pendik escort bayan
https://www.ozmenpc.com/masaustu-pc-oyuncu
ak
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Bizler de yaralı kırılgan bilinçlerimizle oradaki yerimizi alacağız.

Savaş kapitalizmin doğasına içkin bir olgudur. Modern dünyâda barış devirleri çok defâ savaşa hazırlık devirleri, yakın gelecekteki bir savaş için araya koyulmuş bir nefes payı olarak değerlendirilse daha mânâlı olur. Aslında savaş modernliği önceleyen târihlere de içkindir. Arttırılmış değer târihi savaşların ana dinamiğidir. Ama kapitalizm-savaş ilişkisi, târihte her zaman olduğundan daha derindir. Her şeyden evvel arttırılmış değer birikimi kapitalizmde zirve yapar. Diğer taraftan kârın maksimizasyonunu yegâne ilkesi yapmış olan kapitalizmde savaş kâr hadlerinin en yüksek olduğu sektörlerin başında gelir. Bunun için kapitalizm, nihâî tahlilde bir savaş ekonomisidir. Savaş kapitalizm için başlı başına ekonomik bir değerdir. Bilim ve teknolojide yaşanmış ilerlemelerin buna eklemlenmesi de kaçınılmazdır. Kapitalist dünyâ dâima Oppenheimer’lar türetmiş ve ayakta kaldığı müddetçe türetecektir. Bilim ve teknoloji târihini beyaz sayfalara sığdırmaya çalışan hikâyelere, ne kadar dikkât edilirse edilsin, bir yerlerden kan sıçrayacaktır. Sâdece bilim ve teknoloji değil, felsefe ve sanatlar da bu gerçek karşısında çâresizdir. Büyük umutlar doğuran Aydınlanmadan Ebedî Barış değil, Ebedî Savaşlar doğdu. Yazılan onca barış şiiri karşılığını bulamadı. Nihâyet ahlâk bile çâresiz kaldı. Onca barışçıl ahlâkî telkin boşlukta kaldı. Bu satırların bedbin bir yazar tarafından kaleme alınmış olduğu düşünülebilir. Buna okuyucunun yorumu der, saygı duyarız. Bu kanaati pekiştireceğini bilerek bir adım daha atalım: Eğer barış insanlık nâmına mümkün ve muhtemel olacaksa, bu tamâmen kapitalizm sonrası yeni bir dünyâ düzeninin ahlâk merkezli kurulabilmesine bağlıdır. Değilse barış, kapitalist üretim-mübâdele-tüketim tarzı içinde boş bir hayâlden ibârettir. Barışa elbette bir gün gerçekleşir kabilinden bir ümit olarak bakabilir miyiz? Doğrusu bunda da tereddütlerim var. Acaba insanlığın kâhir ekseriyeti barışı, ahlâkî bir gereklilik olarak mı; değilse bir günlük hayat kazanımı olarak mı istiyor? Daha basit olarak ifâde edecek olursak barış arzusu , “Yâhu savaşmayın da işimize gücümüze bakalım” demekten ileriye gitmeyen zayıf bir talep mi? Yâni kâhir ekseriyet olarak barışı sâdece pratik sebeplerden ötürü arzu ediyor olmayalım? Barışı, savaşlar canımızı sıktığı için mi tepkiyle karşılıyoruz; değilse bu tepkide ahlâkî bir derinlik yakalayabiliyor muyuz? Doğrusu, ben ilk şıkkın daha geçerli olduğunu düşünenlerdenim. Maddî bir süreç olarak kapitalin orada kalmadığını, kendi gayrımaddî, öznel damarlarını oluşturup, arterlerden kılcallara doğru genişlettiğini; yâni kapitalizme evrildiği bir dünyâda yaşıyoruz. Bilinçler de ona göre oluşuyor. Dayanıksız bilinçlerdir, modern bilinçler. Ne yazık ki; kısa vâdeli devrelerden oluşur ve yüzeysel işler. Hâdiseler arasında bağ ve ilişkiler kurmaktan âcizdir. Bu zihin ikliminde ister tümdengelim olsun, ister tümevarım, başarılamaz. Akâmete uğrar. Çok defâ ilkinde tümde kaybolunur ve bir yere gelinemez; ikincisinde ise asla tüme ulaşılamaz. İlki entelektüel bir iddiadır; diğeri ise konvansiyonel. İlki az sayıda insanın iddiasıdır; ikincisi ise kitlesel olarak yaygın bir zihniyete işâret eder. İlki düşünürken bakmayı unutur, ikincisi ise bakarken düşünmeyi..   