1. Yüz yüze, göğüs göğüse, tek tek her sokak için verilen meskûn mahal muharebesinde zayiat ciddi boyutlara ulaşabilir.
2. Zırhlı birliklerin daracık ve bombalama sonucu yıkıntılarla kapanmış sokaklarda ilerlemesi neredeyse imkânsızdır. Sokak savaşlarında iş; tüfek, el bombası hatta süngüye kalır…
4. Bir ülkeye dışarıdan saldıranlarla, o ülkede yaşayan ve kendi topraklarını korumak için her an canını vermeye hazır milis kuvvetleri arasında dengenin, genellikle ikincilerden yana bozulduğu biliniyor… ABD’nin girip kısa süre kaldığı, sonrasında ise arkasına bakmadan kaçtığı işgal projeleri buna örnek olarak gösterilebilir (Vietnam, Afganistan, Irak vs…)
5. İsrail ordusu mensuplarının ve onlara sahada fiilen destek olacak ABD’li askerlerin tabutlarının birer ikişer ülkelerine gelmeleri sonucu oluşacak kamuoyu baskısının hesaplanmakta olduğu da sızan haberler arasında…
İnsanlık kötülük karşısında hiç bu kadar çaresiz kalmamıştı…
Filistin’de İsrail’in yaptığı soykırımlar önce İngiltere’nin himayesinde başladı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan manda ve himaye rejimleri sonuçları itibarıyla oldukça sarsıcı gelişmelerdi. Bu dönemler kalıcı sonuçlar doğurdu. Açıkça ifade etmemiz gerekirse sosyal ve siyasî alanda ortaya çıkan birçok yapının manda ve himaye rejimlerine kadar dayanıyor olması da içinde yaşadığımız dönemlerin aydınlatılamamış noktalarıdır. FETÖ elebaşı 1991’de İslam coğrafyası ABD öncülüğündeki Batılı güçler tarafından işgal edildiğinde Iraklı çocuklarla ilgili duygu ve düşüncesini açıklama gereği duymamıştı. Fakat Saddam Hüseyin, dönemine göre isabet oranı oldukça düşük füzeleri Telaviv’e attığında aynı şahıs hemen ortaya çıktı ve sabahlara kadar İsrailli çocuklar için gözyaşı döktüğünü dinî bir cezbeye tutularak anlattı. Bunun manda ve himaye rejimleriyle ilgisi çok açık olmasa da fikrî kökleri üzerine yapılan çalışmalar karanlıkta kalan noktaları aydınlatmaya yetecektir. Böylesi bir vahamet bir daha görülmez diyenler elbette yanıldılar. İzzettin el-Kassam Tugayları, Gazze’den İsrail’e sızmayı başardıktan sonra İsrail ordusunun soykırıma yol açan saldırılarını meşrulaştırmak için öne sürülen toprağı sattılar ifadesi, bu yanılgının, nerelere kadar uzanabileceğini gösterdi.
Şu ana kadar Osmanlı dönemi Filistin’i hakkında yayımlanan birçok belge, ilmî kitap, seyahatname ve hatırat türündeki eserler, Kudüs etrafında şekillenen yaklaşık iki asırlık Doğu-Batı mücadelesine işaret ediyor. Bu eserler ciddî bir şekilde gözden geçirildiğinde toprak sattılar türünden iftiraların son derece basit ve fakat etkili, başka bir amaca matuf çıkışlar olduğu görülür. Bu bakımdan FETÖ elebaşının İsrailli çocuklarla ilgili duygularını dışa vurduğunda amacı ne idiyse toprağı sattılar iftirasını gündeme getirenlerin amaçları da odur. Yaklaşık iki asırdır devam eden mücadelenin onlar için bir kıymeti yoktur, diyemeyiz. Taraf oldukları çok açıktır. Tarih, Kudüs’ün merkezinde olduğu jeopolitik değeri çok yüksek mekânın istimlak edilme isteği etrafında şekillenmektedir. Eğer daha da geriye gidilirse Napolyon’un Mısır’ı işgal ettikten sonra Akka’yı kuşattığı tarihe bakmamız gerekir. Fransızlar da Osmanlıların yüreğine korku salmak için binlerce masumu idam ettirmişti. Fakat hiçbiri Cezzar Ahmet Paşa’nın direncini kıramadı. Sonunda Napolyon’un ordusu Akka önlerinde mağlup edildi. Macron’un İsrail’e destek turunu bir de bu açıdan görmek gerekir.
