Son aylarda kimi Afrikalı ülkelerin Fransız sömürgeciliğine karşı direnişi gündemden düşmüyor. İki yüzyıldır süregelen sömürge azgınlığı hâlen devam ediyor. Avrupa’nın sömürgeci devletleri, Afrika topraklarını sömürgeleştirmeye devam ederken her zamanki gibi Afrika’ya medeniyet götürdüklerini
ilan ediyorlar.
Bugün bazı Afrika ülkelerinde kölelerin başka ülkelere gönderildiği merkezler müze hâline getirilmiş durumda. Bu müzeleri ziyaret edince insan insanlığından utanıyor. Yüzyıllar süren sömürgecilik sonucunda Avrupa’nın sömürgeci ülkeleri biriktirdikleri kirli parayla sefahat sürüyorlar. Fakat kirli para ile gelen refah sonunda milletleri yozlaştırıyor.
Afrika ülkelerinin tamamı zengin topraklara sahip. Kıymetli madenler ve zengin yeraltı kaynakları dışında Afrika ülkelerinin çoğu yağışlı iklim kuşağında bulunuyor.
Sosyal medya çağının tek bir faydalı tarafı varsa o da dünyadaki hiçbir kötülüğün artık gizlenemediği gerçeğidir. Avrupa’nın zenginliğinin kaynağı Afrika’nın zengin yeraltı kaynakları olduğu hâlde birkaç dolarlık ücretle çalışan Afrikalılar, bir yandan modern köleliklerinin bir yandan da ülkelerinin zenginliklerinin farkına varmaya başladı.
Mozambik’in eski Başbakanı, sömürgecilik üzerine olan bir belgeselde şu çarpıcı sözleri söylemişti: “Bizi önce ayaklarımızdan zincirlerle bağlayarak köleleştirip çalıştırdılar. Sonra ayaklarımızdaki zincirleri çıkarıp zihinlerimize taktılar. Zorunlu kölelik bittikten sonra bizler, hayatımıza gönüllü köleler olarak devam ettik.”
Aslında sömürgeci devletlerin bir ülkeyi askeri olarak işgal edip köleleştirmesi üzerinden Türkiye gibi bağımsız ülkelerde ipleri nasıl ellerinde tuttuklarını kavrayabiliriz.
Batı sömürgeciliğinin amacı, Afrika topraklarına kendi bayraklarını dikmek değildir. Sömürgeciliğin maksadı, sömürge ülkenin var olan bütün kaynaklarını mümkün olan en etkin şekilde sömürmek ve her fırsatta bu birikimi sömürgeci devlete aktarmaktır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir kısım ülkeler bağımsızlığını ilan etti. Yarı bağımsız ülke konumunda olanlar da adım adım tam bağımsızlıklarını kazandı.
Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olarak son yirmi yılda ekonomik kalkınmasını ve büyümesini büyük oranda tamamlaması ve bir sanayi ülkesine dönüşmesi dünyada devletleşme süreçlerini tamamlayamamış bütün ülkelerin dikkatini çekmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dünyada sembol bir lider hâline gelmesi, bu gelişmeyi Batı hegemonyasının engelleme çabalarına rağmen başarmış olmasından kaynaklanır. Türkiye’nin büyüme süreci Japonya, Tayvan veya Güney Kore gibi Batıya bağımlı bir şekilde kalkınan ülkelerin büyüme süreçlerinden farklıdır. Türkiye’nin kalkınma süreçleri devam ederken Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler kürsüsünden Batı sömürgeciliğini ağır bir dille eleştiriyor, Türkiye’nin ekonomik devrimini kültürel ve siyasi devrimlerle taçlandırmaya çalışıyor.
Afrika’da Fransız sömürgeciliğinden yana olanlar, üç-beş kuruşluk refah için güçlünün yanında olmayı tercih eden yolsuzluklara batmış azınlık gruplardır. Ne yazık ki bu durumun bir benzeri Türkiye’de de yaşanıyor.
Ülkenin en iyi okullarında okumuş, en iyi üniversitelerinde hocalık yapan ya da seksen yıldır devlet koruması ile servet sahibi olan kendince seçkin bir güruh, bugün Anadolu insanının çıkarlarının yerine kendi çıkarlarının peşinde koşuyor ve kölesi olduğu Batı aşkıyla yaşıyor.
Bizimkilerin kölelik çabalarından bir de sömürgecilerin haberi olsa gam yemeyeceğiz. Kültürel kölelik böyle bir şeydir: Yel değirmenleri ile savaşanlar kimden aferin alacaklarını da bilmiyorlar.
Eski köleler, yeni nesil devlet yöneticilerinin de köleliğe devam etmesini istiyor. Dünyamız
o kadar gariplik gördü ki buna da alışır.