1982’nin Eylül’ünde Sabra ve Şatilla kamplarında İsrail devletinin organizasyonu ile Filistinlilerin maruz kaldığı katliam bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir infiale yol açmıştı. Katliamdan hemen sonra Fransız yazar Jean Genet, Beyrut’a gider ve tarihe kara bir leke olarak geçen hadisenin yaşandığı yerlerde dolaşır. Katledilenler daha toprağa verilemediği için sonuçları gözleriyle görür. Genet, gördüklerinden çok fazla etkilenmiştir. Fransa’ya döndükten sonra günlerce bu etkiden kurtulamaz ama yine de Şatilla’da Dört Saat adlı makaleyi yazmayı başarır.
Filistin’de İsrail’in insanlık dışı katliamlarını hatırlamak için Jean Genet gibi sıra dışı bir ismin Sabra ve Şatilla kamplarında yaşananlarla ilgili şahitliğine özellikle başvurduğumu belirtmek isterim. Edward Said, “Geç Dönem Üslubu”nda Genet’den bahsederken sözü ister istemez Sartre’a getiriyor ve Genet’nin onunla ilgili bir gözlemini aktarıyor. Said’in kitabında ilgili cümleler şu şekildedir: “Genet, Sartre’ın güçlü İsrail yanlısı konumundan söz ederek devam etti, ‘Paris’teki arkadaşları kendisini antisemitizm ile suçlar diye Filistinlilerin haklarını koruyan tek kelime etmeye ödü kopuyordu.’”
Genet, sıra dışı bir yazardı fakat 1980’lerin dünyasında onun gibi Filistin davasına sırtını dönmeyen sayıca az başka yazarlar da vardı. Roger Garaudy bunların başında gelir. Onun Filistin davasıyla ilgili kitapları Fransa’da yasaklanmıştı. Aynı dönemde Filistin davasını omuzlayan Filistinlilerin gür sesi de bütün dünyada yankılanıyordu. Mahmut Derviş’in şiirlerini bugün hatırlayabiliyorsak bu yankıdan dolayıdır. Üstelik bu çok kuvvetli temsilcilerin sesleri Türkiye’de çok farklı kesimlerde karşılık bulmuştur. Fakat Birinci Körfez Savaşı, Filistin davasını da derinden etkiledi.
Hamas’ın doğruları ve yanlışları farklı bir konudur. Filistin davasında Filistinli grupların ve bu çerçevede el-Fetih ve Hamas’ın birbirine düşmanlığı gibi meseleleri önemsemek gerekir. Hatta bu çerçevede Arap dünyası tekrar tekrar suçlanabilir. Fakat bunlar İsrail’in yaptıklarına herhangi bir şekilde gerekçe olarak sunulamaz ya da bugün yaygın olarak kabul gördüğü gibi açık İsrail taraftarlığını bu gerekçelerle açıklayamayız. Özellikle sosyal medyada çok meşhur kişilerin bir şekilde İsrail taraftarlığına varan tutumu üzerinde dikkatle durmamız gerekir. Geçmişte sarf edilen sözlerin farklı kesimlere nasıl sirayet ettiğini düşünmemizde hiçbir sakınca yok. Bunun ne gibi yeni sonuçlar doğurabileceğini de düşünmek gerekir.
Charles de Gaulle döneminde Fransa, İsrail’in nükleer silah yapımına büyük destek vermişti. Bu destek Sartre’ın Paris’teki arkadaşlarından korkması için yeterli bir sebep olabilir. Muhtemelen onun arkadaşları arasında gücü temsil edenler çoktu. Hâlbuki bugün Türkiye’de Erdoğan’ın İsrail’e yönelik çıkışlarını herhâlde görmeyen yoktur. Hatta Sayın Erdoğan, yine birçok defa Filistinlilere verdiği destek dolayısıyla uluslararası güçler tarafından eleştirilmiş ve Türkiye’ye karşı tutumlar da bu gerekçe ile netlik kazanmıştır. Üstelik “one minute” kelimenin bütün manası ile bir dönüm anına işaret etmiş ve Türkiye o andan itibaren büyük değişim yaşamıştır. Türkiye’nin devlet geleneğinde Filistin davasının yerini bilmek durumundayız. Buna rağmen özellikle dindar muhafazakâr çevrelere de sirayet eden yeni durum hayret vericidir.
Filistin meselesinde de Türkiye bütün ideolojik farklılıklara rağmen ikiye ayrıldı. Evet, ben Filistin tarafındayım.