına “enteresan bir şekilde düşmeleri” hakkında yeterince fikir verebilecek okuma parçalarıdır. *** Amerikalı yetkililerin optik çarpıtma, hileyle yönlendirme ve yalanlarına karşı hakikate ulaşmak isteyenler içindir!   MADEM ÖYLE, GEL BÖYLE Tam da burada… Sovyet sinema yönetmeni Sergey Eisenstein’ın (1898-1948) özellikle unutulmaz “Potemkin Zırhlısı” filminde yaptığı gibi… Sahneleri, pek manidar bir biçimde birbirine bağlayalım! -Nasıl mı? *** Henüz hafızalarımızda taze... 6 Ekim’de, Suriye’nin kuzeyinde ABD, kasten Türk SİHA’sını düşürdü! *** Türkiye, YPG-PKK’ya ait enerji ve altyapı-üstyapı tesislerini vurduğunda…   Terör örgütünün hamisi ABD… Buna karşılık olarak, Ürdün’den kaldırdığı uçağıyla SİHA’mızı hedef almıştı! *** Ankara ise Haydut Devlet ABD’nin bu saldırısını milli hafızasını kaydetmiş “vakti geldiğine gereğinin yapılacağını” beyan etmişti. *** Yıllarca önce, ekranlardaki bir Türk dizisinde geçen ilginç bir replik vardı! Şöyle: “Hafıza-i devlet, nisyan (unutma) ile malul değildir!”   YANKİLER VURULUYOR İşgalci Terör Devleti İsrail’e karşı vatanını savunan Hamas’ın 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonunun ardından… Suriye ve Irak’taki ABD’nin üslerine birbiri ardına saldırılar gerçekleştirildi. *** Dikkat! -En az 40 saldırıdan bahsediyoruz.   İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan, CNN’den Fareed Zakaria’ya “İran ile ilişkilendirilen bu saldırılarla hiçbir bağlantılarının olmadığını” söyledi. (31 Ekim 2023, Hürriyet) *** Ardından, İran devletinin sözcüleri benzer açıklamalar yaptılar!   KİMİN, NE İŞİ VAR? Türkiye’deki Amerikan Muhipleri, farklı kıyafetler giyinen Etki Ajanları; yıllardır “Türkiye’nin Irak’ta, Suriye’de ne işi var?” diye soruyorlar, ya! *** Biz de, bilmem kaçıncı kez… “Haydut ” diye ısrarla soruyoruz! *** Son bir aydır, bu iki ülkedeki Yanki Üsleri panik atak yaşıyorlar; hop oturup hop kalkıyorlar! -Nedir? -Başka bir dünyanın kapıları açıldı!   GAZZE’DEKİ YANKİLER Amerikan Savunma Bakanı Lloyd Austin’in eski danışmanı olan Emekli Albay Douglas Mc Gregor, şimdilerde televizyon yorumcusu… Kısa bir süre önce, ne demişti: “Amerikan özel kuvvetleri, Gazze şeridine İsrailli rehineleri aramak ve kurtarmak için gönderildi. Ancak, orada El Kassam Tugayları tarafından pusuya düşürüldü… Amerikan askerlerinin tamamı öldürüldü!”   İSRAİL’İN TERÖRİSTLERİ Batı Medyası ile birlikte, İçerideki Batıcı-İliştirilmiş Medya da… İtina ile Gazze’deki kara savaşında yaşanan gerçekleri hasıraltı ediyor. -İsrail Muhipleri Cemiyeti gibiler! İşgalci İsrail’in El Kassam Tugayları karşısındaki çarpıcı yenilgisini dünyaya duyurmak istemiyorlar! *** Sahadan gelen gerçek haberlere göre: İlk bir ay itibarıyla… Siyonist İsrail’in kaybı, en az 4 bin asker -pardon- terörist!
Ekleme Tarihi: 14 November 2023 - Tuesday

ABD’nin topraklarından yaklaşık 12 bin kilometre uzaklıktaki Suriye’de ve Irak’ta ne işi var?

10 Kasım’da, Doğu Akdeniz’de “eğitim amaçlı sorti yapan” bir Amerikan askeri uçağı düştü!

***

ABD’nin Avrupa Komutanlığı, ilk açıklamasında olayın bir kaza olduğunu öne sürdü ve can kaybı hakkında bilgi vermedi.

***

12 Kasım’da, “Yakıt ikmali sırasında yaşanan kazada, 5 Amerikan askerinin hayatını kaybettiği” rapor edildi!

-Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

 
BATTI KARİZMA, YAN GOING

Haydut Devlet ABD, “Karizmasının çizilmesinden” nefret eder!

Haliyle “izah edemediği, etmesinin hiç de işine gelmeyeceği” hadiseler için tak “kaza” etiketini yapıştırıverir.

***

Amerikan makamları…

Geçtiğimiz Eylül’de, Charleston’ın kuzeydoğusunda “gizemli bir biçimde düşen” F-35B jeti için de kayda değer bir izah getirememişlerdi.

 

İKİ OKUMA PARÇASI

Bu sütunda, 20 Eylül 2023 tarihli “Sam Amca söylüyor: Bana kaderimin bir oyunu mu, bu?” başlıklı yazımızda son yıllarda F-35’lerin başına gelenler anlatılıyordu.

O yazıda atıfta bulunulan mevzuyla alakalı bir başka yazımız ise 22 Aralık 2020’de yayınlanan “Palamut bitti, Kalkan var!” başlığını taşıyor.
 
Yankilere ait jetlerin veyahut askeri uçakların birbiri ardına “enteresan bir şekilde düşmeleri” hakkında yeterince fikir verebilecek okuma parçalarıdır.

***

Amerikalı yetkililerin optik çarpıtma, hileyle yönlendirme ve yalanlarına karşı hakikate ulaşmak isteyenler içindir!

 

MADEM ÖYLE, GEL BÖYLE

Tam da burada…

Sovyet sinema yönetmeni Sergey Eisenstein’ın (1898-1948) özellikle unutulmaz “Potemkin Zırhlısı” filminde yaptığı gibi…
Sahneleri, pek manidar bir biçimde birbirine bağlayalım!

-Nasıl mı?

***

Henüz hafızalarımızda taze...

6 Ekim’de, Suriye’nin kuzeyinde ABD, kasten Türk SİHA’sını düşürdü!

***

Türkiye, YPG-PKK’ya ait enerji ve altyapı-üstyapı tesislerini vurduğunda…

 
Terör örgütünün hamisi ABD…

Buna karşılık olarak, Ürdün’den kaldırdığı uçağıyla SİHA’mızı hedef almıştı!

***

Ankara ise Haydut Devlet ABD’nin bu saldırısını milli hafızasını kaydetmiş “vakti geldiğine gereğinin yapılacağını” beyan etmişti.

***

Yıllarca önce, ekranlardaki bir Türk dizisinde geçen ilginç bir replik vardı!

Şöyle:

“Hafıza-i devlet, nisyan (unutma) ile malul değildir!”

 

YANKİLER VURULUYOR

İşgalci Terör Devleti İsrail’e karşı vatanını savunan Hamas’ın 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonunun ardından…

Suriye ve Irak’taki ABD’nin üslerine birbiri ardına saldırılar gerçekleştirildi.

***

Dikkat!

-En az 40 saldırıdan bahsediyoruz.
 
İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan, CNN’den Fareed Zakaria’ya “İran ile ilişkilendirilen bu saldırılarla hiçbir bağlantılarının olmadığını” söyledi.

(31 Ekim 2023, Hürriyet)

***

Ardından, İran devletinin sözcüleri benzer açıklamalar yaptılar!

 

KİMİN, NE İŞİ VAR?

Türkiye’deki Amerikan Muhipleri, farklı kıyafetler giyinen Etki Ajanları; yıllardır “Türkiye’nin Irak’ta, Suriye’de ne işi var?” diye soruyorlar, ya!

***

Biz de, bilmem kaçıncı kez…

“Haydut
” diye ısrarla soruyoruz!

***

Son bir aydır, bu iki ülkedeki Yanki Üsleri panik atak yaşıyorlar; hop oturup hop kalkıyorlar!

-Nedir?

-Başka bir dünyanın kapıları açıldı!

 

GAZZE’DEKİ YANKİLER

Amerikan Savunma Bakanı Lloyd Austin’in eski danışmanı olan Emekli Albay Douglas Mc Gregor, şimdilerde televizyon yorumcusu…

Kısa bir süre önce, ne demişti:
“Amerikan özel kuvvetleri, Gazze şeridine İsrailli rehineleri aramak ve kurtarmak için gönderildi.
Ancak, orada El Kassam Tugayları tarafından pusuya düşürüldü…
Amerikan askerlerinin tamamı öldürüldü!”

 

İSRAİL’İN TERÖRİSTLERİ

Batı Medyası ile birlikte, İçerideki Batıcı-İliştirilmiş Medya da…

İtina ile Gazze’deki kara savaşında yaşanan gerçekleri hasıraltı ediyor.

-İsrail Muhipleri Cemiyeti gibiler!

İşgalci İsrail’in El Kassam Tugayları karşısındaki çarpıcı yenilgisini dünyaya duyurmak istemiyorlar!

