Ekleme
Tarihi: 26 Haziran 2023 - Pazartesi
Son bir kaç gün çok şaşırtıcı gelişmelerle yüklüydü. Wagner paralı askerleri Ukrayna savaşını bırakarak, adına savaştıkları Rusya’ya doğru bir isyân hareketi başlattılar. Bundan iki asır evvel, Kavalalı’nın oğlu İbrâhim Paşa’nın askerleri nasıl hiçbir mâni ile karşılaşmaksızın Kütahya önlerine kadar gelip payitahtı tehdit etmişlerse, Wagner de Progojin komutasında Moskova’nın 200 km yakınına kadar sokuldular. İbrâhim Paşa’nın arkasında Fransa vardı. Progojin’in arkasında ise muhtemelen Birleşik Krallık olmalıdır. II. Mahmud o gün Rusya’yı imdâda çağırmıştı. Putin ise Beyaz Rusya’dan medet umdu. Bu dramatik süreçler daha derinlerde yatan hususları düşündürüyor.
Bilindiği üzere kapitalizm târihsel gelişimi itibârıyla ticârî-finansal olarak başlamış, zırâî düzlemde devâm etmiş; nihâyetinde sınâî bir mâhiyet kazanmıştır. Elbette her birinin kendi içinde çeşitlendiğini, boyutlandığını da ihmâl etmemek gerekir. Bizim için mühim olan kapitalizmin en olgun evresini temsil eden sınâî boyuttur. Benden evvelki en az üç, benim neslim ve benden sonraki en az bir nesil, hep berâber sınâî kapitalizme doğduk. Bu basit bir tespit değildir. Topyekûn onun kodlarıyla yorumladık dünyâyı. Bilim, akıl, felsefe ve teknoloji dörtlüsü dört bir tarafımızı kuşatmıştı. Bunlar çağdaş insanın şaşmaz rehberleriydi. Kimileri bunlara katıksız imân eder; din, gelenek vd kültürel miras unsurlarını toptan reddederlerdi. Kendilerini devrimci olarak târif eder, o şekilde çağrılmaktan hoşlanırlardı. Bâzıları ise bir ara yol bulmaya çalışır; din ile bilimi, gelenek ile teknolojiyi eklektik veyâ senkretik olarak berâber yaşatabileceklerini düşündükleri hayâlî bir dünyâyı inşâ etmeye çalışırlardı. Muhafazakârlar denirdi onlara. Devrimciler muhafazakârları sanayi kapitalizminin yaratıcı dinamiklerine mânî olmakla; muhafazakârlar ise devrimcileri, mukadder olan sınâî değişimi dejenere etmekle ithâm ederlerdi. Ama her ikisinin ortak olarak kızdıkları, azınlıkta kalan bir üçüncü grup daha vardı. Onlar yukarıda zikredilen dörtlüye toptan karşı çıkardı. Devrimcilik ve muhafazakârlığın baskın olduğu bir dünyâda onlar çok defâ karanlıkçılıkla (obskürantizm) suçlanır; hattâ alay konusu edilirlerdi.
Bu üç temel yaklaşımın ideolojik yansımaları da vardı. Karanlıkçılar veyâ gerilemecilerin (regresyonistler) ideolojik tesirleri fazlaca olmuş değildir. Herakleitos’a mâl edilen “aynı ırmakta iki defâ yıkanamazsınız” sözünü hep şüpheli bulmuşumdur. Hâlbuki Panta rei, “Her şey akar” sözü ise doğru görünmüştür bana. Karanlıkçıların ve gerilemecilerin tepkileri bir istikâmette akan bir nehrin tersine çevrilmesini istemek gibi bir şeydi. Onlarınki sâdece tepkisel kaldı. (Bunun en ince numûnesi olan Gandhi hareketi bile tekmil dünyânın derin hürmetini kazanmakla berâber akâmete uğramaktan kurtulamadı).
