Önce şunu bilelim: yabancı düşmanlığının kendisi Türkiye’ye, Türk kültürüne, tarihine, inancına ve toplumsal dokusuna yabancı bir ideoloji. Bunun şahidi bu topraklardaki bin yıllık kültür ve medeniyettir. Her türlü hamasi ve tarih-kültür güzellemesinden uzak olarak, Türkiye’de bin yıl boyunca korunmuş olan toplumsal ve kültürel çeşitlilik bu topraklara en yabancı kavramın “yabancılık” olduğunu gösterir.
Türkler İslam’ı kabul ettikten sonra, tıpkı İslam’ı kabul eden Araplar gibi ona bir minnettarlık duygusuyla doldular ve bu duygu onları yücelttikçe yüceltti. Türkler i’layi kelimetullah yarışında yorgun düşmüş olan Arapların elinden bayrağı devraldıklarında Emevi ve Abbasi medeniyetlerinin bayrağı götürdükleri yerde sergiledikleri dinsel hoşgörüyü kurdukları şehirlerde sergilemeye devam ettiler.
Keramet ne Araplardandı ne de Türklerdendi. Keramet bizatihi İslam’ın kendisindendi. Allah’ın birbirine düşman olan insanlardan “kardeşler” edinmiş olması İslam’ın en devrimci yanı olarak zikredilse yeridir. Bütün iktidar stratejileri hedef aldıkları, tanımladıkları düşmanları yok etmek üzere çalışır. Varlıklarını düşmanlarına olan nefrete dayandırır. Oysa bu dinin kitabı birbirine düşman olan, birbirlerini kıran kırana öldürmeye, yok etmeye çalışan insanların kalplerine birbirlerine karşı bir ülfet ekip onları Allah’ın nimetiyle birbirlerine kardeş kılmıştır. Bu kardeşliğin (dostluğun) nimeti sadece Müslüman olanlara dokunmamıştır, Müslüman olmayanlar da bu eski düşman yeni kardeş insanları etkisi altına alan dostluk siyasetinden nasiplerini almış ve dinlerinde, dillerinde, kültürlerinde özgür olarak bu siyasi şemsiye altında yaşamaya devam edebilmişlerdir.
Müslümanın Müslüman olmayanlara karşı dahi duygusu bir nefret duygusu değildir. Kendilerine zulmetmeyen, düşmanlık yapmayan hiç kimseye karşı bir nefret duygusu, bir dışlayıcılık sergilenmemiştir. Müslümanın da Müslüman olmayanın da yaratıcısı Allah’tır ve Allah müslim, gayr-ı müslim ayırımı yapmaksızın herkese rızkını, hayat hakkını, iradesini, özgürlüğünü tahsis etmiştir. Müslüman hak yolda olduğunu bilse dahi Allah’ın insanlara özgür iradeleriyle istedikleri gibi olma hakkını vermiş olduğu hakikatine yabancı değildir.
Yaratılıştaki farklılığın içinde ayetler görmeye aşina bir mümin için zaten yabancı veya yabancılık yoktur.
Düşmanlardan kardeşler kılan bu dinin nimetinden uzaklaşıldıkça kardeşlerin birbirine düşman olması da mukadder hale geliyor. Çünkü bu güzel nimete cahiliyenin ırkçı kafası tercih ediliyor ve o kafadan da kibirden, nefretten, düşmanlıktan başka bir şey sadır olmuyor. Bu kafadan sadır olan kin ve nefret sadece yabancı diye tanımlanan kişilere yönelmez, bu batağa saplanıldı mı kime yöneleceğinin bir sınırı da olmaz nerede duracağı da bilinmez. Irkçılık insana verilmiş en soylu makamdan bir düşüş, en güzel ilimden bir dalalet, en derin şuurdan bir gaflettir.
