ÇOCUKLUK GÜNLERİMİ ARIYORUM
Biz çocuk iken;
Anne öpücüğü her derde deva idi, ilaç gibiydi...
ANNEM gibi, Bazı anneler; mahallenin, her şeyiydi... Hasta bakıcısı, yola gidenin refakatçısı, yol göstereni, sahipsizin, sahibi... Kimsesizin kimsesi...
Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi. Her zaman hazır, nazır bir candı. Onun sıcacık bir sarılması; tüm yorgunluğumuzu unuttururdu. Uzun okul yolculukları sonrası; önümüze konan, yiyecekleri; şikâyet etmeden yerdik. Şikâyet Etmezdik. En büyük ödülümüz; iki bisküvi arası, lokum idi. Bir de annenizin yaptığı el emeği börek ve çörekler...
Her yere birlikte giderdik, zaten; öyle, çok da gidilecek bir yer yoktu... Ancak, gidilecek yerleri çok iyi bilirdi.
En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı. Top bulmak ne mümkün. Kimi zaman; çaputtan toplar diker, oynardık. Olsun çok mutluyduk, çooook...
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani. Şimdiki bilgisayar oyunlarının esiri çocuklara inat... Oyuncaklarımız; Çember, topaç, aşık, cıncık, met, taş ve akıl oyunları idi. Arkadaşlarımızla, oyun mahallerinde buluşurduk. En güçlü muhabbetler, arkadaşlıklar, buralarda oluşurdu. Ne kadar sıcak ne kadar samimi idi. Tadı hala, unutulmadı, hep arandı... Hep tatlı, güzel anılarla yad edildi...
Buz gibi soğuklarda, Kar topu oynamak bir zevkti. Kar yağışını bereket bilir, Kâbus, Facia, diye adlandırmazdık. Yağdığı zaman; Rahmet, derdik, rahmet...
Hele ucunda çan takılı olan, balık sırtı altına yerleştirilmiş kızağın varsa; mahallenin en afilisi olurdun. Kardan yaptığımız hotlatmaçlardan kızak ile atlamak, tadı doyulmaz bir an idi.
Şimdi ben;
Her taraftan kuşatılmışım. Nefes alamıyorum. İşgal kuvvetleri sanki çepeçevre beni esir almış gibi, hissediyorum. İsyan ediyorum, benim değildir bu kültür. Ne ruhuma ne bedenime ne de cüzdanıma hitap eder. İsraf, almış başını gidiyor. Sömürü düzeni her şeyi almış götürmüş. Kültür esareti, her yanımızı sarmış. Bize yabancı. Sanki kendi ÜLKEMDE, esir gibiyim. TV ekranları yabancı, giyim kuşam, yabancı, yeme alışkanlığımız yabancı, israf, israf, israf... Ya ben, ben değilim. Ya bütün çevremdeki unsurlar; işgal kuvvetleri... Siz karar verin... BEN, eski Beni arıyorum...
Şimdi ise;
Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok. Amma her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan alış-veriş çılgını insanlar... İhtiyacınız olsa da, olmasa da, al, al, al… Reklam sektörü esir almış… Yemeklerimiz bile, evlere servis… Koca kazanlar vitrinlik, tencereler kaynamıyor… Ruhsuz bedenler gibi, şehrin caddelerinde boy gösteriyorlar. İnsanlar, Allah'ın selamını bile; birbirine vermekten çekinir hale gelmiştir. Görünmeyen bir güç; sanki onları, birbirinden ayırmaktadır.
Ruh yok, buz gibiyiz, bu biz değiliz... Tahta iskemleleri, oturakları barındıran, geniş avlular içerisinde hayatını devam ettiren, Büyük aileler yok olmuş. O, Büyük evlerde, avlularda yaşayan yaşlılarımız, yoktur. Onlara dede, nine, diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu. Yaşlılar huzur evlerine bırakıldı. Çocuklar, kreşlere teslim edildi... BİTİYORUZ...
Belki kaybettiğimiz tüm değerleri, geri bulabiliriz. Ama nasıl?
Böyle yaşamayı biz mi istedik? Yoksa, Birileri bize, bunları yaşamaya mecbur mu tutuyor?
Bize medeniyet, diye sunulan; her teknolojik ilerleme, bizi bizden alıp, götürüyor... Meçhul, sonu bilinmeyen yerlere...
Şimdilerde cep telefonu çılgınlığı yaşanıyor... Öz çekim yapacağım diye; kaybedilen canlar...
Anne ve Baba, gerçeğini dahi algılayamamış genç nesiller... Kendilerini arkadaş guruplarının ortasında buluyorlar... İşte O zaman; gelsin tehlike çanları... Başlasın her türlü bağımlılıklar...
Nerede eski arkaadaşlıklar, nerde dostluklar... Paylaşımın zevkini, bölüşmenin tadının yaşandığı anlar. Hem sevinçte, hem kederde...
Sevgisizlik her alanda almış, başını gidiyor... İşte O, genç bulamadığı, sevgiyi; Sahte ilişkilerde, sanal sevgilerde muhabbetten uzak bir şekilde; birilerinde bulduğunu sanarak, kendisini her türlü tehlikeye açık hale getiren, yolculuğa çıkıyor...
Amma ne yolculuk... Ne önü belli ne sonu...
Gelirlerimiz haram mı? Helal mı? Belli değil. Belli ki; temiz kaynak suyuna bir yerlerden kaçak pis sular karışıyor. Tat alamıyoruz, haz duyamıyoruz, Haram her yanımızı kuşatmış, kıpırdayamıyoruz... Saf, duru, temiz, helal, her şeye hasret kaldık. Prangalı mahkumlar gibi, debeleniyoruz... Çırpınıyoruz...
Hareketlerimiz, davranışlarımız bile, esaret gibi, Yapmacık, sahte, sorumsuz…
Allah'ım merhamet dileriz, tüm nesillere, tüm insanlara... Kurtar bizi bu esaretten. Esaret zincirlerinden... Tüm, yanlış ideolojilerin, dayatılan yaşaama tarzlarının Prangalarından... ORHAN ARSLAN