Gerek muhafazakârlar gerek devrimciler ilerleme, gelişme, en mühimi de târihin iyileştirileceği gibi hususlarda ittifak ederler. Tartışmalar daha çok izlenecek yollar ve tarzlar arasındadır. Sanayileşilecektir de, bu sosyalist bir sanayileşme mi olmalıdır; değilse ferdî mülkiyetçi veyâ karma bir model üzerinden mi olmalıdır? Kavgalar burada odaklanıyor; buradan yayılıyordu. Bilim dinden mutlak surette ayrılmalı ve onun yerini almalıdır diyen devrimcilere karşı muhafazakârlar teoloji ile felsefeyi melezleyen bir model ile karşı koyuyorlardı. Teknoloji husûsunda ise en küçük bir fikir ayrılıkları yoktu.
İdeoloijik kavgaların âteşin dünyâsında derin ittifaklar ihmâl edildi. Sovyetler Birliği’nin sosyalist bir sanayileşme programı ile aslında kapitalizmin gereğini bihakkın yerine getirdiği çok sonraları anlaşıldı. (Hoş bunun müsebbibi bizzât Marx’tır. Marx, kapitalizmin en ihâtâlı olarak anlaşılmasını sağladı. Ama biraz katıksız bir Aydınlanmacı olan Engels’in tesirine girerek, biraz da Proudhon gibi sanayi medeniyetinin insânî mâliyetler açısından daha derinlikli eleştirisini yapabilen diğer sosyalistlerden koparak kapitalist sanayileşme ile sosyalist sanayileşme arasındaki süreklilikler husûsunda körleşti). Aslında Hür (!) Batı ile Demirperde arasında uzun boylu bir fark yoktu. Her ikisi de temelde sanayi medeniyetinin normlarından râzıydılar. Merkezîleşme ortak paydalarıydı. Ekonomik kürede sermâyenin temerküzü, ağırdan hafifine doğru sanayi komplekslerinin doğuşu, toplumsal düzlemde ulusun demografik bir gövde (body) olarak büyük kentlere yığılması, idârî boyutta ise standart modern devletin bürokratik cihazlarıyla taşraların başkente bağlanması kapitalist aklın gerekleriydi aslında. Sanâyileşmek herşeyin merkezîleşmesi mânâsına geliyordu. Reel sosyalizm bunun en ileri ölçülerini veriyordu. Farklılıklar derecelerle alâkalıydı. Batı Almanya’da da merkezîleşme yaşanıyordu; lâkîn Doğu Almanya’da olduğu kadar değildi.
Sanayileşme süreçleri ulusu bir üretim, tüketim ve savaş sâhası olarak algılıyordu. Buna göre üretimde verimliliğin sağlandığı aşamalarda kâhir ekseriyeti proleterleşmiş olan ulusu tulum karakterize ederdi. Lâkin üretim artışı maksimum kârlılık -minimum mâliyet duvarına çarpacağı için kitlelerin alım gücü düşecekti. Yâni üretim- tüketim dengesizliği yaşanacaktır. Krizler çıkacak, ekonomiler çöküşe geçecek; bu defâda ulustan tulumunu çıkarıp üniformasını giymesi istenecektir. Disiplinli üretim gücü ve disiplinli ulusal ordular aynı madalyonun madalyonun iki yüzüdür. Bunu verimlilik ve savaşkanlık olarak da değerlendirebiliriz.
Sanayi kapitalizmi tüketim açığını kapatmak için demokratik yeniden bölüşüm kanalını açtı. Bundan murat edilen ekonomik durumu iyileşen ulusun daha yüksek bir verimlilik kazanacağı varsayımıydı. Tam tersi oldu. Sermâyenin vahşîliği karşısında devletin koruması altına giren ulus hımbıllaştı. Ücret artışları ve vergiler üzerinden mâliyetleri artan sermâye bunu kabûl edemezdi. Üretim zaaflarını kapatmak için finansal muslukları sonuna kadar açtılar. Basılan paralar ise üretkenlik kaybı yüzünden gerçek ekonomiye dönmedi. Kolay kazanç sunan sektörler şişmeye başladı. Sanayi kapitalizmi çözülmeye başladı. Bunu telâfi etmek için, aynı finansal şişmeyi kapitalizmin mâhut çelişkisini oluşturan tüketim açığını kapatmak, diri bir tüketim ekonomisi inşâ etmek için kullanmaya başladılar. Kolay ulaşılan kredi ağları üzerinden şekillendirilen tüketim kapitalizmi olarak bildiğimiz esâsen (sınâî) kapitalizmin çöküşünden başkası değildir.