Bu sığ bilinçleri kapitalizm üretti. Dünyâyı da bu sebeple çok kolay yönetiyor. Savaş karşısındaki durumumuz tam da bunu gösteriyor. Tümdengelimciler daha evvel, kuru bir ahlâkçılıkla bitse de savaşı felsefîleştirmek ve ahlâkîleştirmeyi denediler. Büyük çoğunluklar ise onları dinlemedi. Bugün daha beter bir manzarayla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Entelektüeller savaşı ne felsefî ne de ahlâkî düzlemde ele alıyorlar. Daha çok komplo teorileriyle soslandırılmış reelpolitik bir oyun teorisi kıvâmında görüyor ve zekâlar stratejizmle kifâyet ediyorlar. Savaş hiçbir zaman bu kadar maddîleşmemişti. Diğer taraftan kitlelerin ise canı fenâ hâlde sıkılıyor. Uzayan her şey, parçalı düşünen kitleler için can sıkıcıdır. Stratejik tahlilleri, ahlâkî tahlillerden daha ilgi çekici buldukları ve daha çok tâkip ettikleri âşikâr. Ama bunun nereye kadar devâm edeceği meçhûl. Hoş devâm etse de derde dermân olmayacağı muhakkak. Kapitalizm insan bilinç ve irâdelerini teslim alan çok katmanlı bir sistem. Onun târihsel olarak tasfiyesinin de bilinç kazanımı veyâ irâdî müdahaleler mârifetiyle olmayacağı da artık anlaşılıyor. Kapitalizm eğer çökecekse bu dışarıdan insan müdahaleleriyle değil bizzât kendi derin maddî çelişkilerinin işlemesiyle olacak. Bu çöküş sâdece maddî değil, gayrımaddî bir çöküş olacak. Yâni yerleşik bilinçleri de çökertecek. Târihsel bir fenâlık olarak kapitalizmin çöküşünü bekleyenleri aceleyle geliştirdikleri beklenti bunun kendiliğinden bir kurtuluş olacağı istikâmetinde. Sanki bir kaç asırlık bir ömre sâhip kapitalizm bilinçlere dokunmamış, irâdeleri serbest bırakmış gibi. Kapitalizm çökecekse bilinçler de çökecek, irâdeler de.. Kimsenin bunun hesâbını yaptığını görmüyorum. Kapitalizm çökerse insanlık da bunun altında kalacaktır demiyorlar. Sanki kapitalizmi uzaktan seyrediyoruz. Savaşlar kapitalizme her zaman güç verdi. Eğer içine girdiğimiz ve yaygınlaşacak intibâını veren savaşlar dizisi kapitalizm için tâze kan olacak ve onu canlandıracaksa zâten beklentiler topyekûn boşa düştü demektir. Eğer bu savaşlar dizisi kapitalizmin can çekişmesiyse bunun insanlığın mevcût zihin dünyâsının da can çekişmesi olduğunu kabûl etmek gerekiyor. Onu ne ikâme edecek? Sanayi kapitalizminin zirve yaptığı devirlerde, onun bir gün çökeceğini öngörenler, doğru veyâ yanlış, yerini neyin alacağını tekmil mesnetleriyle ortaya koyabiliyordu. Bugün kapitalizm yok olsun da ne olursa olsun diyenlerden başkası yok ortada. Bu başka bir yazının konusu, ama şu kadarını söyleyelim ki târihin çöp tenekesi yok. Feodalizm yok olmadı. Kapitalizm de yok olmayacak. Yeni dünyâ teşekkül edecekse eğer, ikisinin, yeni dinamiklerle kaynaşarak farklı bir düzlemde yeniden üretilmesiyle olacak. Bizler de yaralı kırılgan bilinçlerimizle oradaki yerimizi alacağız.. Görünen bu…
Ekleme Tarihi: 04 Mart 2024 - Pazartesi

Bizler de yaralı kırılgan bilinçlerimizle oradaki yerimizi alacağız.