***

Sahadan gelen gerçek haberlere göre:

İlk bir ay itibarıyla…

Siyonist İsrail’in kaybı, en az 4 bin asker -pardon- terörist!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Eğer taş çakılırsa kıvılcım çıkar, çakılmazsa ateş gizli kalır

Hürmet ve Nezaket Hz. Şa‘bî [rahmetullahi aleyh] anlatıyor:  Bir gün Zeyd b. Sâbit [radıyallahu anh] ile bir cenaze namazı kıldıktan sonra, binmesi için bineğini yaklaştırdım. O sırada Abdullah b. Abbas [radıyallahu anh] gelerek binmesi için üzengiyi tuttu. Bunu gören Zeyd b. Sâbit [radıyallahu anh], – Ey Resûlullah’ın amca oğlu, üzengiyi bırak lütfen, dedi. İbn Abbas [radıyallahu anh], – Biz, âlimlere ve büyüklerimize bu şekilde muamele etmekle emrolunduk, dedi. Bunun üzerine Zeyd b. Sâbit, İbn Abbas’ın elini öptü ve, – Biz de Resûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] Ehl-i beyt’ine karşı böyle davranmakla emrolunduk, diye karşılık verdi.  Nefse Dikkat Hz. Lokman [aleyhisselâm] oğluna şöyle sesleniyor: – Oğulcuğum! İlk önce seni nefsin hususunda uyarırım. Çünkü her nefsin mutlaka şehvet ve zararlı istekleri vardır. Şayet nefsin arzu ve isteklerini yerine getirirsen, nefis bunların devam etmesini ve daha başkalarını da ister. Kuşkusuz şehvet, ateşin çakmak taşında gizli olduğu gibi kalpte gizlidir..  
Ekleme Tarihi: 14 November 2023 - Tuesday

Eğer taş çakılırsa kıvılcım çıkar, çakılmazsa ateş gizli kalır

Hürmet ve Nezaket

Hz. Şa‘bî [rahmetullahi aleyh] anlatıyor:

 Bir gün Zeyd b. Sâbit [radıyallahu anh] ile bir cenaze namazı kıldıktan sonra, binmesi için bineğini yaklaştırdım. O sırada Abdullah b. Abbas [radıyallahu anh] gelerek binmesi için üzengiyi tuttu. Bunu gören Zeyd b. Sâbit [radıyallahu anh],

– Ey Resûlullah’ın amca oğlu, üzengiyi bırak lütfen, dedi. İbn Abbas [radıyallahu anh],

– Biz, âlimlere ve büyüklerimize bu şekilde muamele etmekle emrolunduk, dedi. Bunun üzerine Zeyd b. Sâbit, İbn Abbas’ın elini öptü ve,

– Biz de Resûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] Ehl-i beyt’ine karşı böyle davranmakla emrolunduk, diye karşılık verdi. 

Nefse Dikkat

Hz. Lokman [aleyhisselâm] oğluna şöyle sesleniyor:

– Oğulcuğum! İlk önce seni nefsin hususunda uyarırım. Çünkü her nefsin mutlaka şehvet ve zararlı istekleri vardır. Şayet nefsin arzu ve isteklerini yerine getirirsen, nefis bunların devam etmesini ve daha başkalarını da ister. Kuşkusuz şehvet, ateşin çakmak taşında gizli olduğu gibi kalpte gizlidir..

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Onunla bir ziyafette karşılaştığında bunun sebebini sordu

Tasavvuf Ehlinin Sözü Büyük müfessir Fahreddin er-Râzî’nin [rahmetullahi aleyh] tasavvufa intisap etmesi şöyle olmuştur: Herat’a geldiğinde Şeyh Necmeddin-i Kübrâ [kuddise sırruhû] kendisini ziyarete gelmedi. . Şeyh de şöyle cevap verdi.  Ben fakir bir kimseyim. Bu sebeple, ziyaretinize gelip gelmemem, sizin şerefinizi ne arttırır, ne de eksiltir.  İmam,  Bu söz ehl-i tasavvufun sözüdür. İşin iç yüzünü bana anlat da merakım gitsin  dedi. Şeyh,  Seni ziyaret hangi bakımdan vâciptir?  dedi. İmam,  Ben müslümanların hürmet etmeleri lazım olan biriyim  dedi. Bunun üzerine şeyh,  Mademki, ilimle iftihar ediyorsun, ilmin neticesi, marifetullahtır. Şimdi sana soruyorum; Allah Teâlâ’yı nasıl tanıdın ve hedefine nasıl ulaştın?  dedi. İmam,  Yüz burhan ve delil ile ilim ve yakîn elde ettim  dedi. O zaman o zat,  Burhan, şüpheyi gidermek içindir. Allah Teâlâ benim kalbime öyle bir nur verdi ki, onun olduğu yerde şüphe bulunmaz. Nerede kaldı ki, burhan ve hüccete ihtiyaç duyulsun  buyurdu. Bunun üzerine kendisine intisap etti ve istifade etti.  
Ekleme Tarihi: 13 November 2023 - Monday

Onunla bir ziyafette karşılaştığında bunun sebebini sordu

Tasavvuf Ehlinin Sözü

Büyük müfessir Fahreddin er-Râzî’nin [rahmetullahi aleyh] tasavvufa intisap etmesi şöyle olmuştur:

Herat’a geldiğinde Şeyh Necmeddin-i Kübrâ [kuddise sırruhû] kendisini ziyarete gelmedi. . Şeyh de şöyle cevap verdi.

 Ben fakir bir kimseyim. Bu sebeple, ziyaretinize gelip gelmemem, sizin şerefinizi ne arttırır, ne de eksiltir.  İmam,

 Bu söz ehl-i tasavvufun sözüdür. İşin iç yüzünü bana anlat da merakım gitsin  dedi. Şeyh,

 Seni ziyaret hangi bakımdan vâciptir?  dedi. İmam,

 Ben müslümanların hürmet etmeleri lazım olan biriyim  dedi. Bunun üzerine şeyh,

 Mademki, ilimle iftihar ediyorsun, ilmin neticesi, marifetullahtır. Şimdi sana soruyorum; Allah Teâlâ’yı nasıl tanıdın ve hedefine nasıl ulaştın?  dedi. İmam,

 Yüz burhan ve delil ile ilim ve yakîn elde ettim  dedi. O zaman o zat,

 Burhan, şüpheyi gidermek içindir. Allah Teâlâ benim kalbime öyle bir nur verdi ki, onun olduğu yerde şüphe bulunmaz. Nerede kaldı ki, burhan ve hüccete ihtiyaç duyulsun  buyurdu. Bunun üzerine kendisine intisap etti ve istifade etti.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

DOĞUM KAĞIDI ÇIKMADAN ÖLÜM KAĞIDI ÇIKAN ÇOCUKLARIMIZIN İNTİKAMINI ALACAĞIZ.KAÇACAK HİÇBİR DELİK BULAMAYACAKLAR.

Ekleme Tarihi: 12 November 2023 - Sunday

DOĞUM KAĞIDI ÇIKMADAN ÖLÜM KAĞIDI ÇIKAN ÇOCUKLARIMIZIN İNTİKAMINI ALACAĞIZ.KAÇACAK HİÇBİR DELİK BULAMAYACAKLAR.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

TÜRDEF TÜM EKİBİYLE GAZZE İÇİN SAHADA HALKIMIZLA SOYKIRIM KARŞITI YÜRÜYÜŞÜ EDİRNEKAPI DAN SULTANAHMET MEYDANINA KADAR ELELE.

Ekleme Tarihi: 12 November 2023 - Sunday

TÜRDEF TÜM EKİBİYLE GAZZE İÇİN SAHADA HALKIMIZLA SOYKIRIM KARŞITI YÜRÜYÜŞÜ EDİRNEKAPI DAN SULTANAHMET MEYDANINA KADAR ELELE.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

TÜRK MİLLETİ BU ZULME SONVERECEK.TÜM MİLLETLER DAVETLİDİR.

Ekleme Tarihi: 12 November 2023 - Sunday

TÜRK MİLLETİ BU ZULME SONVERECEK.TÜM MİLLETLER DAVETLİDİR.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Türdef Genel Başkanlığı,Dış İlişkiler Başkanlığı aracılığıyla insan zincirinin bir halkası olmaları için vatandaşlara sosyal medyadan çağrı yaptı.

Türkiye Tüm Dernekler Federasyonundan Çağrı:Yurdun dört bir yanında zulme karşı ‘El Ele Gazze Şeridi' eylemi düzenlenecek. İşgalci İsrail, abluka altında tuttuğu Gazze'ye karşı günlerdir sistematik soykırım yapıyor. Zulme karşı dur demek için Filistin İnisiyatifi tarafından, İsrail'in saldırılarına dikkati çekmek ve Gazze'ye destek vermek amacıyla bugün başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok kentte "El Ele Gazze Şeridi" eylemi düzenlenecek. Saat 15.00'te yapılacak etkinlikte insan zinciri oluşturulacak.   Türkiye'nin birçok kentinde "El Ele Gazze Şeridi" eylemi düzenlenecek.           Filistin İnisiyatifince İsrail'in saldırılarına dikkati çekmek için İstanbul, Ankara, Kocaeli, Konya ve Gaziantep'in de aralarında bulunduğu kentlerde bugün eş zamanlı olarak saat 15.00'te düzenlenecek eylemlerde, Filistin destekçileri bir araya gelecek.   Belirlenen caddelerden uzayıp gidecek kalabalıklar, el ele tutuşup insan zinciri oluşturarak dikkati çekici bir eyleme imza atacak.   İnsan zinciri oluşturulacak İstanbul'daki programda katılımcılar, Edirnekapı'dan Beyazıt'a kadar insan zinciri oluşturacak.   Ellerinde Türk ve Filistin bayrakları ile dövizler, omuzlarında ise kefiyeler taşıyacak binlerce katılımcı, Gazze'deki direnişe desteklerini gönderirken, İsrail'in zulmünü lanetleyecek. Başkent'te insan zinciri, Ulus'taki Melike Hatun Camisi'nin avlusundan başlayacak.   Kocaeli'de bir araya gelecek katılımcılar, Fevziye Camisi'nden Mobesko Köprüsü'ne kadar "Gazze Şeridi" oluşturacak.   Konya'daki eylemin başlangıç noktası Mevlana Meydanı olarak belirlenirken, Gaziantep'teki insan zinciri ise Çınarlı Camisi'nden başlayacak.   Bir araya gelme çağrısı İnisiyatifin sözcülüğünü üstlenen Tülay Gökçimen, Gazze'deki soykırıma hep beraber güçlü bir şekilde "dur" diyebilmek için Filistin İnisiyatifi ismiyle bir platform oluşturduklarını belirtti.   Gökçimen, gerçekleştirilecek eylemlerle ilgili şunları kaydetti:   "Biz sadece hepiniz gibi gördükleri nedeniyle yüreği yanan anneler, babalar, işçiler, memurlar, öğrenciler, öğretmenler her kesimden, her meslekten, bir şey yapamamanın utancı ile daha fazla yaşamak istemeyen insanlarız. Gazze Şeridi içerisine hapsedilerek yok edilmek istenen kardeşlerimize desteğimizi göstermek için bir araya gelme çağrısında bulunuyoruz. Gelin el ele verelim ve oluşturacağımız Gazze Şeridi ile soykırım altındaki kardeşlerimizin sesi olalım."   Öte yandan, Filistin İnisiyatifi kurucuları Bekir Develi, Ümit Sönmez, Esra Elönü, Nuriye Çakmak Çelik, Demet Tezcan, İsmail Halis, Sertaç Güngör, Süleyman Ragıp Yazıcılar, Merve Safa Likoğlu, Merve Gülcemal, Mehmet Ali Aslan, Yavuz Yiğit ve Yusuf Ziya Çataklı,
Ekleme Tarihi: 12 November 2023 - Sunday

