İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un ABD Kongre’sinde yaptığı konuşma öncesinde yaşanan tartışmalar, Başkan Biden’ın ve bazı Demokratların Netanyahu hükümetine ilişkin rahatsızlıklarını gün yüzüne çıkardı. Biden, Netanyahu hükümetinin Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini sınırlamak üzere hazırladığı yasa tasarısından rahatsız olduğunu daha önce açıkça belli etmişti. Tasarının muhalefete rağmen geçirilmemesini ve daha geniş bir uzlaşı sağlanmasını tercih ettiğini ifade eden Biden, Netanyahu’yu Washington’a davet etmeyerek de tepkisini koymuştu. Biden’ın 28 haftadır devam eden protestolardan rahatsız olması ve partinin progresif kanadının Filistin hassasiyeti Demokratların Netanyahu hükümetine tepki koyması sonucunu doğurmuş görünüyor. Buna rağmen Biden’ın karar değiştirerek Netanyahu’yu Washington’a davet etmesi köprüleri atmak istemediğine işaret ediyor.
Biden gelen eleştirilerin Demokratları zor duruma sokmasından endişe etmiş olacak ki Netanyahu’ya davetle yetinmeyip bazı etkin gazetecilere tavrını izah etme gereği duymuş. Biden’la görüşen New York Times yazarı Thomas Friedman, Başkan’ın samimi bir biçimde İsrail demokrasisinin güçlü kalması gerektiğine ve bunun Amerika’yla en güçlü bağı teşkil edeceğine inandığını yazdı. Friedman köşesinde Netanyahu’ya Biden’ın belki de son İsrail yanlısı Amerikan Başkanı olacağını ve onun ‘samimi kaygılarını’ görmezden gelmenin yanlış olacağı mesajını verdi. Geçmişte Bill Clinton’la Barış Süreci ve Obama’yla yerleşimciler konusunda derin görüş ayrılıkları yaşayan Netanyahu’nun şimdilerde de Biden’la soğukluk yaşaması dikkat çekici. Geçmişte Barış Süreci ve yerleşimciler gibi konularda sorun yaşayan Amerikan başkanlarından farklı olarak Biden demokrasi meselesini öne çıkarıyor.
Demokrat Parti içindeki daha genç neslin temsilcileri İsrail’i eleştirme konusunda çok daha rahat görünüyor ancak partilerinde geniş destek bulduklarını söylemek zor. Herzog’un Kongre hitabı öncesinde, Demokrat Parti Progresif Grup lideri Pramila Jayapal’ın İsrail’in ‘ırkçı devlet’ olduğu şeklindeki ifadesi büyük tartışma yarattı. Cumhuriyetçiler bu sözlere tepki göstererek Demokratları anti-İsrail olmakla suçladılar. Temsilciler Meclisi’nde çoğunluk sahibi olan Cumhuriyetçilerin imzaya açtığı bir bildiri, İsrail’in ırkçı veya ayrımcılığa dayalı (apartheid) bir devlet olmadığı ifadelerine yer verdi. Bildirinin 412’ye karşı 9 oy gibi ezici bir çoğunlukla kabul edilmesi, Demokratların büyük çoğunluğunun İsrail karşıtı görünmek istemediğini bir kez daha ortaya koydu. Demokratlar içinde Filistinlilere sempatiyle bakanların oranı yüksek olmasına karşın Cumhuriyetçilerden İsrail konusunda ‘siyasi dayak’ yemek istemedikleri söylenebilir.
Jayapal İsrail’in ırkçı devlet olduğu ifadesine açıklık getirmek adına düzeltme yapsa da özür dilemedi ve Netanyahu hükümetinin ırkçı politikalar izlediğini söylemekte ısrarcı oldu. Jayapal, Herzog’un Kongre konuşmasına da takvimi izin vermediği bahanesiyle katılmadı. Demokrat Parti’nin progresif kanadının İsrail’e karşı eleştirel söylemleri normalleştirmesine rağmen bu tavrı sergileyen siyasetçilerin çok dikkatli olmaları gerekiyor. Amerikan Kongre’sindeki siyasi dengeler, İsrail’in politikalarını eleştirenlerin İsrail’in yaşam hakkını tanımamak veya antisemitizmle suçlanmasına müsait bir ortam sağlıyor. Bernie Sanders gibi kendisi de Yahudi olan siyasetçiler İsrail’i eleştirmekten çekinmezken bu tür siyasetçilerin sayısı fazla değil. Amerikan siyasetinde her iki partinin İsrail’e destekte yarışmaları adeta bir gelenek haline gelmiş ancak bu desteğin gitgide partizan bir çizgiye kaydığı da biliniyor.
İsrail sağının Netanyahu gibi liderleri son yirmi senede Amerikan Cumhuriyetçileriyle çok daha yakın ilişkiler geliştirerek bu sürece katkı sağladılar. Eski Başkan Trump zamanında İsrail sağı Cumhuriyetçilerden istediğinden daha da fazlasını aldı. İsrail’e kayıtsız şartsız destek veren Trump Evanjelist Cumhuriyetçilerin desteğinin devamını önceliyordu ve bir ara Yahudilerin bile kendisine Evanjelistlerden daha az destek verdiğinden yakınmıştı. Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden, barış sürecini gündemden çıkaran ve Arap ülkelerini İsrail’in tanınmasına iknaya çalışan Trump yönetimi Netanyahu’nun bir daha bulamayacağı kadar İsrail taraftarı bir yönetimdi. Biden yönetimi Trump’a tepkili olsa da İsrail konusunda ne Barış Süreci ne de yerleşimcilerin durdurulmasını gündemine aldı. İsrail’in tepksini de hesaba katarak İran anlaşmasına hemen dönmeyen Biden barış süreci konusunda herhangi bir baskı da yapmadı.
İsrail-Filistin meselesi böylelikle Amerikan siyaset gündeminin çok alt sıralarına itilmiş oldu ve Biden da bu konuda başarısızlığa mahkûm olacak yeni bir çaba göstermek zorunda kalmadı. Ancak Netanyahu hükümetinin yargı reformu adıyla geçirmek istediği yasal düzenlemeler, İsrail’in demokrasi iddiası hakkında soru işaretleri uyandırınca Biden’ı da zor durumda bırakmış oldu. Uzun zamandır adeta unutulan İsrail konusunun bu şekilde gündeme gelmesi, Demokratları tavır almaya zorlayarak adeta köşeye sıkıştırdı. Buna rağmen İsrail’in eleştirilmesinin artık tabu olmaktan çıktığı bir gerçek olsa da siyaseten maliyetli olmaya devam ettiği de diğer bir gerçek. Jayapal’ın sözlerini düzeltmesi, Biden’ın Netanyahu’yu zoraki daveti ve Kongre’deki ezici çoğunlukla kabul edilen bildiri İsrail’i eleştirmenin maliyetli olduğunun kanıtları olarak önümüze çıkıyor.