14 Mayıs’tan 28 Mayıs’a kadar geçen zamanda seçim sonuçlarıyla ilgili muhalif kanat tarafından en sık kullanılan ifadelerden biri herhâlde cehalet olmuştur. Muhalifler, bekledikleri sonuçlar seçim sandığından çıkmayınca Erdoğan taraftarlarını ve bu bağlamda özellikle deprem bölgesi seçmenlerini cahil olmakla suçladı. Peki, muhalifler niçin özellikle deprem bölgesinde yaşayan insanları cahil olmakla suçladı? Onların okuma yazma ile ilişkileri mi kast edildi yoksa ortalama eğitim durumları mı göz önünde bulunduruldu? Aynı şekilde belirli bir toplum kesiminin cahil olarak suçlanmasında farklı siyasî görüşte olmak mı belirleyici oldu? Sıcak gündeme dâhil olanlar arasında edebiyat ve sanat çevrelerinden tanınmış simalar da vardı. Onlar da cehalet kavramından hareketle sürece dâhil oldular ve sıklıkla kültür ve uygarlık kavramlarına vurgu yaptılar. Doğal olarak okuma yazma bilmeme, ortalama eğitim seviyesinin düşüklüğü, ideolojik farklılıklar, kültür ve uygarlık gibi oldukça farklı alanların iç içe geçtiği bir anlam katmanı ortaya çıktı. Ortada karmaşık bir durum var ve çözülmeyi bekliyor.
Kuşkusuz, cehalet kavramını, bugün, kendileri gibi düşünmeyen veya aynı siyasî çizgide yer almayan insanları tanımlamak için kullanıyorlar. Bu, yirminci yüzyıldan kalma bir alışkanlıktır. Kavram sürekli bir şekilde anlam genişlemesine uğramaktadır. Geçen yüzyılda okuma ve yazma bilmeyen insanlar cahil olarak tanımlanırdı ve daha sonra eğitim düzeyleri arasındaki farklılıklar suçlamaya müstahak bir durum olarak görüldü. Günümüzde ise cahillik, okuma yazma seferberliğinin yaygın olduğu zamanlardaki anlamını korumakla birlikte artık farklı anlam katmanlarını işaret etmektedir.
Yirminci yüzyıldan önceki devirlerde de cehalet kavramını suçlayıcı bir ifade biçimine dönüştürenler, muhataplarının belirli bir fikri benimsememesini ve kabullenmemesini göz önünde bulundururlardı. Cahillik suçlayıcı bir ifadeydi fakat karşı tarafın ayırıcı niteliği okuma yazma bilmemesi değildi. Okuma yazma konusu biraz karmaşık olduğu için kavramın zaman içinde kendisi gibi düşünmeyen herkes için kullanıldığını ifade etmekle yetineceğim. Bu da anlam genişlemesinin süreklilik arz ettiğini gösterir. Halkın bir kesiminin cahil olarak nitelenmesi de anlam genişlemesine dâhildir. Bu, elbette, oldukça yeni bir durumdur. Eğer halkın tamamı cahil olarak nitelenseydi meseleyi başka bir açıdan değerlendirmek zorunda kalırdık. Bu yeni durum ideolojik bir tutumun sonucuydu.
Cahillik suçlaması modern edebiyatta sıklıkla karşımıza çıktı. Bu alanda da halkın bir kesimini suçlamak için cahillik teması öne çıkarıldı. Roman, hikâye, tiyatro, sinema ve televizyonda işlenen cahil “tipler” oldukça yaygındı. Bu tiplerin en dikkat çekici tarafı umumî özellikleriyle daima ideolojik bir bakış açısının ürünü olmalarıydı. Bu yeni durum ideolojik bir tutumu yansıtıyordu. Cahil tiplerin sıklıkla kullanılması zamanla kalıbın kırılmasını imkânsız hâle getirdi. Bir tutum görüş seviyesine yükseltilmişti. Kuşkusuz sanat ve edebiyat çevreleri, halkın bir kesimini suçlamak için cahil kavramını kullanırken siyasî bir tutum takındıklarının da farkındaydılar.
Cahillik suçlamasının kültür ve uygarlık kavramlarıyla iç içe geçmişliği üzerinde ise neredeyse hiç durulmadı. Sanat ve edebiyat çevrelerinin her iki kavramı ayırıcı bir vasıf olarak benimsedikleri öteden beri bilinmektedir. Hatta bu ayırıcı vasfı bir övünç vesilesi olarak gördüklerini bile söyleyebiliriz. Sadece farklı olduklarına vurgu yapmadılar aynı zamanda halkın bir kesiminden farklı oldukları için iftihar ettiler. Bu da çok yaygın bir kalıp olarak karşımıza çıktı. Artık bu yaygın kalıbın farklı çevreleri birleştirdiği de bir gerçektir. Muhafazakârlar içinde de bu dili benimseyenler var.
Burada uygarlık kavramının Fransa ve İngiltere kökeni üzerinde durmamız gerektiğini hatırlatmak istiyorum. Kuşkusuz bu kavram, kökenine bağlı olarak kolonyalist yayılmacılık anlamını hiçbir zaman kaybetmemiştir ve bu yönüyle uzak topraklarda meydana gelen karşıtlıklar üzerinde belirleyici olmuştur. Doğal olarak yukarıda göstermeye çalıştığımız anlam katmanlarına barbar ve gayr-i medenî kavramları da dâhil edilmelidir.
Siyasî bir taraf olarak halkın bir kesimi cahil olarak nitelendirildiğinde konuşan kişinin durduğu yer onun tarafını belirlemek açısından son derece önemlidir. Kim konuşuyor sorusunun cevabı derinlerdedir.
Kim kazandı kim kaybetti sorusunun cevabı da hakikaten çok daha derinlerdedir.