Batı’nın bugün sahip olduğu refah ve zenginliğin temelinde vahşi, acımasız, kanlı bir sömürü kültürü olduğunu biliyoruz. Ancak bu refah ve zenginliği sadece sömürüyle sürdürmüyorlar; çoğunlukla makul ve meşru bir zeminde paranın kendilerine tabii yollardan akmasını da sağlıyorlar.
Örneğin bugün dünyadaki hemen her genç Batı üniversitelerinde eğitim görme hayali kuruyor. Her yıl milyonlarca genç bu hayalini gerçekleştirip Batı ülkelerindeki üniversitelere kayıt yaptırıyor. Milyarlarca dolar, sadece gençlerin özgeçmişlerinde yabancı dilde bir takım üniversite isimleri yazabilsin diye Batı’ya akıyor. ABD’nin, İngiltere’nin, Fransa’nın üniversitelerinde dünyanın her yerinden gelmiş, renkleri, dilleri, inançları farklı gençler özgür bir ortamda eğitim görüyorlar.
Batılı ülkeler eğitim verdikleri gençlerin yalnızca parasını almıyor; içlerinden istikbal vadedenleri cazip tekliflerle ülkelerinde tutuyorlar. Zeki, çalışkan, disiplinli, dürüst, mesleği olan, sermayesi olan, girişimci insanlar Batı ülkelerinde toplanıyor, karınca gibi çalışıyor, hem kazanıyor hem de kazandırıyorlar.
Örneğin turizm… Şu anda New York’ta Times Square’de, Paris’te Eiffel’in önünde, İngiltere’de Piccadily Circus’ta, İtalya’da Piazza de Spagna’da dünyanın her yerinden gelmiş milyonlarca turist geziniyor ve fotoğraf çektiriyor. Hemen hiç çekiciliği olmayan şehirler, ucube demir yığınlarını, soğuk meydanlarını, manasız caddelerini iyi pazarlama yöntemleri kullanarak dünyanın turizm merkezleri haline getirmişler ve bu yolla milyarlarca dolar kazanıyorlar.
Türkiye’nin, bu meşru yollarla gelir elde etmesi için çok büyük potansiyeli var. Türkiye, asırlar boyunca İslam coğrafyasının liderliğini yapmış merkez ülke olarak üniversitelerine milyonlarca genci çekebilir, çevre ülkelerin yetişmiş işgücü için cazip ülke olabilir, petro-dolarlar için finans merkezine dönüşebilir, turizmde bugün elde ettiğinin çok daha fazlasını elde edebilir. Türkiye, sadece cazibe merkezi olma potansiyelini kullanarak dahi ekonomisini kat kat büyütebilir.
Arap ülkelerinin petro-dolarları Batı bankalarına akıyor, Müslüman gençler Batı’da eğitim görmek için can atıyor. Pasaport çıkaran soluğu Batı şehirlerinde alıp Dolar ve Euro’sunu oralara bırakıp dönüyor. Türkiye bu imkânları çekmeye çalıştığında ise, on yıllardır, içerden bir lobi devreye girip, “Araplar bizi sırtımızdan vurdu” yalanını dolaşıma sokuyor, “Yeşil Sermaye” gibi, “Arap sermayesi, mürteci parası” gibi ayrıştırmalarla yatırımcıya adeta “cehennem” vadediyor.
Bugün Harvard Üniversitesi’nin koridorlarında Amerikalıya, Cambridge Caddesi’nde İngiliz’e, Champs Elysees’de Fransız’a rastlamak neredeyse imkânsızdır. Ama ortalama bir Batılı, sahip olduğu refah ve zenginliğin, okul koridorlarında, caddelerinde, sokaklarında, meydanlarında, alışveriş merkezlerinde dolaşan, çalışan yabancılardan geldiğini bilir.
Türkiye’de mülteci nefretini milliyetçilikle, ırkçılıkla, ulusalcılıkla, Kemalizmle perdeliyorlar. Dertleri asla ve asla demografik yapımız değil, güvenliğimiz değil. Irkçı nefret söylemleriyle, provokasyonlarıyla, ayrıştırıcı dilleriyle, sokaktan Arapça tabela toplamaya varan gözü dönmüşlükleriyle, Batı’nın çıkarlarına hizmet ediyor, Türkiye’ye ağır hasar veriyorlar. 100 yıldır yaptıkları sadece bu: Türkiye’yi uçuracak finansmanın buraya girmesini engellemek, parayı Batı’ya yönlendirmek gibi bir misyonu, bir vazifeyi ifa ediyorlar. Dünyadaki finans pastasına Türkiye’nin haklı şekilde ortak olup pay almasına içerdeki bu taşeronlar engel çıkarıyorlar.
Milliyetçilik, ırkçılık, ulusalcılık, Kemalizm vs. maskesi ardına gizlenmiş mülteci düşmanlığının Türkiye’ye terörist PKK’dan, ihanet şebekesi FETÖ’den daha fazla hasar verdiği düşünülürse, bunu yapanların, körükleyenlerin vatana ihanet içinde olduklarını söylemek abartı olmayacaktır. Bu ihaneti para karşılığı yapıyorlarsa yazıklar olsun! Ama ahmaklıktan yapıyorlarsa daha da yazıklar olsun!
Türkiye ne çektiyse, ne çekiyorsa, işte bu maskeli ahmaklar yüzünden çekiyor.