Kıbrıs’ta Pile köyüne yol yapanları engellemeye çalışan Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleri, bizimkilerden gereken cevabı aldı.
Hak ettikleri şekilde muamele gördüler.
Türklerle Rumların bir arada yaşadığı tek köy orası.
Maksat, o köydeki Türkleri zorda bırakmak, sıkıntıya sokmak, hayat şartlarını ağırlaştırmak suretiyle göç ettirmek.
Yol yapılırsa daha rahat yaşayacak oradaki insanlar.
Eğer tekrar bir engelleme çabası olursa, yine en münasip şekilde cevap verilecektir. Türk tarafı bunu açıkça ilan etti.
Her zaman bizim karşımızda pozisyon alan BM’nin o gücüne “Barış Gücü” demek hatalı. Doğrusu: Savaş Gücü.
*
BM Genel Sekreteri’nin kim olduğunu biliyoruz. Antonyo Guteres. Bakınca düzgün birine benziyor. Ara sıra tahıl koridoru açılması için, çözüme ulaşmayacağı baştan belli olan etkisiz konuşmalar yapıyor.
Guteres’in kim olduğunu bilmek, nasıl açıklamalar yaptığından haberdar olmak marifet değil.
Asıl şunu bilmek lazım:
Kıbrıs’ta Barış Gücü adı altında “savaş gücü” gibi davranma emrini veren hangi teres?
Fransız L’Express dergisi “Türkiye 17 Şubat 2027’de Kardak adasını işgal edecek” iddiasını ortaya attı.
Sonrasında Yunanistan ile Türkiye arasında savaş çıkacakmış. Yunanistan AB’ye başvuracakmış. Fransa hemen onun yanında yer alacakmış. Arkadan Almanya, İngiltere ve İtalya da koşup gelecekmiş.
Netice: Türkiye yenilecekmiş ve Erdoğan istifa edecekmiş.
Lo Ekspres, git işine!
Trump ABD tarihinde sabıka fotoğrafı çekilen ilk başkan oldu.
Aslında...
Her birinin sırayla sabıka fotoğrafı çekilmesi gerekiyordu.
Aksatmadan, hiçbirine iltimas etmeden.
Sicili temiz bir tane başkan çıkaramazlar.
28 Mayıs seçim sonucuna göre, Kemal Bey milletvekili değil.
Meral Hanım milletvekili değil.
Davutoğlu, Karamollaoğlu, Babacan ve Gültekin Uysal da milletvekili değil.
*
Seçimi yüzde 60’la kazanacaklardı ve Kemal Bey Cumhurbaşkanı, diğerleri yardımcıları olacaklardı. O sebeple milletvekili aday listelerinde yer almadılar.
“Büyük Umutlar” her ne kadar Çarls Dikıns’ın eseri olsa da her birinin içinde vardı. Görüyorduk.
Seçim akşamına kadar sürdü o rüya.
Sandıktan çıkan sonuçlar açıklanınca, umutlar suya düştü ve ıslandı.
Islanmış umut da bir işe yaramaz.
Altılı masanın yemeği, bari bulgur pilavı olsaydı.
Mahalli seçim yaklaşıyor. Ölçsek, her gün tam olarak “bir gün” yaklaştığımız ortaya çıkar! Kesin!
Partilerin nasıl davranacakları şimdiden merak ediliyor. Çünkü hiçbir kesinlik yok. Meçhul.
Bilhassa altılı masa etrafında toplananlar...
Seçimde ittifak yapacaklar mı, yapmayacaklar mı?
İttifak partileri olarak mı devam edecekler, ihtilaf partileri olarak mı?
“Yola çıktım” dedi. Ee... Devamı nerede? Burada:
“Yola çıktım Mardin’e, düştüm senin derdine...”
Böyle söyleseydi, kimin derdine düştüğünü konuşacaktı yorumcular.
Kim ki Kemal Bey’i hafife alır, şapa oturmayı göze almış demektir.
Özgür Özel ile Ekrem Bey’in ortak hayalleri varmış.
O hayale diğer CHP’liler katılmaz mı? Katılmıyor mu? Neden?
Ya Kemal Bey, o hayale ortak olmaz mı?
Hayalimiz dedikleri, partinin pancurlarının ne renk olacağı değildir herhalde.
Ekrem Bey bir sonraki cümlesi şuydu:
“Rakibimin kim olduğunu biliyorum.”
Herhangi bir yere aday olmadığını söylüyor ama rakibinin kim olduğunu biliyor.
En enteresan açıklama.
“Değişik bir psikoloji!”
Yorumcular bu sözle Erdoğan’ı kastettiğini düşünüyor. Yalnızca Erdoğan’ı işaret ediyormuş.
Sağında solunda “Yük ve eşya taşınır” levhası bulunan eski bir kamyonetin tamponunda “Tek rakibim THY” yazması gibi bir şey bu.
İstanbul için İmamoğlu şart mı?
Müezzinoğlu var, Hatipoğlu var, Müftüoğlu var...
Mehel bir aday bulunur.
Karnesi zayıf birine mecbur mu muhalefet?
Dahası var. Hem gözü yükseklerde, hem ihtirası boyundan fazla.