Napolyon’un ordusu Akka önlerinde mağlup olup çekip gitti fakat Avrupalıların Kudüs’e ilgisi bitmedi. Chateaubriand, Nerval ve Flaubert Doğu’ya seyahat için yola çıktıklarında hedeflerinde muhakkak Kudüs vardı. Alexander William Kinglake de Kudüs’e gitmek istiyordu. Nice orduların hedefinde de hep Kudüs vardı. Orlando Figes gibi Rusya üzerine çalışmalarıyla meşhur modern dönem İngiliz tarihçisinin Kırım Savaşı’nı Kudüs’ten başlatması da oldukça anlamlıdır.
Meşhur Ömer Muhtar filminde çok etkileyici bir sahne vardır. Rodolfo Graziani, Ömer Muhtar’ı ele geçirmek isteyen İtalyan birliklerinin komutanıdır. Bir yerde Ömer Muhtar’ı köşeye sıkıştırmayı başarır. Fakat adamlarından biri kendini feda eder ve Ömer Muhtar kaçmayı başarır. Bu fedakâr gence çok ağır işkenceler yapılır ama konuşturamazlar. Sonunda Graziani’nin subaylarından biri işkence altındaki gence birtakım vaatlerde bulunur. Konuşursa onu serbest bırakacaklarını söylerler. Genç ve yakışıklıdır ve önünde iyi bir hayat olabilir. Graziani subayına döner ve “sen benden daha zalimsin” der. Devamında da “elini yüzünü temizleyin, karnını doyurun ve sabahleyin idam edin” emrini verir.
Küçücük Gazze’de, Batı Şeria’nın gerçek anlamıyla istimlak edilmiş topraklarında dünyanın gerçekten bir zamanlar en güçlü devletlerine karşı koyan küçücük bir topluluğa, Filistinlilere topraklarını sattılar iftirasını atmanın veya İsrailli çocuklar da acı çekiyor diyerek meseleyi başka mecralara sürüklemenin elbette bir anlamı vardır. Seçkinler arasına dâhil olmak isteyenler kendi coğrafyasına Chateaubriand, Nerval, Flaubert ve Kinglake’in gözüyle bakmaktan kurtulamaz.
Yine Doğu-Batı kategorileri netlik kazandı. Biz de Cemil Meriç gibi “Bir biz vardık cihanda bir de küffar” demek durumunda kaldık.
Müslümanlara, ülke sınırlarının ötesine taşacak biçimde İslam ümmetine, masum insanlara, yoksul, yoksun ve mazlum coğrafyalara bir kere değil, sayısız kere zulmetmiş, haksızlık etmiş, kötülük etmiş, mallarına, canlarına, kaynaklarına defalarca kastetmiş Batılı güçlerin ve onların yağlı teninde uç veren cerahatli bir sivilce olarak İsrail’in cibilliyetinin ne olduğunu artık herhalde hepimiz biliyoruz. Batılı devletlerin halkları içinde sağlıklı ve insanca biçimde düşünebilen bir çok insan var. Bu son olaylarda bu durum daha da aşikar hale geldi. Ancak devlet yönetimleri için söylenebilecek hiç bir olumlu şey yok; insan hayatına sadece kendilerinden olunca değer veren, başka kültür ve inançlardan insanları rahatlıkla gözden çıkarabilen, demokrasi, özgürlük, hukuk, terör gibi temel kavramları kendi menfaatine göre eğip bükebilen, her türlü şiddete, işte görüldüğü gibi masum bebeklerin hunharca katline bile gözlerini kapatabilen, İsrail gibi bir terör devletinin yaptıklarına arka çıkan bir zihniyet yönetiyor bu ülkeleri. Sadece ülkeleri değil, belki o devlet yapılarından daha büyük güce sahip küresel şirketlerini de... Bugün protesto ettiğimiz şirketler bu şirketler, ürünler onların ürünleri... Bunu yapmaya devam etmeli, bu ürünlere rağbetimize bir daha geri dönmemek üzere son vermeliyiz.
Bu önemsememiz gereken bir sorun... O kadar yaygınlaştı ve hayatın koca bir parçası haline geldi ki, bu saatten sonra kalabalıkları sosyal medyayı terk etmeye ya da dijital teknoloji kullanımını en alt seviyeye indirmeye razı edebileceğimizi sanmıyorum. Acizane kanaatim doğrusunun bu olduğu şeklinde ama muhtemel ki bunu yapmayacağız. O halde yapılabilecek tek şey kalıyor geriye; bir şekilde kendi sosyal mecralarımızı, yazılımlarımızı üretmek... Bunu yazdığıma inanamıyorum ama birilerinin bunu kendine dert edinmesi gerekiyor. Aksi halde asıl yıkıcı işgalin nerede gerçekleştiğini hiç bilemeyecek ve buna tedbir alamayacağız.
Bana sorarsanız bu konu da milli savunma sanayii içinde değerlendirilmesi gereken bir konu!