Arapları Türklere yabancı gibi gösteren şuursuzluk Türklere yabancıdır. Ama bu yabancılığa bizi aşina kılmaya çalışan cahillerin cazgırlıkları ne yazık ki Türkiye’ye büyük zararlar verme noktasına gelmiştir. Türkler adına ırkçılık yapanlar, garip bir biçimde Araplar adına ırkçılık yapanlarla işbirliği içinde Allah’ın nimetiyle kardeş kılınmış olan Araplarla Türkleri birbirlerine yabancılaştırmaya çalışmaktadırlar.
Türkiye’de son zamanlarda Araplara karşı yürütülen ırkçı nefret kampanyaları başlamadan epey önce Arap medyasında aynı amaçla yoğun bir kampanya yürütülüyordu. Bu kampanya Arapları Türkiye’ye gitmekten, Türkiye’yi sevmekten men etmeye çalışıyordu. O kampanya hiç durmadı ama hiç etkili olmuyordu çünkü içleri Türkiye sevgisiyle dolu Arap kardeşlerimiz bu oyuna gelmiyordu. Şimdi şahit olduğumuz kampanya ile Araplık adına ırkçılık yapan o cahillere Türklük adına ırkçılık yapanlar katılmış oluyor. İkisi elbirliği ile Türklerle Arapları tekrar birbirlerine soğutmaya, uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu da yüz yıl önce başlamış olan Osmanlı topraklarının üzerine çöken sömürgeci emperyalist projenin restorasyonundan başka bir anlama gelmiyor.
Türkiye’de ırkçı yabancı karşıtı kampanyaları yürütenlerin Türklere yabancı bir azınlık olduğunu söyleyelim. Buna karşılık Türkiye halkının büyük çoğunluğu bu ırkçı politikaların farkında ve asla prim vermiyor. Irkçılık haince bir merkezden yönetildiği için örgütlü ve sesi çok çıkıyor. Irkçılığı insanlık düşmanı bir tutum olarak gören çoğunluk ise örgütlü olmadığı için sesi çıkmıyor. Ancak her geçen gün ses yükseltmeye başlıyor.
Geçtiğimiz gün Fatih Saraçhane Parkı’nda ırkçılığa karşı bir dayanışma eylemi düzenlendi. Birçok sivil toplum kuruluşunun katılım gösterdiği eylemde konuşan Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya “tek parti faşizmiyle başlayan sürecin bugünkü mülteci düşmanlığı ile kendini ifade ettiğini belirtirken Müslümanların tarihinde ise böyle örneklerin hiçbir zaman bulunmadığını” anlattı. Kaya, Türkiye’deki mülteci düşmanlığının İslam’a karşı duyulan kin ve nefretle yakından ilişkili olduğunun altını çizerken mültecileri hedef alan çevrelerin Müslümanları açıktan hedef gösteremedikleri için kendilerini bu şekilde ifade ettiklerini söyledi.
Bu eylem ve giderek örneklerini çok gördüğümüz tepkiler, Türkiye’nin bir avuç serserinin Türkiye’ye karşı işledikleri bu ırkçı teröre teslim olmayacağını gösteriyor. Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan söylenmesi gerekeni en açık bir biçimde söylemektedir. Son konuşmalarından birinde söylediği şu: “Terör örgütleri ve kimi siyasetçilerin kışkırtmalarından ırkçılık ve yabancı düşmanlığı zehrine kadar sosyal dokumuzu tahrip eden sinsi oyunların kök salmasına kesinlikle müsaade edemeyiz. Sosyal medyada örgütlenen üç-beş şarlatanın milletimizi birbirine düşürerek ülkemizi yangın yerine çevirme çabalarını, bunların başlarına çalacağız.”
Daha önce de söyledik, tekrar edelim: Arap kardeşlerimizi hedef alan bu ırkçı söylemlerin Türkiye’ye düşmanlığı ve zararı PKK ve DAEŞ terör örgütlerininkiyle aynı düzeydedir. Onlara karşı tedbir de aynı yerden hareketle olmalı ve Cumhurbaşkanı’mızın bu konudaki güçlü tutumu ve söylemi aynı güçte bir politikaya dönüşmelidir.