Türdef Genel Başkanlığı,Dış İlişkiler Başkanlığı aracılığıyla insan zincirinin bir halkası olmaları için vatandaşlara sosyal medyadan çağrı yaptı.

Türkiye Tüm Dernekler Federasyonundan Çağrı:Yurdun dört bir yanında zulme karşı ‘El Ele Gazze Şeridi' eylemi düzenlenecek.

İşgalci İsrail, abluka altında tuttuğu Gazze'ye karşı günlerdir sistematik soykırım yapıyor. Zulme karşı dur demek için Filistin İnisiyatifi tarafından, İsrail'in saldırılarına dikkati çekmek ve Gazze'ye destek vermek amacıyla bugün başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok kentte "El Ele Gazze Şeridi" eylemi düzenlenecek. Saat 15.00'te yapılacak etkinlikte insan zinciri oluşturulacak.

 
Türkiye'nin birçok kentinde

Türkiye'nin birçok kentinde "El Ele Gazze Şeridi" eylemi düzenlenecek.

 
 
 
 
 

Filistin İnisiyatifince İsrail'in saldırılarına dikkati çekmek için İstanbul, Ankara, Kocaeli, Konya ve Gaziantep'in de aralarında bulunduğu kentlerde bugün eş zamanlı olarak saat 15.00'te düzenlenecek eylemlerde, Filistin destekçileri bir araya gelecek.

 

Belirlenen caddelerden uzayıp gidecek kalabalıklar, el ele tutuşup insan zinciri oluşturarak dikkati çekici bir eyleme imza atacak.

 

İnsan zinciri oluşturulacak

İstanbul'daki programda katılımcılar, Edirnekapı'dan Beyazıt'a kadar insan zinciri oluşturacak.

 

Ellerinde Türk ve Filistin bayrakları ile dövizler, omuzlarında ise kefiyeler taşıyacak binlerce katılımcı, Gazze'deki direnişe desteklerini gönderirken, İsrail'in zulmünü lanetleyecek.

Başkent'te insan zinciri, Ulus'taki Melike Hatun Camisi'nin avlusundan başlayacak.
 

Kocaeli'de bir araya gelecek katılımcılar, Fevziye Camisi'nden Mobesko Köprüsü'ne kadar "Gazze Şeridi" oluşturacak.

 

Konya'daki eylemin başlangıç noktası Mevlana Meydanı olarak belirlenirken, Gaziantep'teki insan zinciri ise Çınarlı Camisi'nden başlayacak.

 

Bir araya gelme çağrısı

İnisiyatifin sözcülüğünü üstlenen Tülay Gökçimen, Gazze'deki soykırıma hep beraber güçlü bir şekilde "dur" diyebilmek için Filistin İnisiyatifi ismiyle bir platform oluşturduklarını belirtti.

 

Gökçimen, gerçekleştirilecek eylemlerle ilgili şunları kaydetti:

 
"Biz sadece hepiniz gibi gördükleri nedeniyle yüreği yanan anneler, babalar, işçiler, memurlar, öğrenciler, öğretmenler her kesimden, her meslekten, bir şey yapamamanın utancı ile daha fazla yaşamak istemeyen insanlarız. Gazze Şeridi içerisine hapsedilerek yok edilmek istenen kardeşlerimize desteğimizi göstermek için bir araya gelme çağrısında bulunuyoruz. Gelin el ele verelim ve oluşturacağımız Gazze Şeridi ile soykırım altındaki kardeşlerimizin sesi olalım."
 

Öte yandan, Filistin İnisiyatifi kurucuları Bekir Develi, Ümit Sönmez, Esra Elönü, Nuriye Çakmak Çelik, Demet Tezcan, İsmail Halis, Sertaç Güngör, Süleyman Ragıp Yazıcılar, Merve Safa Likoğlu, Merve Gülcemal, Mehmet Ali Aslan, Yavuz Yiğit ve Yusuf Ziya Çataklı,

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

BU GÜNÜN ŞARTLARINA ALDANMAYIN.BUNLAR KAYBETMEYE MAHKUMLAR.SİZ GÖREVİNİZİ YAPIN BİR ŞEKİLDE MÜCADELENİN İÇİNDE OLUN.EVLATLARINIZ İYİKİ ONLARLA OLMUŞLAR DESİNLER.GELECEKTE ONLARIN BAŞLARINI EĞİK YÜRÜTMEYİN.

“Yahudileri imha edin! Sinagoglarını yakın! Avrupa’dan sürün!” Yedi maddeden oluşan bu talimatlar, sıradan birine ait değil. Protestanlığın kurucusu ve sonuç itibariyle sekülerliğin ve dolayısıyla modern dünyanın ve tasavvurunun icadında en kilit rollerden birini oynayan Martin Luther’e ait. Büyük çalkalanmaların ve transformasyonların kasıp kavurduğu 16. yüzyıl ‘’Avrupa’’sında yaşayan Luther’in, “Yahudilere ve Yalanlarına Karşı” (Against the Jews and their Lies) başlıklı bir kitabı olduğunu biliyor muydunuz?   Luther, 7 maddeden oluşan Yahudileri imha planını bu kitabında açıklıyor ve Avrupa’da Yahudilerin nasıl bir hayat sürdüklerine dair ilginç bilgiler veriyor. Avrupa’da Yahudilere karşı ne denli büyük bir kin, nefret ve öfkenin kolgezdiği ve Yahudilerin nasıl bir hayat sürdükleri bu kitaptan ve Luther’in Yahudileri imha planından çok net bir şekilde anlaşılabiliyor. Luther’in Yahudileri imha planı, piyanist, psikanalist, uygarlıklar ve düşünce tarihi araştırmacısı Georg Frankl’ın “Civilisation: Utopia and Tragedy” (Uygarlık: Ütopya ve Trajedi) başlıklı kitabında ayrıntılı olarak yer alıyor. (Burada, Zihnin Arkeolojisi üst başlığı ile iki cilt olarak yayımlanan Frankl’ın bu nefis kitabını Pınar Yayınları bünyesinde kurduğumuz Açılım Kitap’ın “uygarlıklar ve düşünce tarihi” dizisinin ilk kitabı olarak yayımladığımızı haber vermiş olayım). George Frankl, iki ciltlik kitabında şimdiye kadar yapılmamış bir şeyi yapıyor: İlk ciltte, insanlık tarihinin başlangıcından Antik Yunan uygarlığına kadar gelmiş geçmiş kültürlerin ve uygarlıkların bilinçaltlarının tarihini yazıyor. Bu metni keşfedince, Frankl’ın izini sürdüm ve hatta Londra’dayken bu ilginç adamın Elizabeth Hall’de verdiği bir piyano konserini izledim.   Luther’in Yahudileri imha planını Frankl’ın kitabının ikinci cildinin 97. ve 98. sayfalarından aynen aktarıyorum. Bu metnin Ermeni sorunu ile nasıl başa çıkacağını bilemeyen zavallı devlet ricalimizin işine de fazlasıyla yarayacağını şimdiden söylemiş olayım. İşte size Luther’in 7 maddeden oluşan Yahudileri imha talimatnamesi: “1-Yahudiler’in sinagoglarını yakın. Sinagoglardaki Yahudilerin üzerine de sülfür ve katran dökün. Ve yakılan Yahudilerin cesetlerinin üzerini, hiçbir iz kalmayacak şekilde toprakla örtün. 2-Yahudiler’in evlerini yıkın. Tüm Yahudileri sürüler hâlinde ahırlara doldurun. Böylelikle Yahudiler, bu dünyanın efendileri olmadıklarını, sadece sürgüne mahkûm edilen mahpuslar olduklarını öğrenmiş olsunlar. 3-Kutsal kitaplarını ve metinlerini ellerinden alın. Böylelikle Yahudiler, Tanrı’ya ve İsa’ya lanet okumaktan alıkonulmuş olsunlar. 4-Yahudiler’in hahamlarının çocuklarını eğitmelerini, kamusal mekânlarda Tanrı’ya ibadet etmelerini yasaklayın. Yasağa uymayanları ölüm cezasıyla cezalandırın. 5-Alman İmparatorluğu’nun sınırları içinde seyahat etmelerini yasaklayın. 6-Yahudiler’in faiz peşinde koşuşturmalarını yasaklayın. Ellerinden paralarını, altınlarını, gümüşlerini ve tüm mallarını, mülklerini alın. Çünkü Yahudilerin, elde ettikleri her şey hırsızlık ve faiz yoluyla elde edilmiştir. 7-Yahudiler’in çocuklarını ve gençlerini en zor işlerde çalıştırın. Böylelikle, alınteriyle ekmek kazanmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmiş olsunlar. Ama en iyi yöntem, bunların hepsini Almanya’dan, İspanya’dan, Fransa’dan, Bohemya’dan ve diğer Avrupa ülkelerinden sürmektir.” Bu belge, Avrupa’da hâkim olan Yahudi düşmanlığının tarihinin ne denli eski olduğunu gözler önüne seriyor. Ermeni soykırımı konusunda Osmanlı’ya yöneltilen suçlamalar ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya dönük politikalar bu tür belgelerle kısmen de olsa etkisiz hâle getirilebilir. Burada altı çizilmesi gereken nokta şu: Bizim tarihimizde farklı dinlere ve kültürlere mensup topluluklar asla Avrupa’da farklı dinlere ve kültürlere mensup topluluklara yapılan muamelelere maruz kalmamışlardır. Bizim tarihimiz bu açıdan son derece temizdir. O yüzden bizim tarihimizde Ermenilere karşı, Avrupalıların Yahudilere karşı takındıkları sistematik tehcir ve katliama benzer bir tavır, tutum ve politikaya rastlanmamıştır. Ermeni sorunu, belli iç ve daha çok da dış siyasî oluşumların sonrasında zuhur etmiş bir sorundur. Bu nedenle bu tür belgelerin, Ermeni sorunu konusunda kafası bir hayli karışık olan devlet ricalimizin, Genelkurmay’ın ve Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin hareket ve manevra alanını genişleteceğini ve toplum olarak da bizim hiç de hak etmediğimiz bir hakarete, aşağılanmaya maruz bırakılmamızın önünü keseceğini söylemek bile gerekmiyor. Ama burada sormadan edemediğim bir soru var: İslâm tarihi boyunca Yahudiler, Müslümanlardan büyük bir himaye, yardım ve destek görmelerine rağmen, neden hem Ortadoğu’da Müslümanlara cehennem hayatı yaşatıyorlar ve hem de küresel düzlemde özellikle de Amerika ve Avrupa ülkelerinde İslâm’ın fanatizmle, terörizmle, kan emicilikle özdeşleştirilmesinde son derece aktif ve belirleyici bir rol oynuyorlar acaba? Not: Bu yazı, 2001 yılında 7 Mayıs tarihinde bu sütunda yayımlanmıştı. Bu yazıyı yeniden yayınlama ihtiyacı hissettim; çünkü Yahudiler, kendilerini kitleler hâlinde katledenler Avrupalılar olmalarına ve Yahudilerin katledilmelerine her zaman Müslümanlar engel olmalarına rağmen, Yahudilerin neden Müslümanları katletmekte zırnık kadar tereddüt etmedikleri meselesi üzerinde düşünmekte yarar var. Kendilerini koruyanlar Müslümanlar olmasına rağmen Yahudilerin Gazze’deki savunmasız Müslümanların bebeklerini, çocuklarını, kadınlarını katledecek kadar nankör, aşağılık tavır sergilemelerini nasıl açıklamalı peki? Küfür tel millettir, bu yakıcı gerçeği hiçbir zaman unutmamalıyız!
Ekleme Tarihi: 12 November 2023 - Sunday

