Dün ve bugün bir çok yazar/çizer/yorumcu, 27 Mayıs’tan 28 Mayıs’a köprü kurup, ‘kökler’e yaslanarak ‘yarına’ mim koydu…
Eyvallah…
Sonraki darbelerin, girişimlerin, cuntaların, post-modernlerin, muhtıraların, ‘15 Temmuz’ların tohumu odur.
Yalnız, aralar unutulmasın…
O tohum öyle dallanıp budaklandı ki, zehirli sarmaşık Mustafa Kemal’ın CHP’sini bu hallere kadar düşürdü. Parti sembolü ‘altı ok’u sayacak adam bulunmuyor…
Hukuken tamam da, ‘siyaseten siyasi parti değil’dir artık. HDP gibidir.
Yarın işte bu ‘son hali’yle yüzleşeceğiz…
‘Arada’, yani yaklaşık 60 yılda bu kötü tohum, Türkiye’nin ‘her şeyine’ nüfuz etti. Evveli de var ama ‘sistematik’ yani ‘yapay zihinle’ hareket ettiği dönem odur.
Toprağınıza ‘kötü tohum atılması’ sizin iradeniz değildir. “Biri” atar. O, büyük bir hızla Türkiye’nin eğitimine, dış politikasına, ordusuna, siyasetine zaten, hele kültürüne, sporuna, futboluna bile, medyasına haydi haydi, ekonomisine/iş dünyasına dibine kadar sirayet etmesine sebep oldu.
İş o hale geldi ki, metastazı temizlerken yaşamsal organlara zarar veririz kaygısından kıpırdanamaz hale gelindi. Milletin ferasetiyle iyileştirdiği yaraların, etnik ve mezhep hassasiyetlerin kaşıya kaşıya kanatılması da odur.
Son 20 yıl, ki hepsi değil ama özellikle son 10 yıl yukarıda saydığımız başlıkların tamamında ve fazlasında sert mücadelelerin yaşandığı bir dönem oldu. Ağır bedeller ödendi. Bitmiş de değil. Ulusal güvenlik başlıklarında, orduda, dış politikada savunma sanayinde, terörle mücadelede, sağlıkta, alt yapı yatırımlarında, önemlisi, toplumun kendine güveninde ezici başarılar sağlandı. Bunlar işte o ‘hayati organlardır’!
Ancak kültürde, eğitimde, ekonomide zehirli sarmaşık sürgün vermeyi sürdürüyor. Bunlar da hayatidir çünkü iyileştirmediğiniz taktirde temiz topraklara yine kötü tohum olurlar.
İç politikada geldikleri hale şaşırmıyoruz bile. Düşünün ki, ilke, prensip, ideoloji, sadakat, adanmışlık, siyasi karakterin artık yüzüne bakılmıyor. Sadece düşmemeye çalışıyorlar. Tutunmak için tırnaklarının çıkardığı ürpertici ses odur.
Türkiye’de de sık kullanılan bu siyaset ve sosyoloji deyimi aslında Komünist literatüre ait ve müellifi de Troçki…
Çöp tenekeleri ne içine attığınızı umursarlar ne de atanı. Sonra kamyonlar gelir, şehir çöplüğüne götürür, ya imha edilir ya da hayata dönmeye elverişliyse bir kısmı ‘dönüşüme’ tabi tutulur. Dönüştürülürse ne âlâ. Artık çöp değildir ama ilk hali de değildir.
CHP ‘ilk hali’ni kaybedeli çok oldu. İyidir kötüdür diye söylemiyorum. CHP yarına giden yolda halkla hiç ortak olmadı. Başka ortaklar tuttu. ‘Hal’i bozan odur. Bu yüzden kimileri, ‘1938’de bitti o iş’ der kimileri 1945’te. En son 1950 olur, daha fazlası da olmaz.
Şimdi hep birlikte o ‘yeni/son halin’ tarihin çöp tenekesine sürüklenişini izliyoruz…
60 yılın siyasi tarih örneklerine ihtiyaç yok. Son 20-30 güne bakın anlarsınız…
HDP’nin desteğini alenen alıp ‘eyvallah’ çeken parti-ve masa bileşenleri-şimdi milliyetçilikte hepimize toz yutturuyor…
Sadece milliyetçilik de değil…
Vurgulanan yine ‘politik karaktersizliktir’. Kurucu liderinin ‘bağımsızlık karakterimdir’ vurgusundan böylesi yoldan çıkmalara geliş, ‘tarihin çöplüğüne’ gidişin nedenlerini gösteriyor.
Vahimi de var…
Bu dönmelik, CHP’nin karşı olduğu ideolojilere yanlaması anlamına geliyor. İyi de, hem kendi seçmenine hem karşı seçmene ne mesaj vermiş oluyor?
Millet İttifakı’na oy vermiş-verecek seçmene demiş oluyor ki, “bu sözleri siz duymayın, durumu biliyorsunuz, ne kadarını kandırabilirsek kârdır, seçimden sonra sizdeyim”.
Milliyetçi-muhafazakâr seçmene de şunu demiş oluyor; ‘siz zaten bidon kafalısınız, bunu dahi yutarsınız”…
Bu politik karaktersizliğin yaşamını sürdürmesi mümkün mü?
Bir dönem seçim kampanyalarında sık kullanılan bir klişe vardı; “sağduyu kazanacak”…
Zaman zaman yeniden hatırlanıyor. Hatta, vakt-i zamanında bundan mülhem, “bu sefer ‘solduyu’ kazanacak” kelime oyunuyla şirinlik yapanlar da vardı…
Bu seçimlerde iş şirazesinden o kadar çıktı ki, ilkeler, prensipler, kabuller, reddedişlerden saat farkıyla çark edilir oldu, karakter ve sadakat zaafları o denli ayyuka çıktı ki şirinlikleri arar olduk…
Bilhassa yarın…
Olamazsınız.
Daha doğrusu bedava olamazsınız.
Bedelini, zamanınızı, yani hayatınızı vererek ödersiniz.
Formül bu kadardır.