İsrailli yetkililerin, komutanların Gazze’ye yönelik neredeyse bir aydır süren acımasız saldırılara ilişkin tüm açıklamalarında dini-tarihi gerekçeler göstererek katliamı meşrulaştırmasıyla dini bir radikallik ile karşı karşıya olduğumuzu gördük. Üstelik bu etnik-dini faşizmi destekleyen de “aydınlanmacı, hümanist” Batı ülkeleri…
Bu çerçevede bakarken kitaplıkta Gilles Kepel’in 1970 sonrası tüm dünyada dini hareketlerin yükselişini ele aldığı kitabı “Tanrı’nın İntikamı: Din Dünyayı Yeniden Fethediyor” kitabını gördüm. Kitabın önemli bir bölümünde, Museviliğin yeniden yükselmesi, İsrail Krallığı’nın kurulması hedefinin siyasete nasıl sirayet ettiği anlatılıyor… Kepel kitapta, Müslümanlık ve Hristiyanlığın da yeniden yükselmesini ele alırken Museviliğin yükselmesini onlardan ayrıştırıyor. “Diaspora’da olduğu gibi İsrail’de de haredim (ultra ortrodoks) gurupları, misvotlara (kutsal zorunluluk ve yasaklara) katı saygı göstermeye dayalı çok büyük bir ağ geliştirdiler. Okullar, dini ensitütüler ve günlük yaşamadaki uygulamalarla Haredi dünyası halktan koptu, gettolaştı. Ortodokslar kendilerini aydınlanmış filozofların sahte evrenselcilikleri, laikleşmiş Musevi çevrelerinin cazibelerinden koruyordu. Tanrı’nın gözünde Musevi ile gayri Musevi’nin arasındaki fark, gayri Musevi ile hayvan arasındaki fark ile aynıdır.”
Yukarıda özetlediğim Museviliği yeniden yorumlamak üzerinden gelişen bir hareket olan “Gouş Enonim” bu söylemlerin merkezine eylem de koyuyor. “Gouş Enonim” kelime anlamı olarak “inançlılar bloku” ya da” birliği” anlamına geliyor. Örgüt 1967 Arap-İsrail savaşı sonrası Araplara taviz verdiğini düşündükleri İsrail devletine karşı ortaya çıkıyor. “Biz Mesihi getirmeye çalışıyoruz” diyen örgüt Batı Şeria’daki Filistinli Arapların yaşadığı köylerin boşaltılmasını sağlamak için her şeyi mübah görüyor. Zorla boşaltılan bu bölgelere ve evlere kendi görüşlerine mensup radikal Musevilerin getirilmesini örgütlüyorlar. Bugünkü paramiliter yerleşimciler onların eseri. Olayların gelişimine dair kitaptan kısa bir özet vermek istiyorum…
TÜRK BASINI FİLİSTİN MESELESİNİ NASIL GÖRMÜŞTÜ?
Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türk Basınında Filistin Bölgesi ve Yahudilerle İlgili Haberler Bağlamında Müslüman-Yahudi İlişkileri. Bu makalenin sahibi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ömer Faruk Araz. Prof. Dr. Nuh Arslantaş hoca haberdar etti, sayesinde Filistin meselesine Türkiye’den bakıştaki farklılıkların kökenine dair ilginç bir yazı okuma imkânı buldum.
Yine 1935’te Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan “Dirilen Yahudi Diyarı Filistin” başlıklı haberde, bölgeyi ziyaret eden Paul Herfort isimli Fransız bir yazarın gözlemleri aktarılıyor: Filistin’de tamamen Yahudilerden müteşekkil şehirlerin kurulması, Tel- Aviv/Telüâfif örneği ile anlatılıyor. Bölgenin zirai gelişimi için Batı dünyasındaki Yahudilerin ekonomik destek olduğu, bölgeye göçmüş olanların şevkle çalıştıklarından bahsediliyor.
20 Kasım 1935, bölgenin Yahudilere bırakılmaması için İngilizlere karşı başlatılan mücadeleye liderlik eden İzzettin Kassam’ın İngilizler tarafından öldürülmesinden sonra 1939 yılı ortalarına kadar süren Arap İsyanı döneminde Türk basınındaki Filistin’le ilgili haberler de artmaya başlamış. Haberlerde; İngilizlerin şiddet eylemlerine karışanların mallarına el koyması ve idamla yargılaması, Arapların genel grevinin sona erdirilmesi için çalışmayanların ruhsatlarının iptal edilmesi gibi konular yer alıyor.
Gazetelerde İslam, Mescid-i Aksa ya da Kubbetü’s-Sahra ifadeleri hiç yer almamış. Müslüman kavramı sadece bir kez kullanılmış. Araz, “Bu durumun hilafetin kaldırılmış olmasıyla gerçekleşen paradigma değişiminin basın diline yansıması olarak değerlendirilebileceği kanaatindeyiz” diyor.
Araz, bu kayıtsızlığın siyasi bir tarafı da olabileceğine dikkat çekiyor: “Şöyle ki, 1939 yılına kadar devam eden Hatay Meselesi sebebiyle başta Suriye olmak üzere Arap coğrafyasıyla yaşanan gerginliklerin gazetelerde yoğun bir şekilde yer aldığı dikkate alınırsa bu mücadelede yeni bir cephe açarak zayıf düşmeme kaygısının da bölgeye kayıtsız kalmaya sevk etmiş olabilir.”