BU GÜNÜN ŞARTLARINA ALDANMAYIN.BUNLAR KAYBETMEYE MAHKUMLAR.SİZ GÖREVİNİZİ YAPIN BİR ŞEKİLDE MÜCADELENİN İÇİNDE OLUN.EVLATLARINIZ İYİKİ ONLARLA OLMUŞLAR DESİNLER.GELECEKTE ONLARIN BAŞLARINI EĞİK YÜRÜTMEYİN.

“Yahudileri imha edin! Sinagoglarını yakın! Avrupa’dan sürün!”

Yedi maddeden oluşan bu talimatlar, sıradan birine ait değil. Protestanlığın kurucusu ve sonuç itibariyle sekülerliğin ve dolayısıyla modern dünyanın ve tasavvurunun icadında en kilit rollerden birini oynayan Martin Luther’e ait.

Büyük çalkalanmaların ve transformasyonların kasıp kavurduğu 16. yüzyıl ‘’Avrupa’’sında yaşayan Luther’in, “Yahudilere ve Yalanlarına Karşı” (Against the Jews and their Lies) başlıklı bir kitabı olduğunu biliyor muydunuz?

 

Luther, 7 maddeden oluşan Yahudileri imha planını bu kitabında açıklıyor ve Avrupa’da Yahudilerin nasıl bir hayat sürdüklerine dair ilginç bilgiler veriyor. Avrupa’da Yahudilere karşı ne denli büyük bir kin, nefret ve öfkenin kolgezdiği ve Yahudilerin nasıl bir hayat sürdükleri bu kitaptan ve Luther’in Yahudileri imha planından çok net bir şekilde anlaşılabiliyor.

Luther’in Yahudileri imha planı, piyanist, psikanalist, uygarlıklar ve düşünce tarihi araştırmacısı Georg Frankl’ın “Civilisation: Utopia and Tragedy” (Uygarlık: Ütopya ve Trajedi) başlıklı kitabında ayrıntılı olarak yer alıyor. (Burada, Zihnin Arkeolojisi üst başlığı ile iki cilt olarak yayımlanan Frankl’ın bu nefis kitabını Pınar Yayınları bünyesinde kurduğumuz Açılım Kitap’ın “uygarlıklar ve düşünce tarihi” dizisinin ilk kitabı olarak yayımladığımızı haber vermiş olayım).

George Frankl, iki ciltlik kitabında şimdiye kadar yapılmamış bir şeyi yapıyor: İlk ciltte, insanlık tarihinin başlangıcından Antik Yunan uygarlığına kadar gelmiş geçmiş kültürlerin ve uygarlıkların bilinçaltlarının tarihini yazıyor. Bu metni keşfedince, Frankl’ın izini sürdüm ve hatta Londra’dayken bu ilginç adamın Elizabeth Hall’de verdiği bir piyano konserini izledim.

 

Luther’in Yahudileri imha planını Frankl’ın kitabının ikinci cildinin 97. ve 98. sayfalarından aynen aktarıyorum. Bu metnin Ermeni sorunu ile nasıl başa çıkacağını bilemeyen zavallı devlet ricalimizin işine de fazlasıyla yarayacağını şimdiden söylemiş olayım. İşte size Luther’in 7 maddeden oluşan Yahudileri imha talimatnamesi:

“1-Yahudiler’in sinagoglarını yakın. Sinagoglardaki Yahudilerin üzerine de sülfür ve katran dökün. Ve yakılan Yahudilerin cesetlerinin üzerini, hiçbir iz kalmayacak şekilde toprakla örtün.

2-Yahudiler’in evlerini yıkın. Tüm Yahudileri sürüler hâlinde ahırlara doldurun. Böylelikle Yahudiler, bu dünyanın efendileri olmadıklarını, sadece sürgüne mahkûm edilen mahpuslar olduklarını öğrenmiş olsunlar.

3-Kutsal kitaplarını ve metinlerini ellerinden alın. Böylelikle Yahudiler, Tanrı’ya ve İsa’ya lanet okumaktan alıkonulmuş olsunlar.

4-Yahudiler’in hahamlarının çocuklarını eğitmelerini, kamusal mekânlarda Tanrı’ya ibadet etmelerini yasaklayın. Yasağa uymayanları ölüm cezasıyla cezalandırın.

5-Alman İmparatorluğu’nun sınırları içinde seyahat etmelerini yasaklayın.

6-Yahudiler’in faiz peşinde koşuşturmalarını yasaklayın. Ellerinden paralarını, altınlarını, gümüşlerini ve tüm mallarını, mülklerini alın. Çünkü Yahudilerin, elde ettikleri her şey hırsızlık ve faiz yoluyla elde edilmiştir.

7-Yahudiler’in çocuklarını ve gençlerini en zor işlerde çalıştırın. Böylelikle, alınteriyle ekmek kazanmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmiş olsunlar. Ama en iyi yöntem, bunların hepsini Almanya’dan, İspanya’dan, Fransa’dan, Bohemya’dan ve diğer Avrupa ülkelerinden sürmektir.”

Bu belge, Avrupa’da hâkim olan Yahudi düşmanlığının tarihinin ne denli eski olduğunu gözler önüne seriyor. Ermeni soykırımı konusunda Osmanlı’ya yöneltilen suçlamalar ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya dönük politikalar bu tür belgelerle kısmen de olsa etkisiz hâle getirilebilir.

Burada altı çizilmesi gereken nokta şu: Bizim tarihimizde farklı dinlere ve kültürlere mensup topluluklar asla Avrupa’da farklı dinlere ve kültürlere mensup topluluklara yapılan muamelelere maruz kalmamışlardır. Bizim tarihimiz bu açıdan son derece temizdir. O yüzden bizim tarihimizde Ermenilere karşı, Avrupalıların Yahudilere karşı takındıkları sistematik tehcir ve katliama benzer bir tavır, tutum ve politikaya rastlanmamıştır. Ermeni sorunu, belli iç ve daha çok da dış siyasî oluşumların sonrasında zuhur etmiş bir sorundur.

Bu nedenle bu tür belgelerin, Ermeni sorunu konusunda kafası bir hayli karışık olan devlet ricalimizin, Genelkurmay’ın ve Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin hareket ve manevra alanını genişleteceğini ve toplum olarak da bizim hiç de hak etmediğimiz bir hakarete, aşağılanmaya maruz bırakılmamızın önünü keseceğini söylemek bile gerekmiyor.

Ama burada sormadan edemediğim bir soru var: İslâm tarihi boyunca Yahudiler, Müslümanlardan büyük bir himaye, yardım ve destek görmelerine rağmen, neden hem Ortadoğu’da Müslümanlara cehennem hayatı yaşatıyorlar ve hem de küresel düzlemde özellikle de Amerika ve Avrupa ülkelerinde İslâm’ın fanatizmle, terörizmle, kan emicilikle özdeşleştirilmesinde son derece aktif ve belirleyici bir rol oynuyorlar acaba?

