DENİZE DÜŞENLER YILANA SARILDILAR;
Bütün dünya, insanlık tarihinin en tehlikeli salgınıyla savaşıyor. Yüzbinlerce insan COVID-19 salgınıyla boğuşuyor. Binlerce insan hayatını kaybetti.
Kâbe ilk kez tavafa kapatılmış, camiler, mabetler kapatılmış, toplu ibadetler durdurulmuş.
Müslüman dünya oruçlu ve duygusal olarak çok kırılgan.
Müslüman olmayan ülkeler, yönetimler, liderler Ramazan kutlamaları yayınlıyor.
Korona salgını yüzünden Avrupa’da başbakanlar Kur’ân-ı Kerim okutturuyor. Avrupa şehirlerinden ezan sesleri yükseliyor.
Bu alçaklar kalkmış İslâm’a, Müslümanlara saldırıyor, küfrediyor
Bu alçaklar kalkmış, bu en zor dönemde insanların dinine, inancına saldırıyor, hakaretler yağdırıyor.
Ankara Barosu’nun yayınladığı o bildiri; bugüne karar Avrupa’da örneklerini gördüğümüz en aşırı saldırı türünden biridir.
İsrail aşırı sağı, ABD neo-conları ve Avrupa aşırı sağının yaptıklarıyla birebir aynıdır.
Tam anlamıyla bir İslomofobi örneğidir.
“İslâm’la Savaş”ın Türkiye cephesi..
ABD ve İsrail aşırı sağının otuz yıldır bütün dünyada yürüttüğü “İslâm’la savaş”ın “Türkiye cephesi”ni afişe etmektedir. Bu ülkede kurulan cephenin ne kadar derinlerde, ne kadar sinsice, ne kadar yaygın olduğunun ifadesidir.
Dünya ne olursa olsun, Türkiye ne olursa olsun, onlardaki Türkiye nefretinin, İslâm nefretinin, Müslüman nefretinin ne kadar yüksek olduğu, ne kadar tehlikeli boyutta olduğu, ellerine fırsat geçince neler yapabilecekleri o bildirinin metninde açıkça ortaya konmuştur.
Ebu Gureyb’i yönetenlerin İslâm nefreti ile bunlarınki aynı. Öyle bir sapkınlık işte.
Çünkü bu nefreti yayanlar, dünya genelinde yüz binlerce insan öldürdü. Kitlesel kıyımlar yaptı, ülkeler işgal etti, iç savaşlar çıkarttı. Bu nefret yüzünden otuz yıldır kitlesel kıyımlar yapılıyor, Müslüman ülkeler, şehirler yok ediliyor.
Ankara Barosu’nun kullandığı dil onların dili. Onlarla aynı kökten, aynı cepheden. Bu adamlar, Irak’ta Ebu Gureyb ve benzeri yerlerde ibadet eder gibi işkence edenlerle aynı yerden.
Kandahar’da yüzlerce insanı Müslüman olduğu için işkence ile öldürenlerle aynı kökten. Müslümanları kaçırıp okyanuslarda gemilerde kurdukları işkence merkezlerinde öldürenlerle aynı cepheden.
Onların da nefreti buydu. Onlar da aynı cümleleri kuruyorlardı. Onların da Müslümanlara bakışı bu kadar sapkındı.
30 yıldır “Müslüman soykırımı” yapanlar Ankara Barosu’nda mı örgütleniyor?
Bu ülkenin Müslümanları, bütün kurumları, sosyal çevreleri, vakıfları, dernekleri, cemaat mensupları, Müslüman bireyleri, bir dine, o dinin mensuplarını böylesine alçakça saldırıyı sindiremeyen herkes;
Ankara Barosu’na, baro yönetimine, o bildirinin yazılması talimatını verenlere, o bildiriyi kaleme alanlara karşı, binlerce, on binlerce hakaret davası açmak, tazminat davaları açmak zorundadır.
Görülmemiş bir toplumsal reaksiyon şarttır. Otuz yıldır dünya genelinde “Müslüman soykırımı” yapanlar, öyle görünüyor ki Ankara Barosu’nda da örgütlenmişler.
Din tartışması, politik hesap
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, İslâm’ın hükümlerini söylemiştir. Bu hem hakkı hem yükümlülüğüdür. Buradan hareketle Erbaş’ı hedef alanlar, aslında İslâm’ı hedef alıyor, bu açıktır.
Dertleri İslâm’la hesaplaşmak, bu nettir.
Bu bir din tartışması üzerinden politik bir kavga çıkarma çabasıdır. Dünyadaki İslamofobik projenin Türkiye ayağını kökleştirme girişimidir. Bir “iç cephe” inşası, buna yönelik ihale alma girişimidir.
Türkiye göz dolduruyor…
“İç karartma” uyguluyor,
sinsi tahrikler planlıyorlar.
Türkiye’nin salgın günlerinde dünyada inanılmaz bir popülaritesi oluştu. Hem salgınla mücadele, hem dünyanın yardımına koşma, hem de imkânlarının yeterliliği ile Türkiye, dünyada göz dolduran ülke oldu.
