11 ilimizi etkileyen Kahramanmaraş merkezli deprem felaketinin ardından bölgeye üç kez gittim. İlk gittiğimde henüz felaketin üzerinden üç gün geçmişti. Hâlâ enkazın altında canlı insanlarımız vardı. Bir yandan enkaz altındaki canların kurtarılması için gecesini gündüzüne katarak çalışan ekipler, diğer yandan enkazın altından çıkmış, yakınlarının gözyaşları içinde kurtarılmasını bekleyen depremzedeler vardı.
Felaket bölgesinde ilden ile geçerken gördüğüm her bir manzara beni daha da korkutuyordu. Kahramanmaraş’tan Gaziantep’in Nurdağı ve İslahiye ilçelerine geçtim. Oradan da Hatay’a gidince “Aman Allah’ım bu felaketin altından nasıl kalkacağız” diye büyük bir endişeye kapıldım. Adıyaman’da endişelerim büsbütün arttı.
Sonra ekiplerin arasına karıştım, yetkililerle görüştüm, yardıma koşan STK’ların faaliyetlerini gözlemledim. Duyduklarım, gördüklerim yavaş yavaş içimdeki ürpertiyi hafifletmeye başladı. Yürekleri merhamet dolu insanlar akın etmiş felaket bölgesine. Kimi 3 aylık bebeğini bırakmış gelmiş, kimi hasta anne-babasını, kimi işini, kimi eşini bırakmış gelmiş...
Karınca misali herkes elinden gelen bütün gayretiyle yardıma koşmuş. Sadece sivil vatandaşlar değil, kamuda çalışan ister AFAD görevlisi olsun, ister asker, ister polis... Büyük bir merhamet ordusu oluşmuştu. Hatay’da bir bayan polis, enkaz başında bekliyordu, “Burada mı görev yapıyorsun” diye sormuştum. Ankara’da Meclis’te görev yaptığını Hatay’a gönüllü olarak geldiğini söylemişti.
Hatırlayın deprem bölgesine iş makinelerini bir an önce ulaştırmak için sürat kadranını, devir saatini kapatan TIR şoförünü, hiç durmadan, belki bir can daha fazla kurtulur umuduyla İstanbul’dan Kahramanmaraş’a 9 saatte gitmişti.
İş adamları seferber olmuş, ellerindeki tüm iş makinelerini, kamyonlarını, elemanlarını bölgeye ulaştırmıştı. STK’lar bütün imkânlarıyla yaraların sarılması için gece-gündüz çalıştı; hâlâ bölgede çalışmaya devam ediyor. Devletin neler yaptıklarını yazmıyorum. Devletin görevi, yapacak zaten.
Bölgeye gidemeyen milyonlar, hem para hem eşya yardımı için seferber oldu. Kimi boş evini tahsis etti, kimi kendi evine misafir aldı depremzedeleri. Kimileri de kira yardımında bulundu. Hâlâ bulunmaya devam ediyor. Türkiye yekvücut oldu.
İşte bu merhamet anlayışıyla dünyada eşi benzeri olmayan o büyük afetin yaraları sarılmaya başlandı. Her felaket sonrası olduğu gibi Kahramanmaraş merkezli büyük felaket sonrası da “Şimdi hükümet gitti; bu büyük felaketin altından kalkamazlar. Böylece biz iktidara geliyoruz” heyecanına kapılan muhalefet, bu dayanışma ruhunu, bu merhamet hareketini anlayamamış, anlayamaz da zaten...
Deprem bölgesine yardım ulaştırmak yerine trollerini gönderdiler. Yalan yanlış haberlerle kurtarma çalışmalarını sabote ettiler. Onlarca insanın canına sebep oldular. Algı operasyonları ve yalan haberlerle yardımların yanlış yere gitmesine sebep olurken, zamanında ulaşmasını da engellediler.
Devlet enkazın altında kalırsa, daha fazla insan ölürse, yaralar sarılmazsa daha kolay iktidarı ele geçirebileceklerine inandılar. Ve bunun için her türlü kötülüğü yaptılar. Sıcak evlerinde klavye başında sahte kahramanlık hikâyeleri uydurdular.
Sahada olmadıkları için trolleri aracılığıyla oluşturdukları algılarla depremzedelerin seçimlerde büyük bir çoğunlukla kendilerini destekleyeceğine inandılar. Ama sandıklar açılınca seçmenlerin algılarla değil olgularla hareket ettiği ortaya çıktı.
Köpürdüler, neden bu insanların kendilerine oy vermediğini hiç hesap etmeden hakaretlere başladılar. Utanmazlar, sanki yardım etmiş gibi “Hakkımızı helâl etmiyoruz” deme cüretini bile gösterdiler. CHP’li belediyeler depremzedelere zulmetmeye başladı.
Bu merhametsiz güruh, bu insan görünümlü kalpleri kararmış cenah, kendilerinden olmayan herkese aynı aşağılık gözle bakıyor. Bugün depremzedeleri, siyasi tercihleri sebebiyle bu insanlık dışı muameleye tabi tutan merhametsizler, size-bize ne yapmaz?..