Not: Bu yazı, 2001 yılında 7 Mayıs tarihinde bu sütunda yayımlanmıştı. Bu yazıyı yeniden yayınlama ihtiyacı hissettim; çünkü Yahudiler, kendilerini kitleler hâlinde katledenler Avrupalılar olmalarına ve Yahudilerin katledilmelerine her zaman Müslümanlar engel olmalarına rağmen, Yahudilerin neden Müslümanları katletmekte zırnık kadar tereddüt etmedikleri meselesi üzerinde düşünmekte yarar var. Kendilerini koruyanlar Müslümanlar olmasına rağmen Yahudilerin Gazze’deki savunmasız Müslümanların bebeklerini, çocuklarını, kadınlarını katledecek kadar nankör, aşağılık tavır sergilemelerini nasıl açıklamalı peki? Küfür tel millettir, bu yakıcı gerçeği hiçbir zaman unutmamalıyız!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

SAKINHA ANAKKALEDE YANIMIZDA OLANLARI YALNIZLIĞA TERK ETMEYİN.YOKSA İKİNCİ KURTULUŞ SAVAŞI TEKRAR OLUR.

Zor, içinden çıkılamaz zamanlarda yaşıyoruz. Modern çağda Müslüman olmak ağır mesuliyetler istiyor. Batılı devletler, Gazze’de yaşayan bir avuç Müslüman halkı yok etmek için birleşmiş durumda ve kimse onları durdurmuyor. Birlikte, ‘Hafıza’ isimli programı yaptığımız İbrahim Ufuk Kaynak Hoca son yayında “Haçlılar bu kez Yahudi kılığında geldiler” tespitinde bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da İstanbul’daki Filistin mitinginde Batı’ya seslenerek “Siz yeniden hilal-haçlı mücadelesi mi istiyorsunuz?” demişti. Bu, sadece soru değil. Bir tespit de değil, tam olarak teşhis etmektir. “Sizi görüyoruz, asıl amacınızı biliyoruz” saptamasıdır. Batılı devletler bir aydır bu teşhisi onaylıyor. Evet bu kez, Hristiyan orduları olarak değil de “Yahudi kılığında birleşmiş ordular” olarak geldiler ve Gazze Şeridi’ni hep birlikte abluka altına aldılar. Bu nedenle de İsrail’in Gazze’de katlettiği her sivilin, her bebeğin, her kadının kanlarının; Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Kanada ve Belçika devletlerinin üzerine sıçradığından, liderlerinin elinin kana bulandığından “adımız kadar” emin olmalıyız. ‘Medeni Avrupa’ tüm değerleriyle çöktü, Batı Gazze’de battı. Yasaklara, engellemelere rağmen ayağa kalkan ve meydanlara dökülerek “biz bu vahşetten beriyiz” diyen kendi halklarına hesap veremeyecekler. Onların bu baskıcı ve yasakçı tavırları protestoları besliyor, göz göre göre yalan söylemeleri, yalan haberler üzerinden algı yapmaları ilgisiz insanların bile ilgi duymasına, bilgi sahibi olup tepki vermesine neden oluyor. Diğer yandan kendi halkları zor durumdayken İsrail’e bebek öldürmesi için sınırsız kredi açılması büyük itirazların kapısını da açacak yakın zamanda. Bu açıdan dünyadan, özellikle Avrupa’dan gelen kitlesel gösteriler ve yayınlanan görüntülerin önemi çok büyük. Bu görüntüler bizi umutlandırıyor, insanlık adına mutlu ediyor, büyük bir kazanım olarak önümüzde duruyor. Ama diğer yandan bugüne dek Filistin konusunda ‘eylem’ denilince, ‘tepki’ denilince ilk akla gelen halkın Türkler olmasına rağmen dünyaya istediğimiz görüntüyü verebildiğimizden emin değilim. AK Parti’nin düzenlediği milyonluk Büyük Filistin Mitingi dışında meydanlarda istenen hareketlilik yok gibi. Bunda ne zaman bir Filistin eylemi söz konusu olsa polisle çatışmak niyetiyle gelmiş provokatörlerin derli toplu bir görüntü verilmesini engelleyen çıkışlarının da etkisi var kuşkusuz. Bunu değiştirmek için bir şey yapmalı diye düşünürken, insani yardım çalışmaları denilince akla ilk gelen isimlerden olan Yönetmen Tülay Gökçimen aradı bir sabah. “Bir şey yapalım artık, ne zamana kadar seyredeceğiz, neden evlerimizdeyiz, neden sürekli hareket halinde değil meydanlarımız” diye dert yandı. Nasıl bir şey yapabiliriz derken aklıma en masum, en etkili, en unutulmaz sivil eylemlerimizden biri olan ‘el ele’ eylemi geldi. “Tülay abla, gel Edirnekapı’da buluşalım kaç kişi olursak olalım insan zinciri oluşturalım ve adına da ‘Gazze Şeridi’ diyelim” dedim. Bu konuşma salı günü gerçekleşti. Sonrası bir maraton… Günlerdir hemen her ortamda ‘biz de bir şeyler yapmalıyız’ diyen isimlerle WhatsApp grubu kuruldu. Tam olarak ne yapacağımıza karar verildi. Sözcümüz Tülay Gökçimen’in öncülüğünde; Bekir Develi, Ümit Sönmez, Esra Elönü, Nuriye Çakmak Çelik, Demet Tezcan, İsmail Halis, Sertaç Güngör, Süleyman Ragıp Yazıcılar, Merve Safa Likoğlu, Merve Gülcemal ve Mehmet Ali Aslan gibi temsiliyeti olan, etkileşimi yüksek isimler davetçi oldu. Afişler tasarlandı. Metinler yazıldı. Tişörtler bastırıldı. Davet videoları çekildi. Kimlerin görev alacağına karar verildi. Bu arada Valilikten izinler alındı. Sivil toplum kuruluşlarımızdan, yönteme dair fikirler ve destekler de alındı. ‘Bu kadar kısa sürede duyurabilecek miyiz’ diye endişe ederken afişler yayınlanır yayınlanmaz Anadolu’daki şehirlerden ses geldi. Ankara, Konya, Gaziantep, Kocaeli ve Afyon’da da eş zamanlı zincirler oluşacak. Biz bugün saat 15.00’te Edirnekapı’dan Beyazıt Meydanı’na, belki de Sultanahmet’e kadar uzanacak bir duruş sergileyeceğiz. Adına “Gazze Şeridi” dedik çünkü Batılı devletler tüm güçleriyle Gazze Şeridi’ni işgal ediyor. En azından bulunduğumuz yerden bu işgale direnmeliyiz hem de çoluk çocuk. Bir “Filistin duruşu” göstermek istiyoruz. Elimiz Gazze’ye uzanmasa da biz kardeşlerimiz için el ele vereceğiz. Ben ve arkadaşlarım, abilerimiz, ablalarımız; ellerimizde megafon, üzerinde ‘Gazze Şeridi’ logolu tişörtlerimizle sizi karşılıyor olacağız. Sesimize ses, elimize el vermeye bekliyoruz.
Ekleme Tarihi: 12 November 2023 - Sunday

SAKINHA ANAKKALEDE YANIMIZDA OLANLARI YALNIZLIĞA TERK ETMEYİN.YOKSA İKİNCİ KURTULUŞ SAVAŞI TEKRAR OLUR.

Zor, içinden çıkılamaz zamanlarda yaşıyoruz. Modern çağda Müslüman olmak ağır mesuliyetler istiyor. Batılı devletler, Gazze’de yaşayan bir avuç Müslüman halkı yok etmek için birleşmiş durumda ve kimse onları durdurmuyor. Birlikte, ‘Hafıza’ isimli programı yaptığımız İbrahim Ufuk Kaynak Hoca son yayında “Haçlılar bu kez Yahudi kılığında geldiler” tespitinde bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da İstanbul’daki Filistin mitinginde Batı’ya seslenerek “Siz yeniden hilal-haçlı mücadelesi mi istiyorsunuz?” demişti. Bu, sadece soru değil. Bir tespit de değil, tam olarak teşhis etmektir. “Sizi görüyoruz, asıl amacınızı biliyoruz” saptamasıdır.

Batılı devletler bir aydır bu teşhisi onaylıyor. Evet bu kez, Hristiyan orduları olarak değil de “Yahudi kılığında birleşmiş ordular” olarak geldiler ve Gazze Şeridi’ni hep birlikte abluka altına aldılar. Bu nedenle de İsrail’in Gazze’de katlettiği her sivilin, her bebeğin, her kadının kanlarının; Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Kanada ve Belçika devletlerinin üzerine sıçradığından, liderlerinin elinin kana bulandığından “adımız kadar” emin olmalıyız.

