Ekleme
Tarihi: 12 Ağustos 2023 - Cumartesi
14-28 Mayıs seçimlerinin ardından, “Türkiye Yüzyılı”nın diplomasi rotasına ilişkin perspektifler hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Dışişleri Bakanı Fidan’ın ağzından, büyükelçiler buluşması vesilesiyle hem iç hem küresel kamuoyuna sunuldu…
Türkiye’nin stratejik politikalar üretim aygıtının, yani Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri, Savunma Bakanlığı, MGK, TSK, MİT aklının hulasası ve ister istemez örtülü bölümleri olan bu ‘kıymetlendirmeler’ üzerine bir elin parmaklarından az okuma yapıldığını söyleyerek başlayalım. Ne ayıp. Medyamız bu kadardır…
Önce her iki konuşmadan alınması/görülmesi ‘gerekli’ bölümleri çekerek alıntılayalım…
CUMHURBAŞKANI…
“Üç kıtanın kalbinde yer alan Türkiye hadiseleri tribünden seyredemez. Sahada ve masada güçlü olmak bizim için tercih değil mecburiyettir”…
“… bölgemizdeki ve ötesindeki gelişmelere müdahil oluyoruz”…
“(Ukrayna) birilerinin savaş vagonuna gözü kapalı atlamadık”…
“(Tahıl sorunu) Sorunun daha fazla çıkmaza girmeden çözümü, Batılı ülkelerin sözlerini yerine getirmelerine bağlıdır. Karadeniz girişimi ile oluşan olumlu atmosferi, önce ateşkes ardından kalıcı barışa tahvil edecek diplomatik adımlar atılmadı. Bunlar yapılmadığı gibi halen ateşe körükle gidiliyor”…
“Savaşın Karadeniz’e yayılması tüm bölgemiz için tam anlamıyla felaket olacaktır”…
“Kimseyle husumetleri büyütme derdinde değiliz. Kimseyle, özellikle komşularımızla çözülemeyecek meselemiz yoktur. Herkesle görüşmeye, konuşmaya, karşılıklı adımlarla ortak noktada buluşmaya varız ve hazırız”…
“Türkiye’mizin tam bağımsız, uluslararası gündemi belirleyen, gerektiğinde oyun kuran, gerektiğinde oyun bozan etkin ve müessir aktör olma konumunu güçlendirmek için çaba göstereceğiz”…
“Her türlü dış etki alanından bağımsız…”
“Tam anlamıyla milli bir dış politika…”
“… yeni bir uluslararası sistemin arifesinde olan dünyaya dair duruşumuza şekil vereceğiz”…
“… mevcut uluslararası sistem, maalesef dünyanın büyük bölümü için barış, istikrar ve adalet üretmiyor. Büyük güçler arasında rekabetin küresel düzeyde gerilim ve kutuplaşmayı artırdığına tanıklık ediyoruz. Gittikçe dengeden uzaklaşan uluslararası sistem, öngörülemez pek çok gelişmeyi içinde barındırıyor. Bu da kırılganlığı artırıyor. Uluslararası sistemde siyasi, askeri, ekonomik, çevresel, teknolojik ve sosyal pek çok sınamayla eşzamanlı olarak karşı karşıyayız. Uluslararası ve bölgesel yönetişimden sorumlu örgütler bu vahim durumu çözme konusunda çoğu kez yetersiz kalıyor, bazen de isteksiz davranıyor”…
“Netice itibariyle, mevcut küresel sistem, ‘daha karmaşık ve çoklu kriz dönemi’ yaşamaktadır. Tarih bize, söz konusu krizlerin böyle devam edemeyeceğini acı tecrübelerle göstermiştir. Bir değişim ihtiyacı var. Peki bu nasıl olacak? Aktörleri kimler olacak? Uluslararası sistemin bu kırılma anında nasıl şekil alacağı, önde gelen devletlerin politika tercihlerine ve bu tercihleri gerçekleştirme yeteneklerine bağlı olacaktır. Türkiye, hiç şüphesiz bu önde gelen devletlerden biridir”…
“Türkiye’siz AB’nin gerçek mânada küresel aktör olamayacağını bir kez daha vurgulamak istiyoruz”…
“Bazı NATO üyelerinin Suriye ve Irak’ta PKK’yla olan açık ve örtülü işbirliğine hemen son vermeleri gerektiği çağrısını yineliyoruz”…
“… yerel para birimleri üzerinden dış ekonomik işlemlerin gerçekleştirilmesine katkıda bulunacağız”…
“… küresel adaletsizliklerden rahatsız olan bir milletiz”…
“İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan yapıların reformu bir zorunluluktur”…
TAHLİL…
Türkiye gibi bir ülkenin dış politika-ulusal güvenlik politikaları hatta tahayyülleri ancak ‘yön’ işareti olarak alenen ve yetkililer tarafından ilan edilir…
Gerisi devlettedir. Devlet olma gereğidir. O gerekleri söylemekte istisna yaparız ama şimdilik ‘yön tabelasını’nı izleyelim…
Türkiye’nin NATO zirvesindeki açıklamaları, İsveç, AB üyeliğinin güncellenmesi tutumu nedeniyle, seçimlerin ardından Batı’ya dönüşüne ilişkin çılgın kutlamaları geçmiş yazılarda ‘tadında kestik’ zaten. Öte yandan, her iki konuşmada vurgulanan dış politika-ekonomi gerekleri nedeniyle en azından bir “esneme” sürecinin de yaşanacağını hissediyoruz. Batı’yla değil ama bir bölümüyle! (İşte bir ‘istisna’.)
Fakat Türkiye’nin Batı’yı ele alış biçimindeki genel yaklaşım önceki dönemlere göre hiçbir değişiklik göstermiyor!
Ankara’nın ‘yerleşik küresel düzene/müesses nizama’ nitelikli itirazı olduğu gibi yerinde duruyor. İleri giderek, “milletçe rahatsızlığımız”ın altı çiziliyor hatta ‘ikaz’ ediliyor…
Kavramsal olarak “adaletsiz dünya”nın bir muhatabı da Türkiye’dir ve Türkler, sadece kendi adlarına şerh düşmüyorlar. Nizamın değişmesi, en azından ‘düzeltilmesi’ yönündeki küresel eğilimin farkındalığını da masaya sürüyorlar.
İsim zikredilmemesinin önemi yok; ABD, BM, NATO ‘alenen’ denebilecek kadar açık biçimde itham ediliyor ve Türkiye’ye yönelik atakların mesulu olarak sicilleniyor. Durulmuyor; değişim ihtiyacını aşarak ‘sistem zaten değişecek, yeni sistem kurucularından biri de biziz’ deniyor.
Türkiye’nin mevcut gelişmeleri nasıl listelediğine bakarsanız, ‘küresel kaos bu’ demeniz işten değildir. Ancak Türk tınısında şaşırtıcı bir ‘soğukkanlılık/sakinlik’ hissediliyor. İzlenimim, ‘geleceğin önceden kestirilmesinin’ verdiği rahatlıktır!
Dış politika ve ulusal güvenliğin en yetkili iki ağzından anlatılan önümüzdeki macerayı bu yönden ele almayı akıl edemeyenler, size, ‘Suriye’de ne olacak, AB ile ilişkiler ne olacak, vs’ kareler gösterecekler.
Asla önemsiz değil bunlar. Yerine göre biz de yazıyor, söylüyoruz. Ancak Türkiye’nin etüt ve çalışma metodu böyle değil artık. Piksel boyamayı çoktan bıraktı.
Neden biliyor musunuz?
‘Rahatsızsınız’ ondan.