Son dönemde Mali, Nijer ve Burkina Faso gibi ülkelerde yaşanan gelişmeler, Afrika’nın Fransa etkisinden kurtulması olarak yorumlandı. Darbe girişimleri ile siyasetin farklı bir renk aldığı bu bölgede, darbe dışı bir siyaset mümkün mü sorusu önemli bir tartışma konusu. Darbe dışı bir yol ile siyasette yeni arayışlar söz konusu olabilir mi diye sormak yerine bu girişimleri kategorik olarak reddetmek sorunun farklı boyutlarını gözden kaçırmaya neden olmaktadır. Nitekim Afrika, iki yüzün üzerinde darbe ve darbe girişimiyle, Latin Amerika ile birlikte dünyada en fazla darbenin olduğu coğrafyalar olarak dikkat çekmektedir. O sebeple Cezayir Bağımsızlık savaşı döneminde şiddeti meşru ve mümkün gören Fanon’cu yaklaşımın bugün ne kadar karşılığı olabilir sorusunu da sormak gerekiyor.
Afrika’daki karmaşık siyaset ve ortaya çıkan denklemi anlamanın yolu Afrika’nın sömürgeleştirilme süreci ve sonrasındaki gelişmelerle birlikte analiz etmeyi icbar etmektedir. 19. yüzyılın sonunda Batı eliyle yeni bir sömürgeleştirilme evresine maruz bırakılan Afrika’nın 1960’lı yıllardaki bağımsızlaşma süreci hem politik hem de psikolojik açıdan öğreticidir. Bu açıdan 1960 sonrasındaki bağımsızlık hareketleri ve bu girişimlerin Afrika’ya maliyetleri günümüzdeki politik değişim taleplerini anlamamızı kolaylaştıracaktır. Nitekim Afrika’nın 60’lardan sonraki serüveni bir tür “yeni sömürge dönemi” olarak kavramsallaştırılmış ve özellikle Fransa’nın, kıtada ekonomik ve siyasi ilişkiler açısından yeni bağımlılıklar oluşturduğu gözlemlenmiştir. Öyle ki hemen her ülkenin kalkınma süreci ve modernleşme çizgisini belirleyen Fransa’nın Afrika’daki etkisi bugüne değin sürmüş ve Afrika ile Fransa arasındaki asimetrik ilişki tümüyle ortadan kaldırılamamıştır. Dil, kültür ve enformasyon akışı anlamında medyanın rolü de düşünüldüğünde Afrika’da Fransa’nın rolü oldukça önemlidir. Frantz Fanon’un “Siyah Deri ve Beyaz Maskeler” ile “Yeryüzünün Lanetlileri” eserlerinde anlattığı durum, Fransa’nın sömürge bölgelerinde yarattığı kültürel ve sosyolojik yıkımların bugüne dek süren etkisini anlamak adına yol göstericidir. O nedenle darbe girişimlerinin vuku bulduğu bugünlerde Fransa’ya yönelik kitlesel muhalefetin sergilenmesi ve Fransız kültürüne yönelik arınma talepleri, fiili sömürgeciliğin yarattığı tahribatın giderilmesi olarak değerlendirilmelidir.
Maden sahaları ve yenilenebilir enerji kaynakları açısından bakıldığında Afrika’nın halen bir cazibe merkezi olduğu bilinmektedir. Nitekim bölge, Batı ve özelde Fransa ile Çin ve Rusya gibi aktörlerin dahil olduğu bir iktidar savaşına da konu olmaktadır. Son dönemde Rusya’daki siyasi kriz üzerinden gündemde kalan Wagner’in Libya, Gine, Mozambik, Zimbabve, Mali ve Madagaskar gibi ülkelerdeki fiili varlığı bu durumu doğrular niteliktedir. Türkiye’nin bölgedeki gelişmelere teskin edici biçimde yaklaşımı ve diplomatik kanalların açık tutulmasına yönelik tutumu ise Türkiye’nin bölgeye hangi saik ve motivasyonlarla baktığını da göstermektedir. Bölgeye müdahil olan uluslararası aktörler ile Türkiye’nin bölge politikası karşılaştırıldığında, Türkiye’nin kendisini pozitif ayrıştırdığı ve bölge halklarında ciddi bir itibarı olduğu görülebilmektedir.
Son dönem hükümetlerinin bir tercih olarak ortaya koyduğu çok boyutlu dış politika anlayışının en fazla hissedildiği alanlardan birisi Türkiye-Afrika ilişkileridir. Nitekim ilişkilerin seyrine somut gösterge ve veriler ışığında bakıldığında, bu ilişkinin boyutları açık biçimde görülecektir. Türkiye’nin 2005 yılında Afrika Birliği’ne gözlemci üye olması ile başlayan “Afrika Açılımı” süreci bugüne değin kültürel, askeri, ticari, güvenlik ve askeri işbirlikleri anlamında da önemli anlaşmaların imzalanmasını beraberinde getirmiştir. Örneğin 2002’de yalnızca 12 büyükelçiliğimiz var iken 2022 yılında bu sayı 44’e yükselmiştir. Buna mukabil Afrika ülkelerinin Ankara’daki büyükelçilik sayısında da önemli artışlar olmuş ve bu yoğun diplomasi diğer işbirliklerini de mümkün kılmıştır. Ticari hacmini Afrika ile son dönemde önemli ölçüde artıran Türkiye’nin Libya ve Somali gibi ülkelerdeki varlığı, bölgedeki denkleme etkisi açısından da önemlidir. Bir tür “istikrarlaştırıcı güç” olarak kendisini gösteren Türkiye’nin Afrika’nın geleceğindeki rolü sömürgecilik etkilerinin silinmesi ve bölgenin rehabilitasyonuna katkı sağlayacaktır.
Türkiye’nin Diyanet Vakfı, TİKA, Kızılay ve Maarif Vakfı gibi kurumsal varlığının yanı sıra son dönemde artış gösteren sivil toplum tecrübesi ve insani yardımlar da ikili ilişkilerin gelişmesinde önemli roller oynamaktadır. Özellikle Türkiye’de bulunan yabancı öğrencilerin orta-uzun vadede kendi ülkelerinde üstlenecekleri rol ikili ilişkilerin tahkim edilmesinde kilit rol oynayacaktır. Diğer taraftan da Maarif Vakfı’nın 25 ülkede 200’e yakın eğitim kurumu ile binlerce öğrenciye erişiyor olması kültürel ilişkilerin karşılıklılığı açısından önemli bir göstergedir. Bir diğer önemli adım da 2023 yılında TRT Afrika’nın ile kıtadaki medya varlığını yerel düzlemlere taşıma fırsatı bulmasıdır. Türkiye’nin Batılı enformasyon tekelinin kırılması anlamında önemli katkılar sunan bu girişiminin yansımaları da orta uzun vadede karşılık bulacaktır. Tüm bu göstergeler üzerinden bakıldığında, Türkiye’nin Afrika’daki varlığı sömürgecilikten
ayrışan bir ilişki modelinin de mümkün olabileceği gerçeğini bizlere göstermektedir.