İSLAMCILIK ANLAYIŞININ GELİŞMESİNDE DİNİ TEDRİSATIN ÖNEMİ
Kelime anlamı olarak,
İSLAMCILIK; bütün Müslümanları tek yönetim altına toplama amacını İLKE EDİNEN ANLAYIŞ... Müslümanların bağımsız,kendi kendini idare eden, bir yapıya sahip olmalarıdır.
İslâmcı fikriyatın genel çerçevesini inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, idare, siyaset, iktisat, hukuk, eğitim alanlarında İslâm’ı bütün bir hayat nizamı olarak yeniden hâkim kılarak müslümanları medenîleştirmektir. İslâm dünyasını geri kalmışlıktan, Batı hâkimiyetinden, zalim ve adaletsiz idarecilerle keyfî yönetimlerden kurtarma; dinî düşünceyi taklit, hurafe ve bid‘atlardan arındırma çabalardır. Bu söylemi, Bozulmuş, kokuşmuş düzen ve nizamların düzeltilmesi için; dinî, siyasî, ilmî çözüm arayışları veya bu arayışları ihtiva eden bir fikir hareketi şeklinde özetlemek mümkündür. Said Halim Paşa’ya göre, İslâmlaşmak demek; İslâmiyet’in inanç, ahlâk, yaşayış ve siyasete ait esaslarının tam olarak uygulanması demektir.
Yaşadıkları dünyada, meselelere; İslami anlamda çözüm aramışlardır. Bu gayret ve çaba ile; her alanda boy göstermeye başlamışlardır.
Bu meseleleri ele alırken kısmen birbirinden farklı yaklaşımlara sahip olsalar da; İslâmcılar’ın temel noktalarda genellikle kültürel kimliklerini ve fikir atmosferlerini oluşturan ortak kabullerinin bulunduğu görülür. Bunun için İslâmcılar hikmetin müslümanın kaybolmuş malı olduğu, üzerinde yoğunlaşmışlardır. İslâmiyet’in gelişmeye engel olmadığı, Avrupa medeniyetine üstünlük sağlayan unsurların esasen müslümanlardan iktibas edildiği, çalındığı, örnek alındığı, vurgusunu yapmışlardır.İnsan için çalışmanın esas olduğu, müslümanların mutlaka kuvvetli olmaları gerektiği, birlik, beraberlik ve kardeşliğin elzem olduğunun altını çizmişlerdir.
Bu amaç ve gayelerin başında; müslümanları saf ve sağlam bir inanç sahibi kılmak, eğitim öğretimi ıslah edip taklitçiliğe karşı savaş açmak, toplumu donukluk ve tembelliğe sevkeden mevcut ahlâk anlayışını değiştirerek aktif bir müslüman tipi ortaya çıkarmak, yeni ve kapsamlı bir cihad fikri geliştirmek, gibi; ortak hedefler benimsemişlerdir.
İslâmcılar’a göre Kur’an ve Sünnet belli bir devlet ve hükümet biçimi ortaya koymamış, genel esaslar belirlemekle yetinmiştir. Zamana, şartlara ve ihtiyaçlara göre bu esaslar dahilindeki her türlü yönetim biçimi şeriata uygundur. Yönetimde esas olan unsurlardan biri şûra ve meşverettir; nitekim meşrutiyetin savunulması da bu esasa dayandırılmıştır. Buna göre siyasî ve idarî faaliyetler yönetilenlere danışarak yürütülmelidir; bu ise temsilî sistemi gerekli kılar. Böylece bir bakıma halkın yönetimde söz sahibi olması, baskıcılığın ve keyfî yönetimin önlenmesi, kanun hâkimiyetinin sağlanması, hürriyet ve eşitliğin güvence altına alınması, yöneticilerle yönetilenlerin; hak ve sorumluluklarının belirlenmesi, tarafların birbirini denetlemesi amaçlanmış oluyordu. Bu çok önemli bir ayrıntıdır. Denetim mekanizmasının yok olması; sistemin çürümesi olarak, kabul ediliyordu. Bu nednele yöneticlerin yanlış yapması; mutlaka denetleyenler tarafından engellenmeli idi.
Burada eğitim ve öğretimin önemi ortaya çıkmaktadır. Böyle bir engellemeyi; ancak, eğitilmiş, işi bilen insanlar yapabilir.
Bu amaç için ortaya konan çabada en önemli yeri; eğitim kurumlarından yetişen elemanlar, almak zorundadır. Devlet Üniversitelerinde bu amaca yönelik çalışmalar yapmak zorundadır. Her alanda motor görevini üzerine alma sorumluluğu Üniversitelerindir. Bu açıdan eğitim ve öğretime ağırlık verilmiştir.