Savaş kapitalizmin doğasına içkin bir olgudur. Modern dünyâda barış devirleri çok defâ savaşa hazırlık devirleri, yakın gelecekteki bir savaş için araya koyulmuş bir nefes payı olarak değerlendirilse daha mânâlı olur. Aslında savaş modernliği önceleyen târihlere de içkindir. Arttırılmış değer târihi savaşların ana dinamiğidir. Ama kapitalizm-savaş ilişkisi, târihte her zaman olduğundan daha derindir. Her şeyden evvel arttırılmış değer birikimi kapitalizmde zirve yapar. Diğer taraftan kârın maksimizasyonunu yegâne ilkesi yapmış olan kapitalizmde savaş kâr hadlerinin en yüksek olduğu sektörlerin başında gelir. Bunun için kapitalizm, nihâî tahlilde bir savaş ekonomisidir. Savaş kapitalizm için başlı başına ekonomik bir değerdir. Bilim ve teknolojide yaşanmış ilerlemelerin buna eklemlenmesi de kaçınılmazdır. Kapitalist dünyâ dâima Oppenheimer’lar türetmiş ve ayakta kaldığı müddetçe türetecektir. Bilim ve teknoloji târihini beyaz sayfalara sığdırmaya çalışan hikâyelere, ne kadar dikkât edilirse edilsin, bir yerlerden kan sıçrayacaktır. Sâdece bilim ve teknoloji değil, felsefe ve sanatlar da bu gerçek karşısında çâresizdir. Büyük umutlar doğuran Aydınlanmadan Ebedî Barış değil, Ebedî Savaşlar doğdu. Yazılan onca barış şiiri karşılığını bulamadı. Nihâyet ahlâk bile çâresiz kaldı. Onca barışçıl ahlâkî telkin boşlukta kaldı.
Bu satırların bedbin bir yazar tarafından kaleme alınmış olduğu düşünülebilir. Buna okuyucunun yorumu der, saygı duyarız. Bu kanaati pekiştireceğini bilerek bir adım daha atalım: Eğer barış insanlık nâmına mümkün ve muhtemel olacaksa, bu tamâmen kapitalizm sonrası yeni bir dünyâ düzeninin ahlâk merkezli kurulabilmesine bağlıdır. Değilse barış, kapitalist üretim-mübâdele-tüketim tarzı içinde boş bir hayâlden ibârettir.
Barışa elbette bir gün gerçekleşir kabilinden bir ümit olarak bakabilir miyiz? Doğrusu bunda da tereddütlerim var. Acaba insanlığın kâhir ekseriyeti barışı, ahlâkî bir gereklilik olarak mı; değilse bir günlük hayat kazanımı olarak mı istiyor? Daha basit olarak ifâde edecek olursak barış arzusu , “Yâhu savaşmayın da işimize gücümüze bakalım” demekten ileriye gitmeyen zayıf bir talep mi? Yâni kâhir ekseriyet olarak barışı sâdece pratik sebeplerden ötürü arzu ediyor olmayalım? Barışı, savaşlar canımızı sıktığı için mi tepkiyle karşılıyoruz; değilse bu tepkide ahlâkî bir derinlik yakalayabiliyor muyuz? Doğrusu, ben ilk şıkkın daha geçerli olduğunu düşünenlerdenim. Maddî bir süreç olarak kapitalin orada kalmadığını, kendi gayrımaddî, öznel damarlarını oluşturup, arterlerden kılcallara doğru genişlettiğini; yâni kapitalizme evrildiği bir dünyâda yaşıyoruz. Bilinçler de ona göre oluşuyor. Dayanıksız bilinçlerdir, modern bilinçler. Ne yazık ki; kısa vâdeli devrelerden oluşur ve yüzeysel işler. Hâdiseler arasında bağ ve ilişkiler kurmaktan âcizdir. Bu zihin ikliminde ister tümdengelim olsun, ister tümevarım, başarılamaz. Akâmete uğrar. Çok defâ ilkinde tümde kaybolunur ve bir yere gelinemez; ikincisinde ise asla tüme ulaşılamaz. İlki entelektüel bir iddiadır; diğeri ise konvansiyonel. İlki az sayıda insanın iddiasıdır; ikincisi ise kitlesel olarak yaygın bir zihniyete işâret eder. İlki düşünürken bakmayı unutur, ikincisi ise bakarken düşünmeyi..