‘Medeni Avrupa’ tüm değerleriyle çöktü, Batı Gazze’de battı. Yasaklara, engellemelere rağmen ayağa kalkan ve meydanlara dökülerek “biz bu vahşetten beriyiz” diyen kendi halklarına hesap veremeyecekler. Onların bu baskıcı ve yasakçı tavırları protestoları besliyor, göz göre göre yalan söylemeleri, yalan haberler üzerinden algı yapmaları ilgisiz insanların bile ilgi duymasına, bilgi sahibi olup tepki vermesine neden oluyor. Diğer yandan kendi halkları zor durumdayken İsrail’e bebek öldürmesi için sınırsız kredi açılması büyük itirazların kapısını da açacak yakın zamanda.
Bu açıdan dünyadan, özellikle Avrupa’dan gelen kitlesel gösteriler ve yayınlanan görüntülerin önemi çok büyük. Bu görüntüler bizi umutlandırıyor, insanlık adına mutlu ediyor, büyük bir kazanım olarak önümüzde duruyor. Ama diğer yandan bugüne dek Filistin konusunda ‘eylem’ denilince, ‘tepki’ denilince ilk akla gelen halkın Türkler olmasına rağmen dünyaya istediğimiz görüntüyü verebildiğimizden emin değilim. AK Parti’nin düzenlediği milyonluk Büyük Filistin Mitingi dışında meydanlarda istenen hareketlilik yok gibi. Bunda ne zaman bir Filistin eylemi söz konusu olsa polisle çatışmak niyetiyle gelmiş provokatörlerin derli toplu bir görüntü verilmesini engelleyen çıkışlarının da etkisi var kuşkusuz.
Bunu değiştirmek için bir şey yapmalı diye düşünürken, insani yardım çalışmaları denilince akla ilk gelen isimlerden olan Yönetmen Tülay Gökçimen aradı bir sabah. “Bir şey yapalım artık, ne zamana kadar seyredeceğiz, neden evlerimizdeyiz, neden sürekli hareket halinde değil meydanlarımız” diye dert yandı. Nasıl bir şey yapabiliriz derken aklıma en masum, en etkili, en unutulmaz sivil eylemlerimizden biri olan ‘el ele’ eylemi geldi. “Tülay abla, gel Edirnekapı’da buluşalım kaç kişi olursak olalım insan zinciri oluşturalım ve adına da ‘Gazze Şeridi’ diyelim” dedim. Bu konuşma salı günü gerçekleşti. Sonrası bir maraton… Günlerdir hemen her ortamda ‘biz de bir şeyler yapmalıyız’ diyen isimlerle WhatsApp grubu kuruldu. Tam olarak ne yapacağımıza karar verildi. Sözcümüz Tülay Gökçimen’in öncülüğünde; Bekir Develi, Ümit Sönmez, Esra Elönü, Nuriye Çakmak Çelik, Demet Tezcan, İsmail Halis, Sertaç Güngör, Süleyman Ragıp Yazıcılar, Merve Safa Likoğlu, Merve Gülcemal ve Mehmet Ali Aslan gibi temsiliyeti olan, etkileşimi yüksek isimler davetçi oldu.

Afişler tasarlandı. Metinler yazıldı. Tişörtler bastırıldı. Davet videoları çekildi. Kimlerin görev alacağına karar verildi. Bu arada Valilikten izinler alındı. Sivil toplum kuruluşlarımızdan, yönteme dair fikirler ve destekler de alındı. ‘Bu kadar kısa sürede duyurabilecek miyiz’ diye endişe ederken afişler yayınlanır yayınlanmaz Anadolu’daki şehirlerden ses geldi. Ankara, Konya, Gaziantep, Kocaeli ve Afyon’da da eş zamanlı zincirler oluşacak.

Biz bugün saat 15.00’te Edirnekapı’dan Beyazıt Meydanı’na, belki de Sultanahmet’e kadar uzanacak bir duruş sergileyeceğiz. Adına “Gazze Şeridi” dedik çünkü Batılı devletler tüm güçleriyle Gazze Şeridi’ni işgal ediyor. En azından bulunduğumuz yerden bu işgale direnmeliyiz hem de çoluk çocuk. Bir “Filistin duruşu” göstermek istiyoruz. Elimiz Gazze’ye uzanmasa da biz kardeşlerimiz için el ele vereceğiz. Ben ve arkadaşlarım, abilerimiz, ablalarımız; ellerimizde megafon, üzerinde ‘Gazze Şeridi’ logolu tişörtlerimizle sizi karşılıyor olacağız. Sesimize ses, elimize el vermeye bekliyoruz.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

CESARETLİ OLUN,BIRAKMAYIN ,BİZİM KAZANMAMIZ GARANTİ.NASIL VURABİLİYORSANIZ VURUN.BUNLAR ACIMAYI HAK ETMİYORLAR.

Nazi-Siyonistler’in ABD’nin koruması altında, ve Amerikan uçakları, bombaları, füzeleriyle, insanlığa karşı saldırıları dur durak bilmiyor. ABD dahil, dünyanın dört bir yanında haysiyet sahibi insanların insanlığa karşı bu haince saldırılara tepkileri de dur durak bilmiyor. Gazze, milyonlarca yıldır varlığını sürdüren insanlığın yüreği oldu. Er ya da geç, insanlık galip gelecek Biden Yönetimi “Nazi-Siyonist Netanyahu”nun kuyruğunu takip ediyor. Batı dünyasının yönetimleri de ABD’nin kuyruğunu takip ediyorlar. Bölgedeki rejimlerse acziyet içindeler. Tek kaygıları “haysiyet isyanları”nın uykularını kaçırmış olmasıdır. Yakın bir zaman önce, Siyonist anlatıda ‘İsrail’in kutsanması’ anlamına gelen sözde ‘İbrahimî Anlaşmalar’a kucak açmış idiler. Dünyanın haysiyetli insanlarıyla Netanyahu şakşakçısı yönetimler arasındaki makaslar giderek açılıyor. İnsanlık tarihinin bu dehşet anında, saflar yeniden ayrışıyor. İnsanlıktan yana olanlar ile olmayanlar arasında da saflar ayrışıyor. Gazze, insanlığın ayağa kalkmasının simgesi olarak belleklerde yer alacak. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Önünde sonunda insanlık kazanacak. Binlerce çocuk ve bebek Amerikan bombalarının moloz yığınlarına dönüştürdüğü evlerinde katlediliyor. Biden Yönetimi’yse İsrail’e sevkettiği ölümcül silahların kullanılmasında hiçbir koşul öne sürmediğini söylemeye hâlâ devam ediyor. Amerikan Kongresi’nin en kıdemli senatörleri Netanyahu’ya seslenerek “Gazze’yi çöle çevirin”, “Gazze’yi düzleyin” diyerek hezeyanlarını kusuyorlar. Ateşkes çağırısı yapmaya cüret eden iki elin parmaklarını geçmeyen siyasetçi ise lobi parasına ram olan diğerlerinin linç kampanyalarına maruz bırakılıyor. Amerika’da yapılan bütün anketler Amerikan halkının çoğunluğunun Biden Yönetimi’nin ateşkes çağrısı yapması gerektiğini söylüyor. Yine bütün anketler yeni kuşak Amerikalıların İsrail’in koşulsuz desteklenmesine muhalif olduklarını söylüyor. Kezâ yeni kuşaklar Amerika’nın “paranın satın aldığı en iyi demokrasi” olmaktan çıkarılması için mücadele ediyorlar. İsrail Lobisinin adaylarına karşı kazanmaya da başladılar. Belediyelerde ve kent konseylerinde de Filistinin sesi giderek yükseliyor. Lobi bu sesleri de kısmaya çalışıyor. Kirli paranın hükümranlığının sonu yaklaşıyor. Er ya da geç, insanlık galip gelecek. Biden “Amerika hâlâ dünya için bir yol gösterici. Hâlâ. Bizler, dostum Madeleine Albright’ın da dediği gibi, vazgeçilmez ulusuz” diyor. ABD Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’a çok ağır yaptırımlar uygulamıştı. İlaçsızlık ve gıdasızlıktan yüzbinlerce çocuk hayatını kaybetmişti. Bir gazeteci 1996’da ABD’nin BM Temsilcisi Albright’a “Yarım milyon çocuğun öldüğünü duyduk. Yani, bu Hiroşima’da ölen çocuk sayısından daha fazla. Peki bu bedel buna değer mi?” diye sormuştu. Albright, “bedelinin buna değeceğini düşünüyoruz” diye cevap vermişti. Albright daha sonra Dış İşleri Bakanlığı da yapmıştı. Gazze’de binlerce çocuğun katledilmesine rağmen ABD ateşkes için İsrail’e baskı yapmak şöyle dursun, silah gönderiyor. Dünyanın haysiyetli insanları buna isyan ediyor. Önünde sonunda insanlık kazanacak. Amerikan Senatosu’ndaki Cumhuriyetçilerin lideri Mitch McConnell Ukrayna ve İsrail’e destek konusunda Biden ile müttefik olduğunu söylüyor. Senatör McConnell, Ukrayna’ya verilen silahların nasıl kullanılacağına dair koşul getirdiklerini vurgularken, İsrail’in ise bu koşullardan muaf olduğunu vurguluyor. McConnell Ukrayna’ya akıtılan paranın önemli bir kısmının ABD’ye döndüğünü, bu para ile ABD’deki 38 farklı eyalette, Ukrayna’ya gönderilen silahların daha modern silahlarla değiştirilmesi için harcandığını belirtiyor. McConnell ayrıca “Ukrayna’da hiçbir Amerikalı öldürülmüyor. (Askerî)Sanayi üssümüzü yeniden inşa ediyoruz. Ukraynalılar en büyük rakiplerimizden birinin ordusunu yok ediyor” diyordu. ABD’nin pusulasına insanlık değerleri değil kibri yön veriyor. Postallarının bastığı her yeri çöle döndüren ve buna da ‘barış’ diyen Amerikan imparatorluğu çözülüyor. İnsanlığın kalbiyse Gazze’de atıyor. Gazzeli çocuklar dünyayı değiştirecekler. Er ya da geç, insanlık galip gelecek.
Ekleme Tarihi: 12 November 2023 - Sunday

CESARETLİ OLUN,BIRAKMAYIN ,BİZİM KAZANMAMIZ GARANTİ.NASIL VURABİLİYORSANIZ VURUN.BUNLAR ACIMAYI HAK ETMİYORLAR.