Bu çevreler; Türk Tabipler Birliği, Ankara Barosu gibi yapılar bunu hazmedemedi. Türkiye’den nefret ettikleri için, Türkiye’nin gücünden ve dünyada yükselen Türkiye sevgisinden de rahatsızlık duyuyorlar.
Bu yüzden en tehlikeli cümleler kurarak en sıkıntılı alanlarda saldırılar yaparak bir iç karartma uyguluyorlar. Dini alanda toplumsal hassasiyetin olduğu alanlarda yapay gerilimler üretiyorlar.
Sinsice hazırlanmış bir tahrik bu. Ama tahrik diyerek sessiz kalmak daha da tehlikeli. Pervasızlığın, saygısızlığın, nefretin bu derece yayılmasının da önüne geçilmeli.
Bu insanlara gerekli tavır gösterilmeli. Bir sınırları olduğu, karşı çıktıkları insanlara, onların inançlarına, değerlerine bu şekilde saldıramayacakları hatırlatılmalı.
Çıldırıyorlar… Dengelerini, akıl sağlıklarını kaybettiler. Yok öyle yağma..
İfade özgürlüğü adı altında insanların dinlerine inançlarına küfretme, hakaret etme gibi bir seçeneği kimse kimseye sunamaz. Böyle bir ifade özgürlüğü yok, olamaz da.
Sözleri bitti. Yaşam alanları daraldı, köşeye sıkıştılar. Türkiye onların istediğinin tam tersi bir yolda, hızla güçlenip yükseliyor. Bir küresel aktör haline geliyor.
Çıldırıyorlar. Dengelerini, akıl sağlıklarını kaybetmiş bir şekilde oraya buraya saldırıyorlar. En çılgınca saldırılarını yapıp kendilerini daha da yok ediyorlar.
O bildirinin Danimarka’daki karikatürden hiç farkı yok.
O bildiri ile, Danimarkalı Jyllands-Posten adlı gazetenin Hz. Muhammed’e hakaret eden 12 karikatüründen hiç farkı yok.
Aynı öfke, aynı nefret, aynı kötülük.
Türkiye’den ve Müslüman halkından o kadar nefret ediyorlar ki, Korona salgını dünyayı kasıp kavururken Türkiye canla başla mücadele ederken, zerre destek vermediler.
Boş verin desteği, sürekli nefret ve kötülük saçtılar. Moral bozmaya çalıştılar, Türkiye’nin salgına yenik düşmesi için ellerinden geleni yaptılar.
Yüz binlerce insanımız ölsün diye beklediler.
Onlara göre yüzbinlerce insan ölmeliydi. Bunu beklediler. Salgın üzerinden, çaresizlik üzerinden, hastalık ve ölüm üzerinden bile siyasi hesap yaptılar.
Dünya Türkiye’yi alkışladı. Milletimiz kenetlendi. Duygusal bir dayanışma bütün ülkeye yayıldı. Bunlar nefret tohumları ekip durdular.
Türkiye nerede bir vatandaşı varsa ulaşıyor ya, nerede bir insanının çığlığını duysa oraya koşuyor ya, bir kişi için ambulans uçak gönderip vatana getiriyor ya, bu, onları mahvediyor.
Nefretten, öfkeden, hasetten, kötülük duygusundan kasılıp duruyorlar.
O bildiri hiç unutulmaz. Gün gelir size yedirirler!
Büyük bir salgın yaşıyoruz. Adı “Türk Tabipler Birliği” olan bir yapı var. N
e yaptı? Fitne fesat dışında ne yaptı? Lütfen, bu kurumun adından “Türk” ifadesini çıkarın. Türkiye’ye ait hiçbir özellikleri yok çünkü?
Ankara Barosu’nun o bildirisi hiç unutulmayacak. Bu millet, bu topraklar, bu sözleri onlara yedirecek. O bildiriyi yazıp yayınlayanlar, bu sözler ömrünüz boyunca peşinizi bırakmayacak.
Millete sövmenin, hakaretler etmenin bir ayrıcalık olmadığını göreceksiniz.
Türkiye bir an önce bu “vesâyet kalıntısı” kurumlardan kurtulmalı. İmtiyazlarını ellerinden almalı. Milyonlarca insan, öylesine durup onların hakaretlerini, saldırılarını sindirmek zorunda değil.
Sokakta, gördüğünüz her yerde, yüzlerine tükürün
Tekrar ediyorum: Ankara Barosu yönetimine, o bildiriyi kaleme alanlara, yayınlayanlara, talimatını verenlere karşı binlerce, yüz binlerce hakaret ve tazminat davaları açın.
Ve bu bildiriyi yazıp yayınlayanlara karşı; terörden, organize suçtan, milleti kışkırtmaktan, bölücülükten, inançlara saldırıdan, toplumsal infial çıkarmaya teşebbüsten soruşturmalar açılmalı.
O avukatların, avukatlık ruhsatları da iptal edilmeli. Çünkü onlar bu ülkeyi hak etmiyorlar.
Bunların hiçbirisi mi olmadı.
Sokakta, gördüğünüz yerde, yüzlerine tükürün.
Abdülkadir Erkahraman
Araştırmacı Yazar / Uluslararası İlişkiler Uzmanı