Geçtiğimiz günlerde, “Birleşmiş Milletler’in kaybolan fonksiyonunu Erdoğan deruhte ediyor” içerikli bir yazı kaleme almıştım. Ukrayna- Rusya savaşının başlangıç günleri ile G20 Zirvesi’nde yapılan görüşmeler üzerinden bir kıyaslama yapmıştım. Her iki durumda da BM Genel Sekreteri’nden çok, Erdoğan konuşuldu. Mukayese iki dönemin dışında da pek değişmiyor. New York’taki Türkevi nerdeyse ikinci Birleşmiş Milletler fonksiyonu icra etmeye başladı.
Merhum Sezai Karakoç eserlerinde sürekli bir “gün dönümü’’nden bahseder. Gün döndüğünde rüzgâr arkamızdan esecek, attığımız her taş yerini bulacak, bereket kapıları aralanacak, Maveraünnehir’de fikir ufukları, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde olduğu gibi, maddi manevi fetihler birbirini takip edecek. Neden gün dönümü hayali kurulmasın ki! Dünyanın adalet ve merhamet medeniyeti tam iki yüzyıldır saldırı altında. Yenildik, yıkıma ve işgale uğradık, kültürel emperyalizme maruz kaldık. Her ümitlendiğimizde tekrar umutlarımız kırıldı, tekrar yenildik. Bu şartlarda her bir Müslüman, her bir Türk kaybettiği değeri aramakta, kaderimiz bizi geri çağırmaktadır.
Türkiye Yüzyılı’nın adımları döşenmeye başladığında, Türkiye vizyonunun güvenlikten diplomasiye, ticaretten ikili ilişkilere, vatandaşların gelecek Türkiye özlemine kadar birçok alanda yansımaları görülmeye başladı.
Bu zirvede de, Birleşmiş Milletler’in fonksiyonunun büyük devletler eliyle işlevsiz hale getirildiğini güçlü bir şekilde dile getirdi, BM’nin yeniden yapılanmadığı takdirde işlevini yitireceğini vurguladı.
Türkiye’nin jeopolitik konumu ve karşı karşıya kaldığı riskleri ve fırsatları, Türkiye’nin bu konudaki güçlü duruşunu ve muhataplarının açmazlarını en ince ayrıntısına kadar ortaya koydu.
Tahıl Koridoru hakkında sürecin yönetilmesinde Türkiye’nin yapıcı tutumu ve çözüm üreten, sonuç alan lider diplomasisinin, başta Afrika ülkeleri olmak kaydıyla, gıdaya erişimde zorlanan ülkelere bu yolla nasıl nefes alma imkânı verildiğinden bahsetti.
Başta Filistin, Keşmir, Suriye ve Arakan olmak üzere dünyadaki bütün kriz bölgelerinin sorunlarının üzerinde durdu, alışılmış bir şekilde hâkim devletlerin değil, gadre uğramışların yanında durdu ve sorun çıkaran devletlere çağrıda bulundu.
AB süreçleri, İsveç’in NATO üyeliği ve F16 satışları ile ilgili meselelerde karşı tarafların tutarsızlığı üzerinden bir okuma yaptı.
“Karabağ Azerbaycan toprağıdır”, kürsüde kurulan en etkili cümleydi ve bu konuşmanın Azerbaycan’daki aks-i sedasıydı.
PKK-ABD ilişkisini ve Türkiye’nin ulus ve toprak bütünlüğüne karşı en büyük tehlikenin terör örgütleri olduğunu vurguladı, terörle haklı mücadelenin süreceğinden bahsetti. Erdoğan’ı kürsüde eşsiz kılan neydi:
Öncelikle söylem ve eylem bütünlüğü; Erdoğan’ın kürsüde konuştuğu her bir cümlenin siyasette karşılığını ortaya koyan bir lider oluşu;
Küresel güçte olan devletlerin başka milletlerin meselesinden ziyade kendi haksız çıkarlarına odaklanmış olması;
Küresel hegemonyanın eski gücü ve kuşatıcılığı kalmadığı için dünyadaki dengelerdeki değişimi ilk Erdoğan’ın irdelemesi;
İmparatorluğun geçmişte var olan misyonunu, Türkiye Yüzyılı’nın gelecek perspektifi ile harmanlayan lider olması;
Türkiye’nin yirmi yıllık bağımsız kalkınması ve bu başarınınım diplomasiye yansımasının birçok devlet tarafından örnek alınmak istenmesi;
Mazlum milletlerin kendi kötü kaderlerini yenmek için, Erdoğan ile kendi gelecekleri arasında bir güven bağı kurmaları.