Nazi-Siyonistler’in ABD’nin koruması altında, ve Amerikan uçakları, bombaları, füzeleriyle, insanlığa karşı saldırıları dur durak bilmiyor. ABD dahil, dünyanın dört bir yanında haysiyet sahibi insanların insanlığa karşı bu haince saldırılara tepkileri de dur durak bilmiyor. Gazze, milyonlarca yıldır varlığını sürdüren insanlığın yüreği oldu. Er ya da geç, insanlık galip gelecek
Biden Yönetimi “Nazi-Siyonist Netanyahu”nun kuyruğunu takip ediyor. Batı dünyasının yönetimleri de ABD’nin kuyruğunu takip ediyorlar. Bölgedeki rejimlerse acziyet içindeler. Tek kaygıları “haysiyet isyanları”nın uykularını kaçırmış olmasıdır. Yakın bir zaman önce, Siyonist anlatıda ‘İsrail’in kutsanması’ anlamına gelen sözde ‘İbrahimî Anlaşmalar’a kucak açmış idiler.

Dünyanın haysiyetli insanlarıyla Netanyahu şakşakçısı yönetimler arasındaki makaslar giderek açılıyor. İnsanlık tarihinin bu dehşet anında, saflar yeniden ayrışıyor. İnsanlıktan yana olanlar ile olmayanlar arasında da saflar ayrışıyor. Gazze, insanlığın ayağa kalkmasının simgesi olarak belleklerde yer alacak. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Önünde sonunda insanlık kazanacak.

Binlerce çocuk ve bebek Amerikan bombalarının moloz yığınlarına dönüştürdüğü evlerinde katlediliyor. Biden Yönetimi’yse İsrail’e sevkettiği ölümcül silahların kullanılmasında hiçbir koşul öne sürmediğini söylemeye hâlâ devam ediyor. Amerikan Kongresi’nin en kıdemli senatörleri Netanyahu’ya seslenerek “Gazze’yi çöle çevirin”, “Gazze’yi düzleyin” diyerek hezeyanlarını kusuyorlar. Ateşkes çağırısı yapmaya cüret eden iki elin parmaklarını geçmeyen siyasetçi ise lobi parasına ram olan diğerlerinin linç kampanyalarına maruz bırakılıyor.
Amerika’da yapılan bütün anketler Amerikan halkının çoğunluğunun Biden Yönetimi’nin ateşkes çağrısı yapması gerektiğini söylüyor. Yine bütün anketler yeni kuşak Amerikalıların İsrail’in koşulsuz desteklenmesine muhalif olduklarını söylüyor. Kezâ yeni kuşaklar Amerika’nın “paranın satın aldığı en iyi demokrasi” olmaktan çıkarılması için mücadele ediyorlar. İsrail Lobisinin adaylarına karşı kazanmaya da başladılar. Belediyelerde ve kent konseylerinde de Filistinin sesi giderek yükseliyor. Lobi bu sesleri de kısmaya çalışıyor. Kirli paranın hükümranlığının sonu yaklaşıyor. Er ya da geç, insanlık galip gelecek.
Biden “Amerika hâlâ dünya için bir yol gösterici. Hâlâ. Bizler, dostum Madeleine Albright’ın da dediği gibi, vazgeçilmez ulusuz” diyor. ABD Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’a çok ağır yaptırımlar uygulamıştı. İlaçsızlık ve gıdasızlıktan yüzbinlerce çocuk hayatını kaybetmişti. Bir gazeteci 1996’da ABD’nin BM Temsilcisi Albright’a “Yarım milyon çocuğun öldüğünü duyduk. Yani, bu Hiroşima’da ölen çocuk sayısından daha fazla. Peki bu bedel buna değer mi?” diye sormuştu. Albright, “bedelinin buna değeceğini düşünüyoruz” diye cevap vermişti. Albright daha sonra Dış İşleri Bakanlığı da yapmıştı. Gazze’de binlerce çocuğun katledilmesine rağmen ABD ateşkes için İsrail’e baskı yapmak şöyle dursun, silah gönderiyor. Dünyanın haysiyetli insanları buna isyan ediyor. Önünde sonunda insanlık kazanacak.
Amerikan Senatosu’ndaki Cumhuriyetçilerin lideri Mitch McConnell Ukrayna ve İsrail’e destek konusunda Biden ile müttefik olduğunu söylüyor. Senatör McConnell, Ukrayna’ya verilen silahların nasıl kullanılacağına dair koşul getirdiklerini vurgularken, İsrail’in ise bu koşullardan muaf olduğunu vurguluyor. McConnell Ukrayna’ya akıtılan paranın önemli bir kısmının ABD’ye döndüğünü, bu para ile ABD’deki 38 farklı eyalette, Ukrayna’ya gönderilen silahların daha modern silahlarla değiştirilmesi için harcandığını belirtiyor. McConnell ayrıca “Ukrayna’da hiçbir Amerikalı öldürülmüyor. (Askerî)Sanayi üssümüzü yeniden inşa ediyoruz. Ukraynalılar en büyük rakiplerimizden birinin ordusunu yok ediyor” diyordu.
ABD’nin pusulasına insanlık değerleri değil kibri yön veriyor. Postallarının bastığı her yeri çöle döndüren ve buna da ‘barış’ diyen Amerikan imparatorluğu çözülüyor. İnsanlığın kalbiyse Gazze’de atıyor. Gazzeli çocuklar dünyayı değiştirecekler. Er ya da geç, insanlık galip gelecek.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

BATI BATMIŞTIR.BİR TEKMEDE SİZ VURUN.PİSLİKLERDEN ALIŞVERİŞ YAPMAYIN.

İnsan hakları, hiçbir ayrım göz etmeksizin tüm insanların başta yaşama hakkı olmak üzere gıdaya ve suya erişim hakkı, barınma hakkı, mülkiyet hakkı, düşünce ve ifade hürriyeti gibi insanın hür iradesiyle güvenle var olmasını sağlayacak çeşitli temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını içerir. Savaşlar söz konusu olduğunda insan hakları, başta çocuklar, kadınlar ve yaşlılar olmak üzere sivillerin korunmasını ve savaş hukuku kurallarının işletilmesini emreder. Bugün İsrail’de Siyonistlerin Filistinlilere karşı uyguladığı katliamlar ve soykırım karşısında Batılı devletlerin takındıkları tavır, şimdiye kadar gür bir sesle dillendirdikleri insan hakları söylemlerinin ne denli iki yüzlü bir söylem olduğunu ortaya koymaktadır. Katledilen binlerce masum Filistinli karşısında sessiz kalan Batının değerler sisteminin içinin ne denli boş olduğu, ahlaki bir çürümenin bu sisteminin köklerinden geldiği anlaşılmaktadır. Son yirmi yıldır açık bir cezaevine dönüştürülmüş bir şehirde köşeye sıkıştırılmış Filistin halkı, savaş bahanesiyle sistematik bir şekilde katlediliyor. Son bir ayda dört binin üzerinde çocuk katleden İsrail Devleti, dünya kamuoyunun gözü önünde hastaneleri, okulları, camileri, kiliseleri, mülteci kamplarını bombalıyor. Siyonistler, yaralıları taşıyan ambulanslardan kendi çağrılarıyla yola çıkan sivil konvoylara kadar Filistin halkını bir bütün olarak yok etmeyi amaçlıyor. İsrail, savunmasız Filistinli sivilleri gelişmiş bombalar, füzeler ve uçaklarla katletmekle kalmıyor, aynı zamanda kullanılması uluslararası savaş hukuku tarafından savaş suçu olarak tanımlanmış fosfor bombalarıyla bir soykırım gerçekleştiriyor. Peki bu soykırım karşısında insanlığın bugüne kadar geliştirdiği değerler sistemi nerede? Birleşmiş Milletler ne yapıyor? İnsan hakları alanında faaliyet gösteren uluslararası kurumlar nerede? Dünyanın jandarmalığına soyunmuş, sözüm ona medeniyetin temsilcileri olduğunu söyleyen Batılı devletler ne yapıyor? İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü soykırım karşısında uluslararası politikanın hegemonik güçleri olan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa ve Almanya bırakın sözde bir kınamada bulunmayı, İsrail’i destekliyor. Anlaşılan o ki bu ülkelerin liderleri Siyonistlerin köleleri hâline gelmiş durumda.   Afrika’da, Latin Amerika’da, Asya’da, Ortadoğu’da başka ülkeleri insan haklarını ihlal etmekle suçlayan Batılı devletler, İsrail’in sivil katliamları karşısında kınamada dahi bulunmuyor, bir ateşkes çağrısı yapmayı akıllarından bile geçirmiyor. Artık Batılı devletlerin foyası meydana çıkmıştır. Belki de Batılılar için Filistinliler insan değildir. Filistinlilerin “yarı insan, yarı hayvan” olduğunu ilan edip katledilmelerinin insan haklarına aykırı olmayacağını ima eden İsrail Savunma Bakanı gibi düşünüyor olmalılar. Tıpkı eski Yunan ve Roma’da sitenin dışında yaşayan insanlar her türlü insan haklarından mahrum barbarlar olarak görüldüğü gibi Filistinliler de Batı medeniyetinin dışında kalmış görünüyor. Batı dışındaki ülkelerin adaletsizliğin, vahşi orman kanunlarının geçerli olduğu gayri-medeni topraklar hâline getirilmesinin sürdürülme imkânı yoktur. Ya Batılı devletler, iki yüzlü insan hakları söylemlerini terk edip ahlaki çürümelerine bir dur diyecekler ya da dünya kan gölüne dönecek.   Şimdilik İsrail’in işlemekte olduğu soykırım küresel finans gücü ve medya tekeliyle bir miktar dünya kamuoyundan saklanabiliyor. Fakat tarihe kanlı harflerle yazılan bu vahşet, insanlık yaşadığı müddetçe unutulmayacak ve kıyamete kadar hatırlanacak. Aslında Batının ahlaki çürümüşlüğünün köklerine kadar uzandığı anlaşılıyor. Batı fikriyatının kökenlerini oluşturan eski Yunanda köleler değil, aynı zamanda bir sitenin vatandaşı olmayanlar her türlü insan haklarından mahrum “yarı insan, yarı hayvanlar” olarak muamele görüyordu. Bu site içi ve dışı anlayışın devam ettiği eski Roma’da Yahudiler, büyük sürgünlerle ve trajedilerle karşı karşıya kalmıştı. Orta çağ Avrupa’sında yalnızca Hristiyanlar birinci sınıf vatandaşlar olarak kabul edilmiş, Yahudiler çarşıya alınsalar da gettolarda yaşamaya mahkûm edilmişlerdi. Yüzyıllar boyunca Yahudiler, Avrupa’da yarı hayvan, yarı insan olarak yaşamak zorunda kalmışlardı.   Aslında Yahudilik sorunu bilindiği gibi bir Hristiyanlık ve engizisyon sorunuydu. Yüzyıllar boyunca Yahudiler, Hristiyanlar tarafından bir ötekileştirmeye, dışlanmaya ve yabancı düşmanlığına maruz bırakıldılar. Avrupa başkentlerinde bütün kötülüklerin, hastalıkların, maddi ve manevi tüm salgınların Yahudilerden kaynaklandığına inanılıyordu. Bu sebepten dolayı da Yahudiler, Avrupa’da cüzzamlı insan muamelesi görüyordu. Nihayetinde bu Yahudi düşmanlığı Almanya’da doruğuna ulaşmış, İkinci Dünya Savaşı sırasında milyonlarca Yahudi Naziler tarafından soykırıma uğramıştır. Elbette Batılı devletler, Avrupa’daki bin yıllık Yahudi düşmanlığının üstünü örterek bütün suçu Nazilere atmak konusunda başarılı oldu. 1917’de İngiltere Parlamentosundan çıkan Balfour Deklarasyonu ile Filistinlilere bir manda devleti hazırlanırken uzun vadede amaç Siyonist bir devlet kurmaktı. Parlamentoda yapılan tartışmada Hindistan kökenli anti-Siyonist bir Yahudi, insanların kendi kaderlerini tayin etme hakkından bahsederek Wilson prensiplerini anımsattığında Balfour, bu kişiye cevaben başta self-determinizm olmak üzere tüm insan haklarının yalnızca Batılılar için geçerli olduğunu ifade etmiştir. O hâlde eski Yunan’dan bugünkü Siyonistlerin gerçekleştirdiği soykırıma kadar Batının insan hakları söyleminin iki yüzlü doğasının değişmediği anlaşılıyor. Batılı devletlerin amacı, kendi sömürgeciliklerini ilerletmek ve ahlaki değerlerini yalnızca kendileri için savunmaktan ibaret.
Ekleme Tarihi: 12 November 2023 - Sunday