 
Bu sığ bilinçleri kapitalizm üretti. Dünyâyı da bu sebeple çok kolay yönetiyor. Savaş karşısındaki durumumuz tam da bunu gösteriyor. Tümdengelimciler daha evvel, kuru bir ahlâkçılıkla bitse de savaşı felsefîleştirmek ve ahlâkîleştirmeyi denediler. Büyük çoğunluklar ise onları dinlemedi. Bugün daha beter bir manzarayla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Entelektüeller savaşı ne felsefî ne de ahlâkî düzlemde ele alıyorlar. Daha çok komplo teorileriyle soslandırılmış reelpolitik bir oyun teorisi kıvâmında görüyor ve zekâlar stratejizmle kifâyet ediyorlar. Savaş hiçbir zaman bu kadar maddîleşmemişti. Diğer taraftan kitlelerin ise canı fenâ hâlde sıkılıyor. Uzayan her şey, parçalı düşünen kitleler için can sıkıcıdır. Stratejik tahlilleri, ahlâkî tahlillerden daha ilgi çekici buldukları ve daha çok tâkip ettikleri âşikâr. Ama bunun nereye kadar devâm edeceği meçhûl. Hoş devâm etse de derde dermân olmayacağı muhakkak.
Kapitalizm insan bilinç ve irâdelerini teslim alan çok katmanlı bir sistem. Onun târihsel olarak tasfiyesinin de bilinç kazanımı veyâ irâdî müdahaleler mârifetiyle olmayacağı da artık anlaşılıyor. Kapitalizm eğer çökecekse bu dışarıdan insan müdahaleleriyle değil bizzât kendi derin maddî çelişkilerinin işlemesiyle olacak. Bu çöküş sâdece maddî değil, gayrımaddî bir çöküş olacak. Yâni yerleşik bilinçleri de çökertecek. Târihsel bir fenâlık olarak kapitalizmin çöküşünü bekleyenleri aceleyle geliştirdikleri beklenti bunun kendiliğinden bir kurtuluş olacağı istikâmetinde. Sanki bir kaç asırlık bir ömre sâhip kapitalizm bilinçlere dokunmamış, irâdeleri serbest bırakmış gibi. Kapitalizm çökecekse bilinçler de çökecek, irâdeler de.. Kimsenin bunun hesâbını yaptığını görmüyorum. Kapitalizm çökerse insanlık da bunun altında kalacaktır demiyorlar. Sanki kapitalizmi uzaktan seyrediyoruz.

Savaşlar kapitalizme her zaman güç verdi. Eğer içine girdiğimiz ve yaygınlaşacak intibâını veren savaşlar dizisi kapitalizm için tâze kan olacak ve onu canlandıracaksa zâten beklentiler topyekûn boşa düştü demektir. Eğer bu savaşlar dizisi kapitalizmin can çekişmesiyse bunun insanlığın mevcût zihin dünyâsının da can çekişmesi olduğunu kabûl etmek gerekiyor. Onu ne ikâme edecek? Sanayi kapitalizminin zirve yaptığı devirlerde, onun bir gün çökeceğini öngörenler, doğru veyâ yanlış, yerini neyin alacağını tekmil mesnetleriyle ortaya koyabiliyordu. Bugün kapitalizm yok olsun da ne olursa olsun diyenlerden başkası yok ortada. Bu başka bir yazının konusu, ama şu kadarını söyleyelim ki târihin çöp tenekesi yok. Feodalizm yok olmadı. Kapitalizm de yok olmayacak. Yeni dünyâ teşekkül edecekse eğer, ikisinin, yeni dinamiklerle kaynaşarak farklı bir düzlemde yeniden üretilmesiyle olacak. Bizler de yaralı kırılgan bilinçlerimizle oradaki yerimizi alacağız.. Görünen bu…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.