İnsanoğlunun hayatında unutamadığı günler vardır. Hafızasına, mermere yazılan yazılar gibi; hep tazeliğini, diriliğini korur. İşte o günlerden birisi de; Ramazan Ayı içerisinde yaşananlardır. Biz yaşadığımız, o günlerden; Bir, kaç anı paylaşacağız.
Herkesin gelenek haline getirdiği, eski ramazanlar demiyeceğim. Biz, kendimizin yaşadığı, saflığın, temizliğin, dayanışmanın, kardeşliğin, sevinç ve kederde ortak olmanın; çok olduğu, bol olduğu, günlerden söz edeceğim. Bu hal içerisinde; yapılan ibadetlerden aldığımız; huzur ve tattan bahsedeceğim.
Yıllar, yıllar öncesinde; oruçla ilk tanıştığım zaman; Rahmetli annemin, sırtını bir taht gibi kullandığım, o muhteşem gün... İşte o günün; duyulan tat ve huzurunu hatırlatacağım. Anne şefkati, merhameti; yapılan ibadete ortak olma sevinci; kendisi de; oruç olmasına rağmen; altı yaşlarındaki bir çocuğu; öğlen sonrası sırtlayabiliyordu. Ondan huzur, duyuyor. Mutlu oluyordu. Tekerleme halinde; sürekli ikazlarda bulunuyordu. Oğlum, dayan az kaldı, az kaldı...
Annemin duası; Amasya' da, Yeşilırmağın sesi ile; yankılanıyordu. Allah kabul etsin. ALLAH razı olsun...
Ramazan ayının önemini, belirtmek adına; büyüklerimizin, orucunu bana verir misin? Sualinin; manasını anlamaya çalıştığımız, günlerden, bir günde; Babamın; Bir Ramazan ayı sabahında; kolumdan tutarak, Kütüklü Camiye sabah namazına götürdüğü, günün; bende bıraktığı izden bahsedeceğim. Namazsız olmaz, oğlum. Diyordu. Bazı sabah namazların da; Caminin ortasındaki, büyük odun sobasının içerisindeki odunların; çıtırtılarını duyuyordum. Cami cemaatinden bazıları; küçük olmam dolayısıyla; beni sever, beni ödüllendirmek isterlerdi. Hele bir KURAN oku, diyerek; beni teşvik ederlerdi.
Çarşıda, pazarda; yaşımızn küçüklüğüne rağmen; Ramazan Ayının, manevi havasının; insanlar üzerinde etkisini gösterdiğinden söz edeceğim.
İftar sonrası, kılınacak Teravih namazının heyecanını; bir çocuk olarak, nasıl beklediğimden söz edeceğim. Teravih namazı sırasında; okunan ilahilere, ortak olmak adına; ne kadar heyecanlandığımı, ortak olmaya başladığımız zaman ise; nasıl duygulandığımı anlatamam. Bazen, CAMİ içerisindeki, yaramazlıklarımızın; yaşlı insanlar tarafından; azarlandığını unutmuyorum. Kulaklarımızda çınlayan; Ya HENNAN, Ya MENNAN, ile, mutlu olurduk, coşardık...
Bazı insanımızın; her teravihi, ayrı bir camide kılmak gibi; güzel bir özelliği vardı.
Bu hal; İlkokul yıllarımızdan, gençlik yıllarımıza kadar, devam etti. O yıllarda bile; bazı insanların, bizlerin oruçlu halinden rahatsız olduğunu görüyordum. Bir anlam veremiyordum. Oruçlu halimiz, neden onları rahatsız ediyordu?
Gençlik yıllarımızın içerisinde; Ramazan Ayının ayrı bir önemi vardır.
Kurulan ortak sofralarda; yaşanan heyecan, samimiyet, içtenlik, dayanışma duygularının; bugün bile; gözlerimizi yaşlandırdığını, görüyorum. O, anları; anlatacak, cümle kurmakta, kelime bulmakta, zorlanıyorum. Tek kelime ile; samimiyet, dayanışma örnekleri... Bugün hasretle, özlemle andığımız; bizim hayatımızı derinden etkileyen anlar...
Arkadaşlar ve dostlar arasında, bir dayanışma örneği olarak, yapılan iftarların; Ne kadar, huzurlu ve neşe içerisinde geçtiğini söylememize gerek yoktur. Neden? Ortada, O, kadar samimi duygular var ki; arkasında hiç bir hesabın olmadığı samimi duygular; Her türlü aksaklığı, eksikliği, noksanlığı, bütün kötü duyguları; alıp, götürüyor. O, tür kavramların, yaşamasına fırsat vermiyor. Her taraf; samimiyet, ciddiyet, arkadaşlık, dostluk, karşılksız sevgi, kardeşlik duyguları ile beslenmektedir. Böyle bir ortamda; kötü duygular barına bilir mi? Elbette hayır... O günleri, O güzellikleri, O, hesapsız dostlukları; özlemiyorum, diyen insan; yalan söyler.
O, Yıllardaki; sivil toplum örgütlerinin, yaptıkları unutulamaz. Azdık, özdük. Tüm yapılan faaliyetler, meyvesini vermişti. Hala, vermeye devam ediyor.
Öyle dostlukların, bugün yaşanmasında engel nedir? Cevap çok karmaşık. Bugün, şartlar değişti. Şahısların; konumu ve mevki değişti. Çevresi, yakınları değişti. Ekonomik durumları, tavır ve davranışları değişti. Geride kalan; hatıralarda yad edeceğimiz; O güzel günler kaldı...
Olsun yine de; O, günleri yaşadığımıza şükrediyoruz. Bugün, hayatımızda; iylikler ve güzellikler adına ne varsa; O, günlerde, oralarda temelini attık. O gün, O şartlarda, bize; O tatlı, samimi, candan olayları yaşatan tüm arkadaşlara; teşekkür ediyoruz. Hayırla anıyoruz, hayırla anılmak istiyoruz.
İftara yakın, iftarlıklar; esnafların tezgahlarında; boy gösterirdi. Bizim aklımızdan çıkmayan; horoz şekerimiz, vardı. Yeri başkaydı. Bayram öncesi ise; memecimin giliği...
HELE bir iftar geleneğimiz, vardı. Her akşam, bir arkadaşın evine giderdik. Kimi zaman; unutamayacağımız, anılar yaşanmıştı. Böyle bir iftarda; Ev sahibimiz, ev halkına sesleniyordu.
Duyabileceğimiz, gür bir ses geliyor. Hanım, Yemeklerin suyunu fazlalaştır. Bizim oğlanın misafirleri; söylediğinden fazla geldi.
-Gençler; doymadı iseniz; ilave yaptıralım...
Hiç doyulmaz mı? Orada yemeği düşünen kim? Ortada öyle bir yemek var ki; Herkes zaten doyuyor. Dostluk, kardeşlik, samimiyet, kucaklaşma, hemhal olma... daha ne olsun... Doyduk biz... doyduk...
Teravih biter. Malum, toplanılan, bazı çay hanelerde; toprağa serpilen suyun kokusu, ile; çayın deminin tadı; birbirine karışır. Muhabbetin koyusu başlar. Sahura kadar... Kimi zaman; sabah namazları ortak, kılınır.
Son Ramazan Ayı içerisinde; başka bir heyecan başlamıştı. ÇAĞRI filmi... O kadar etkilenmişti ki, insanımız; çocuklarına ad, olarak koydular.
Çağrı, Tüm çağlara... Tüm nesillere... Tüm gönüllere... Tüm susuz kalmış çöllere... Tüm inançsız insanlara... Tüm insanlığa... Ramazanın özü de; bu değil midir?