Yazımıza başlık olan söz, “Kutsal yerleri temizlemek ve Türkleri ortadan kaldırmak için” Kudüs’e doğru başlatılan Haçlı Seferi’nde (1096) ilk işgal edilen Urfa’nın (1098), Türklerin yaklaşık yarım asır süren mücadeleleri sonrasında Haçlılardan kurtarılması (1144) üzerine söylenmiş bir sözdür.
O günleri yaşayan İslam alimlerinden birkaçına birden izafe edilen bu söz, söyleyeninden çok hem Haçlı Seferleri’nin hem de Müslümanların siyasetindeki ufku -tersinden ve düzünden- birlikte beyan etmesiyle değerlidir.
Zira bölgedeki asıl amaçları Kudüs’ü işgal etmek olan Haçlılar, bu emellerine ulaşmadan önce Kudüs’teki muhtemel varlıklarını güven altına alabilmek için önce Urfa’yı ardından Antakya’yı işgal ettikten sonra 1099 yılında Kudüs’ü işgal ederek, hakimiyetlerini Cübeyl, Beyrut, Sayda, Sûr, Akkâ, Hayfa, Taberiye, Kaysâriye, Arsûf, Nablus, Nâsıra, Yafa, Remle, Beytülahm, Askalân, el-Halîl ve Gazze şehirlerini de içine alan Lübnan, Akabe Körfezi, Doğu Akdeniz, Mısır, Suriye toprak ve sahillerine yaydılar. Batı yönündeki güvenliklerini ise Trablus merkezli olarak kurdukları Haçlı devletçikleriyle sağladılar (Bkz.: Sevtap Gölgesiz Karaca, Kudüs Haçlı Krallığı Siyasi Tarihi 1099-1187, TTK Yayınları, Ankara 2020).
Hal böyle olunca o günden bugüne bölgenin hâkimiyet ve savunma stratejisi, HAMAS’ın Gazze ablukasını kırmak için ABD-İsrail’e karşı başlattığı harekat üzerine Siyonistler tarafından yeniden gündeme getirilen Arz-ı Mev’ud’un tamamını kapsamış ve böylece Kudüs’ü savunmanın Urfa’dan, Urfa’yı savunmanın da Basra ve Akka körfezleriyle Bağdat ve Kudüs’ten başladığını söylemek haklı ve tüm zamanlarda geçerli bir siyasî ufka dönüşmüştür.
Bu esasta “Urfa umman ise sahili Kudüs’tür” sözü bugün de hakikatini koruyorken ve bu bağlamda Gazze’ye, Kudüs’e sahip çıkmakla Urfa’ya, Hakkari’ye, Halep’e, Musul’a, Süleymaniye’ye, Kerkük’e… sahip çıkmak hakimiyet ve güvenlik esasında “tek bir şeyi söylemek” demek iken, ABD-İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü şu vahşet günlerinde, Kuzey Irak’ta 12 canımızın ABD-İsrail’in vekil terör örgütü PKK tarafından şehit edilmeleri üzerinden bu ufku kapatmaya ve ırkçı ayrımcılığı öne geçirmeye dair kimi kalkışmalara tanık oluyoruz.
Bu kalkışmanın, mezkûr sözün deniz ve kara mülkünden ibaret olmadığını, onun bir tarih şuurunu, Haçlılara karşı durma direncini, daha net bir söyleyişle cihat eylemini ihtiva ettiğini bilenler tarafından tezgâhlandığını anlamak için fazla bir şey de gerekmiyor aslında.
Zira “Gazze’deki ABD-İsrail vahşeti bitsin” demekle, “ABD-İsrail’in beslemesi olan PKK/YPG/PYD kahredilsin” demek arasında hiçbir farkın olmadığı yerde, “Gazze’deki şehitlere sahip çıktığınız kadar, kendi şehitlerimize sahip çıkmıyorsunuz” diyen ağızların sadece “kendilik şuuru”ndan yoksunluğunu beyan etmekle kalmadıklarına, aynı zamanda varlığını ABD-İsrail propagandasına teslim edişlerine bizzat tanık oluyoruz.
Şundan ki, Gazze’deki katliama karşı onurlu bir duruş sergileyen Türkiye’nin ABD-İsrail’i çok rahatsız ettiği biliniyor ve bu bağlamda Türkiye’nin başına sarılacak bir dert ile kendi canının telaşına düşürülerek susturulması ilk tertip olarak görünüyor.
Ancak, ilgili mitinglerde meydanları dolduran milyonların “Kahrolsun ABD-İsrail vahşeti, kahrolsun PKK terörü” diye haykırmalarıyla bu tertibin boşa çıkarılması ve dolayısıyla zikrettiğimiz tarih şuurunun yeniden dirilmesi karşısında, ABD-İsrail bu kez asıl kendisi telaşa düşerek, içimizdeki Siyonist propaganda aparatlarını sahaya sürüyor.
Bu durumu Edward W. Said’in söyleyişiyle “trahison des clercs / aydın ihaneti” bağlamında ele almak elbette mümkündür, çünkü Attila İlhan’ın yıllar önce bizdeki delilleri üzerinden yaptığı aydın ve hain eşitlemesi bugün de geçerliliğini hâlen koruyor.
Ancak, ilgili yerli Siyonistleri sosyal medya üzerinden analiz ettiğimizde, karşımıza başını dokuz köyün dokuzuncusundan da kovulmuş gazeteci müsveddelerinin çektiği, silme bir cahiller tayfasının çıkması aydın vurgusuna başvurmamızı gereksizleştiriyor.
Nitekim kardeşim Ersin Çelik, iki gün önceki yazısında bunlardan ağzı bol köpüklü olanının adını zikrederek, onun, gerçekleşen son mitinglerde “askerlerimizi şehit eden PKK ve hamisi Amerika ile Gazze’de soykırım işleyen terörist İsrail’in aynı anda telin edilmesi” karşısında yüklendiği azgın nefrete vurgu yaparken, ‘Urfa umman ise sahili Kudüs’tür’ sözünün ihtiva ettiği mananın ve ufkun menzilinde durmuştu.
O halde bizim o cahiller güruhunu ve efendilerini çok kızdıracak olan aslî sembollerimize, istiarelerimize sahip çıkmayı sürdürmemiz onların bozguna uğramaları için yeterlidir.
Zira hak geldiğinde bâtıl zail olur.