BATI BATMIŞTIR.BİR TEKMEDE SİZ VURUN.PİSLİKLERDEN ALIŞVERİŞ YAPMAYIN.

İnsan hakları, hiçbir ayrım göz etmeksizin tüm insanların başta yaşama hakkı olmak üzere gıdaya ve suya erişim hakkı, barınma hakkı, mülkiyet hakkı, düşünce ve ifade hürriyeti gibi insanın hür iradesiyle güvenle var olmasını sağlayacak çeşitli temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını içerir. Savaşlar söz konusu olduğunda insan hakları, başta çocuklar, kadınlar ve yaşlılar olmak üzere sivillerin korunmasını ve savaş hukuku kurallarının işletilmesini emreder.

Bugün İsrail’de Siyonistlerin Filistinlilere karşı uyguladığı katliamlar ve soykırım karşısında Batılı devletlerin takındıkları tavır, şimdiye kadar gür bir sesle dillendirdikleri insan hakları söylemlerinin ne denli iki yüzlü bir söylem olduğunu ortaya koymaktadır. Katledilen binlerce masum Filistinli karşısında sessiz kalan Batının değerler sisteminin içinin ne denli boş olduğu, ahlaki bir çürümenin bu sisteminin köklerinden geldiği anlaşılmaktadır.

Son yirmi yıldır açık bir cezaevine dönüştürülmüş bir şehirde köşeye sıkıştırılmış Filistin halkı, savaş bahanesiyle sistematik bir şekilde katlediliyor. Son bir ayda dört binin üzerinde çocuk katleden İsrail Devleti, dünya kamuoyunun gözü önünde hastaneleri, okulları, camileri, kiliseleri, mülteci kamplarını bombalıyor. Siyonistler, yaralıları taşıyan ambulanslardan kendi çağrılarıyla yola çıkan sivil konvoylara kadar Filistin halkını bir bütün olarak yok etmeyi amaçlıyor.

İsrail, savunmasız Filistinli sivilleri gelişmiş bombalar, füzeler ve uçaklarla katletmekle kalmıyor, aynı zamanda kullanılması uluslararası savaş hukuku tarafından savaş suçu olarak tanımlanmış fosfor bombalarıyla bir soykırım gerçekleştiriyor.

Peki bu soykırım karşısında insanlığın bugüne kadar geliştirdiği değerler sistemi nerede? Birleşmiş Milletler ne yapıyor? İnsan hakları alanında faaliyet gösteren uluslararası kurumlar nerede? Dünyanın jandarmalığına soyunmuş, sözüm ona medeniyetin temsilcileri olduğunu söyleyen Batılı devletler ne yapıyor?

İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü soykırım karşısında uluslararası politikanın hegemonik güçleri olan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa ve Almanya bırakın sözde bir kınamada bulunmayı, İsrail’i destekliyor. Anlaşılan o ki bu ülkelerin liderleri Siyonistlerin köleleri hâline gelmiş durumda.

 

Afrika’da, Latin Amerika’da, Asya’da, Ortadoğu’da başka ülkeleri insan haklarını ihlal etmekle suçlayan Batılı devletler, İsrail’in sivil katliamları karşısında kınamada dahi bulunmuyor, bir ateşkes çağrısı yapmayı akıllarından bile geçirmiyor. Artık Batılı devletlerin foyası meydana çıkmıştır.

Belki de Batılılar için Filistinliler insan değildir. Filistinlilerin “yarı insan, yarı hayvan” olduğunu ilan edip katledilmelerinin insan haklarına aykırı olmayacağını ima eden İsrail Savunma Bakanı gibi düşünüyor olmalılar. Tıpkı eski Yunan ve Roma’da sitenin dışında yaşayan insanlar her türlü insan haklarından mahrum barbarlar olarak görüldüğü gibi Filistinliler de Batı medeniyetinin dışında kalmış görünüyor.

Batı dışındaki ülkelerin adaletsizliğin, vahşi orman kanunlarının geçerli olduğu gayri-medeni topraklar hâline getirilmesinin sürdürülme imkânı yoktur. Ya Batılı devletler, iki yüzlü insan hakları söylemlerini terk edip ahlaki çürümelerine bir dur diyecekler ya da dünya kan gölüne dönecek.

 

Şimdilik İsrail’in işlemekte olduğu soykırım küresel finans gücü ve medya tekeliyle bir miktar dünya kamuoyundan saklanabiliyor. Fakat tarihe kanlı harflerle yazılan bu vahşet, insanlık yaşadığı müddetçe unutulmayacak ve kıyamete kadar hatırlanacak.

Aslında Batının ahlaki çürümüşlüğünün köklerine kadar uzandığı anlaşılıyor. Batı fikriyatının kökenlerini oluşturan eski Yunanda köleler değil, aynı zamanda bir sitenin vatandaşı olmayanlar her türlü insan haklarından mahrum “yarı insan, yarı hayvanlar” olarak muamele görüyordu. Bu site içi ve dışı anlayışın devam ettiği eski Roma’da Yahudiler, büyük sürgünlerle ve trajedilerle karşı karşıya kalmıştı.

Orta çağ Avrupa’sında yalnızca Hristiyanlar birinci sınıf vatandaşlar olarak kabul edilmiş, Yahudiler çarşıya alınsalar da gettolarda yaşamaya mahkûm edilmişlerdi. Yüzyıllar boyunca Yahudiler, Avrupa’da yarı hayvan, yarı insan olarak yaşamak zorunda kalmışlardı.

 

Aslında Yahudilik sorunu bilindiği gibi bir Hristiyanlık ve engizisyon sorunuydu. Yüzyıllar boyunca Yahudiler, Hristiyanlar tarafından bir ötekileştirmeye, dışlanmaya ve yabancı düşmanlığına maruz bırakıldılar.

Avrupa başkentlerinde bütün kötülüklerin, hastalıkların, maddi ve manevi tüm salgınların Yahudilerden kaynaklandığına inanılıyordu. Bu sebepten dolayı da Yahudiler, Avrupa’da cüzzamlı insan muamelesi görüyordu. Nihayetinde bu Yahudi düşmanlığı Almanya’da doruğuna ulaşmış, İkinci Dünya Savaşı sırasında milyonlarca Yahudi Naziler tarafından soykırıma uğramıştır. Elbette Batılı devletler, Avrupa’daki bin yıllık Yahudi düşmanlığının üstünü örterek bütün suçu Nazilere atmak konusunda başarılı oldu.

1917’de İngiltere Parlamentosundan çıkan Balfour Deklarasyonu ile Filistinlilere bir manda devleti hazırlanırken uzun vadede amaç Siyonist bir devlet kurmaktı. Parlamentoda yapılan tartışmada Hindistan kökenli anti-Siyonist bir Yahudi, insanların kendi kaderlerini tayin etme hakkından bahsederek Wilson prensiplerini anımsattığında Balfour, bu kişiye cevaben başta self-determinizm olmak üzere tüm insan haklarının yalnızca Batılılar için geçerli olduğunu ifade etmiştir.

O hâlde eski Yunan’dan bugünkü Siyonistlerin gerçekleştirdiği soykırıma kadar Batının insan hakları söyleminin iki yüzlü doğasının değişmediği anlaşılıyor. Batılı devletlerin amacı, kendi sömürgeciliklerini ilerletmek ve ahlaki değerlerini yalnızca kendileri için savunmaktan ibaret.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.