ANILAR
ESKİŞEHİR YOLCULUĞUMUZ
Bundan yıllar öncesinde, ulaşımın vazgeçilmezi tren yolculukları idi. Her gün muntazaman Ankara, İSTANBUL ve Doğuya, karşılıklı seferler yapılırdı. Bunlara posta, ekspres diye isimler verilirdi. Posta ismini taşıyanlar; bütün duraklarda durarak; bir nevi toplumun ulaşım ihtiyacını karşılardı. Ekspres ismi verilenler ise; bazı duraklarda durmadan geçerek; daha hızlı ve daha konforlu bir yolculuk, imkanı sunardı.
Bütün bunlara rağmen; trenlerde mevki, uygulaması yapılırdı. Birinci mevkiler daha pahalı ve konforlu idi. İkinci ve üçüncü mevkiler ise; daha ucuz ve konfordan uzaktı. Muhtemel İstanbul yolculuğunuz; 24 saati geçerdi. Uzun ve yorucu yolculuklar; insanları birbirlerine kavuştururdu. O nedenle; Tren istasyonlarının, ayrı bir yeri ve hikayesi vardır.
Babam demir yolu personeli olduğu için; personele ait, ücretsiz seyahat imkanları mevcuttu. İşte, bu imkanlardan yararlanmak ve babamın kurs gördüğü Eskişehir'i görmek için; Sivas' tan, uzun bir yolculuk sonrası Eskişehir'e ulaştık. Kurs bitimine denk geldiği için, babamla birlikte dönecektik. O yıllarda Eskişehir' e gidenler bilirler, Tren gece yarısı, oraya ulaşırdı. Biz de, bir gece yarısı indik.
Eskişehir'e indiğimiz zaman; İstasyonun içerisinde bulunan dükkanların rafları, bembeyaz taşlarla dolu idi. Taşlardan yapılmış, nadide eserler sergileniyordu. Süs eşyalarından, günlük kullanımda olan eşyalara kadar, ne arasanız bulurdunuz. Sonradan öğrendiğime göre; Bu taş LÜLE taşı imiş. Böylece tanışmış olduk. Bir de; İstasyonların değişmeyen manzaraları... Satış yapan seyyarlar, koşuşturma, telaş, sevinç, keder... Hepsi iç, içe idi. Hiç değişmeyen, insanlarımıza her birisi için bir anlam yükleyen; keskin düdük sesi ve buharlı makinanın çıkartmış olduğu, homurtulu sesler...
Eskişehir'e ilk indiğimde dikkatimi çeken; her tarafın kırmızı, siyah bayraklarla donatılmış olması idi. O sene Eskişehir Spor birinci lige çıkmıştı. Sene 1966 muhtemelen Temmuz ayı idi. Alışık olmadığımız bir durum olduğu için; çok dikkatimi çekmişti. Bayraklarla , sokak ve caddeler donatılmıştı. Bir bayram havası vardı.
Misafir olduğumuz ev, bahçeli ve bir baba dostumuzun evi idi. Stadyuma oldukça yakındı. O nedenle; kutlamalar ve eğlence yüklü programlar, zaman, zaman yapılmakta idi. Devletin Demir yolu fabrikalarına yönelik, büyük yatırımlarından birisi; Eskişehir'de olduğu için; Sivaslı çalışanları da; bulmak zor değildi.
Çarşısı, Nefis Odun pazarı evleri, ortasından akan porsuk çayı, hamamları, aklımda kalan ayrıntıları idi. Her O, şehre gittiğim de bu anılar canlanır. İçimi tarif edemeyeceğim, duygular kaplar. Sanki, Ayrı bir durum yaşarım...
Kaldığımız süre içerisinde; Ağabeyim yakın bir şehirde asker olduğu için; Onunla da görüşmüştük. Ancak, acı bir görüşme idi. O, askerde iken bir kızı olmuştu. Bir müddet sonra; çocuk vefat etti. Onun haberi yoktu. Sözde biz ona haber vermeyecektik. Ancak, çocukluk işte; Ağabeyim, benden çocuğunun vefat haberini, bir şekilde öğrendi. Çocukluk dönemlerimde yaşadığım saflığa bir örnek olarak; hep hatıramda yer almıştır.
Babamla birlikte Eskişehir'den trenle dönerken, babamın iş arkadaşlarından birisi de; aynı trende idi. Biz her ne kadar babama torunun ölüm haberini vermemiş olsak da; yakın arkadaşına, bu haberin babama bir şekilde anlatılmasını görev olarak vermiştik.
Nihayetinde, Babam torununu ölümünü öğrenince; Sivas'a kadar ağlamıştı. Acı, her zaman yürek dağlayan bir olaydır. Onu anlatabilmek için; yaşamak gerekir. O çocukluk dönemlerimde; bir insanının yakınını kaybetmenin ne kadar zor bir olay olduğunu; Babamın o, anlarda yaşamış olduğu hali hatırlayarak, anlamaya çalışmışımdır. Çocukluk işte; sonraları ne kadar ağır bir imtihan olduğunu, yaşadığımız nice acılarla; anlar olduk. Yaralar, derin ve iz bırakan cinstendi.
İlk Eskişehir yolculuğumuz, böylece, gözyaşları ve hüzün içerisinde sona erdi. ALLAH, Babamın ve tüm geçmişlerimizin mekanını Cennet eylesin... AMİN...