Yabancı dergi ve gazeteler, Avrupalı ve ABD’li siyasîlerle birlikte seçim sürecine açıkça dâhil olarak Türkiye’nin seçimini “küresel” bir mesele hâline getirmek istemişlerdi. Bunda başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Türkiye ister istemez küresel gündemin merkezine yerleşmişti. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Avusturya’da yayımlanan çok meşhur gazete ve dergilerin adlarını tekrar saymamıza gerek yok. Onların gücünün sadece kendi kamuoyları nezdindeki etkileri ile sınırlı olmadığını biliyoruz. Bu gazete ve dergilerin nüfuz alanı neredeyse bütün dünyayı kapsamaktadır. Küresel bir mesele hâline getirdiklerini ifade ettiğimizde bu genişliği göz önünde bulunduruyoruz. Onlar yalnız da değildi. Avrupalı ve ABD’li siyasîler de bizim seçimimizi küresel bir mesele olarak gördüklerini açıkça beyan etmişlerdi. Hem gazete ve dergiler hem de siyaset cenahı Türkiye’de otoriter bir yönetim anlayışının egemen olduğu tezinden hareketle tek adam algısı üzerinden küresel bir sorun oluşturmak istedi. Eğer seçimler onların beklentileri doğrultusunda sonuçlansaydı Türkiye, tam olarak onların istediği ölçüde küresel bir mesele hâline gelmiş olacaktı. Beklentileri boşa çıktı. Seçim sonuçları, muhtemel bütün senaryoları bir süreliğine
hükümsüz kıldı.
Yabancı dergi ve gazetelerin “Sonunda Erdoğan’dan kurtuluyor muyuz” veya “Despotizmin gölgesi Türkiye’deki seçimlerin üzerinde” gibi başlıkları, içerideki muhaliflerle dışarıdakilerin gündeminin birbiri ile ne kadar uyumlu olduğunu da göstermişti. Çünkü içerideki muhalifler, hemen hemen aynı cümleleri kullandı. 2013’ten itibaren muhafazakâr seçkinlerin önemli bir kısmı, açıkça, dışarıyla uyumlu bir çizgide hareket etiği için içerideki gündemin küresel bir boyut kazanması eskiye göre çok daha kolaydı. Bu açıdan Karar gibi gazetelerin dışarıyla uyumlu başlıkları ve Batıcı muhafazakâr partilerin pozisyonu son derece önemliydi. Onlar da dışarıyla aynı cümleleri kurdu. Sonuçta, Biden ile içerideki muhaliflerin Türkiye ve Erdoğan hakkındaki sözlerinin benzerliği yadırganmayacak bir hâle geldi. Bu hakikaten büyük bir başarıydı. Eğer kazanmış olsalardı bu başarının ne anlama geldiğini herkes görecekti.
Bizzat seçim süreci küresel bir olaya dönüştüğü için sonuçlar rahatlıkla küresel örgütlerle irtibatlanacaktı. NATO gibi büyük küresel kurumların Türkiye ile sorunlarını göz önünde bulundurduğumuzda gelişmelerin hangi istikamette seyredeceğini tahmin etmek o kadar da zor olmayacaktır. Bugün Ukrayna Savaşı’na bağlı olarak İsveç’in NATO’ya dâhil edilmesiyle ilgili müzakerelerde Türkiye haklı olarak Batı’nın PKK-PYD gibi terör örgütlerine desteğini masaya getirdi. Bu, elbette, Türkiye’nin yerli ve millî politikasıdır. Türkiye de terör örgütlerini küresel bir meseleye dönüştürdü. Bunun, orta vadeli bir strateji olduğunu düşebiliriz. Onlar Türkiye ile ilgili olarak kendilerine göre küresel meseleler tayin ederken Türkiye, terör örgütlerini küresel bir mesele olarak masaya getirdi. Nitekim İsveç’in NATO’ya dâhil edilme müzakerelerinde ilk defa FETÖ ve PKK-PYD gibi terör örgütlerine Batılı ülkelerin desteği resmî belgelere girmiş oldu. Bu da seçim süreci ile doğrudan alakalıdır. Eğer seçimi içerideki muhalifler kazansaydı bu belgenin herhangi bir anlamı kalmayacak, Türkiye’de gündemi Batılı liberal ideolojinin zaferi üzerine nutuklar belirleyecekti. Haliyle Ukrayna Savaşı’ndaki tutumumuz değişecekti. Birbirine zıt iki küreselleşmenin kaderini seçim belirledi.
Peki, bundan sonra ne olacak? Muhalif muhafazakâr siyasîler “yuvalarına” geri mi dönecek? Türk soluna yapılan muhafazakâr aşının sonuçları geçersiz mi kılınacak? Yeni muhafazakâr elitler iman tazeleyip yerli ve millî düşünceye dönüş yaparak küsmekten vaz mı geçecek? Sözüm ona birtakım mehafil-i siyasiyenin arzu ettiği gibi muhafazakâr elitlerin, eski çevrelerince kabulü mü sağlanacak? Örneğin seçim sonuçlarının Erdoğan lehine tecelli etmesinin bir sonucu olarak küresel bir mesele hâline getirilen terör örgütlerine verilen örtülü destek görmezden mi gelinecek? FETÖ’ye verdikleri daha açık destek
unutturulacak mı?
Bunlar, doğru sorular değildir. Birtakım kişisel hadiselerle karşılaşmamız mümkün ama bağımlı yapıların varlığı yapısal bir meseledir. Bunlar Batı’ya bağlı olmalarının zorunlu sonucu olarak teröre bulaştılar. Dolayısıyla kişisel bir tercih durumunu analiz etmiyoruz. Başarıya çokça yaklaştıkları da malumdur. Mevcut karşıtlık farklı şekillerde devam edecektir.