Ekleme
Tarihi: 05 Şubat 2024 - Pazartesi
İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’de gerçekleştirdiği terör politikalarına yönelik uluslararası bir müdahalenin mümkün olmaması, her geçen gün derinleşerek farklı yönleriyle müşahede ettiğimiz bir trajediyi ortaya çıkartmak-tadır. Küresel ölçekteki kitlesel protestoların güçlü etkisine rağmen özellikle ABD ve Avrupa’nın koşulsuz desteği, Netanyahu’nun saldırgan politikalarını sürdürmede etkili olmaktadır. Son dönemde İsrail’in Gazze’ye yönelik ortaya koyduğu askeri politikaların istenilen sonuçları vermemesi, iç kamuoyunda Netanyahu’ya yönelik eleştirileri artırmaktadır. Bu eleştirilerin geldiği nokta, bugün seçim yapılsa iktidarın değişeceğini gösteren çok güçlü kamuoyu araştırmaları desteklenmektedir.
Güney Afrika tarafından Uluslararası Adalet Divanı’na açılan davada ortaya çıkan ara kararlar da Netanyahu’nun daha fazla sıkışmasına neden olmaktadır. Öyle ki son günlerde İsrail’in çatışmayı bölgeye yaymak suretiyle azalan kamuoyu desteğini artırmaya dönük bir çaba içerisinde olduğu görülmektedir. Benzer bir çaba da Batı kamuoyunda İsrail’i aklayacak argümanlar üretme ve Hamas’ı şeytanlaştırma söylemi üzerinden görülmektedir. Özellikle hükümet sözcüsü Eylon Levy’nin Batı başkentlerindeki yoğun medya diplomasisi ve görünürlüğü bu çabanın en somut göstergesidir.
Son günlerde dikkat çeken diğer bir husus da İsrail’in Birleşmiş Milletler ile girdiği diyalog. Özellikle Nakba sonrası yaşanan demografik müdahalelerin yarattığı tahribatı engellenmeye dönük kurulan Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansına (UNRWA) yönelik baskı, Gazze’de her geçen artan trajedinin derinleşmesine neden olmaktadır. Yaklaşık 6 milyon Filistinli mülteciye yardım amacıyla kurulan söz konusu kurum gıda, eğitim ve barınma gibi konularda ciddi faaliyetler icra etmektedir. İsrail’in baskısı nedeniyle bölgede temel ihtiyaç maddelerine yönelik erişim neredeyse imkânsız hale gelmekte ve soykırımı mümkün hale getirecek ortam teşekkül ettirilmektedir.
Netanyahu ve yakın ekibinin Uluslararası Adalet Divanından çıkan kararlar sonucunda soykırımla yargılanacak olması, Netanyahu’nun içerideki kamuoyu desteğinden mahrum kalması sonucuyla birlikte düşünüldüğünde, tablo daha anlamlı hale gelmektedir. Hedef saptırma ve cepheyi genişletme stratejisinin bir devamı olarak devreye sokulan UNRWA’ya yönelik baskı, İsrail’in çözüm üretme noktasındaki sıkışıklığının bir göstergesidir. İsrail’in BM ve UNRWA’yı hedef almasındaki temel iddiası, kurumun Hamas’a yönelik desteği. İsrailli yetkililer, 12 personelin 7 Ekim sürecinde Hamas’a destek olduğu ve sürecin içerisinde yer aldığı gerekçesiyle böyle bir tutum içerisinde olduklarını beyan etmişler ve bütün dünyaya bu yönde propaganda yapmışlardır. On yıllardır belirli bir kapasite ile Filistinlilere destek veren bir kurumun hedef alınması, üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. 7 Ekim sonrasında BM Genel Sekreteri Guterres’in yaptığı açıklamalar sonrasında BM ile İsrail arasında yaşanan gerginliklerin geldiği nokta, İsrail’in hukuk tanımaz politikalarının hangi aşamaya geldiğini gösterme açısından önemli.
Batı’nın Koşulsuz Desteği Sürüyor
İsrail’in BM’ye yönelik agresif politikalarının Batı tarafından açıkça onaylandığı bir sürece tanıklık ediyoruz. Öyle ki İsrail’in UNRWA’ya yönelik bu tutumu sonrasında ABD, Almanya, İsviçre, İtalya, Kanada, Finlandiya, Avustralya, İngiltere, Hollanda ve Fransa gibi ülkeler desteği durdurduklarını açıklamışlar ve bölgedeki faaliyetlerin ciddi bir zarar görmesini umursamamışlardır. Uzunca bir süredir temel insani ihtiyaçlar noktasında ciddi zorluklarla karşı karşıya kalan bölge halkının bugünkü durumu, İsrail’in her veçhesiyle soykırım gerçekleştirdiğine işaret etmektedir. Her ne kadar Guterres, ilgili ülkelere yardımları kesmeme ve kararlarını gözden geçirme çağrısı yapsa da gelinen noktada herhangi bir olumlu gelişme olmadığı görülmektedir. Söz konusu ülkelerin bağımsız soruşturma kararını beklediklerini ifade etseler de durumun aciliyeti herhangi bir zaman kaybının telafisi olmadığını göstermektedir. 30 bin kadar personeli olan ve bu personelin yarıya yakınının Gazze’de çalıştığı düşünüldüğünde, fonların kesilmesi ve yardımların durdurulması sonrasında ortaya çıkan bilançonun ne denli ağır olacağı hesap edilebilir.
7 Ekim’den bu yana İsrail devletinin ideolojik aygıtları aracılığıyla üretmeye çalıştığı algı, Nasyonel Sosyalizmin Almanya’da iktidara gelişi süreci ile paralellikler arz etmektedir. Avrupa’da yerleşik olan Yahudi karşıtlığını devletin kurumsal kapasitesi ile bir üst boyuta taşıyan Hitler rejimi, günün sonunda Hanau başta olmak üzere çeşitli toplama kampları aracılığıyla Yahudilere karşıtlığını sistematik hale getirmiş ve tedrici bir soykırım uygulamışlardır. 1917 ve sonrasında terör örgütleri aracılığıyla 1948 ve sonrasında ise devlet aracılığıyla İsrail’in Filistin topraklarında uyguladığı şiddet ve terör, Nasyonel Sosyalizmin ötesine geçmiş ve on yıllara sari sistematik bir soykırımın hazırlayıcısı olmuştur. Bugün bomba ve silahların gölgesinde iki milyon insanı açık hava hapishanesine mecbur bırakan İsrail ve müttefikleri, Hanau’dan daha acı tecrübeleri Filistin topraklarında yaşatmaktadır.