Ekleme
Tarihi: 05 Mart 2024 - Salı
Başlık, uzun yıllar boyunca uzun yürüyüşler yaptığımız, çoğunluğun sadece sinemacı olarak tanıdığı, ancak benim ‘düşünce insanı’ yönüyle çokça haşır neşir olduğum rahmetli Halit Refiğ’e bir selam… Bugün, Halit Bey’in 90. doğum günü… Hayatı ele alışı, dünyayı ve Türkiye’yi okuyuşu ile onurlu bir aydındı Halit Bey, ülkemizin ‘varoluş nedeni’ hakkındaki fikirleri de bu doğrultudaydı…
Yukarıdaki başlığı onun düşüncesinden süzerek bir kez daha kullanmıştım. Bugünümüzü anlamak için değerli bir kaynak olduğuna inandığım “Tek Umut Türkiye” kitabı yeniden basılacağı zaman Prof. Gülper Refiğ’in ricasıyla hazırladığımız önsözdeydi… Akıl Fikir Yayınları tarafından yayınlanan eserin bu bölümüne hem Halit Bey’i anmak hem de onun düşüncesini sizlerle paylaşmak için yer veriyoruz:
“Bundan sonra Türk ve İslam dünyasının kalkınması için daha çok koşturan, mazlum ve mağdurlara daha fazla sahip çıkan bir Türkiye göreceğiz.”
2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında mazbatasını alan Cumhurbaşkanı’nın, Beştepe’nin 4 bin kişilik salonunda, ulusumuza ve tüm dünyaya seslendiği konuşmasında dile getirdiği bu sözler, beni birden 16 yıl öncesine götürdü…
Halit Refiğ, 2007 yılının Eylül ayında “Tek Umut Türkiye”sinde tam da bunu anlatıyor, ülkemiz için, büyük Anadolu irfanının ne demek olduğunun bütün dünyaya gösterildiği bir gelecekten bahsediyordu.
Bu gelecek, ‘gelişmemiş ülkeler’ denilerek belli bir çerçeveye sığdırılmak, daha vahimi ‘sürekli muhtaç’ konumda tutulmak istenen ülkelerin, başka bir deyişle ‘Anadolu tipi’ himayesini kapsıyordu. Yani, Batı’nın yaklaşımının aksine hiyerarşik üstünlük üzerine kurulmamış, beşerî değerlerle ilerleyen bir kardeşliği, bir yoldaşlığı…
“Bu seçimlerde aynı zamanda dünyanın dört bir yanında umutlarını ülkemize bağlamış yüz milyonlarca mazlum ve mahzun gönlün de duasını aldık” dedi Sayın Cumhurbaşkanı… Refiğ’in dünyaya gösterdiği kurtuluş yolunun ilk adımları atılmış, Beştepe’deki resepsiyon, bu umuda gönül vermiş ülkelerin temsilcilerinin katılımıyla bir tür işaret fişeğine dönüşmüştü.
Halit Bey’le tanıştığım 1980’li yılların başında pek çok konuda arayış içindeydim… Dünya görüşümde oluşan boşlukları doldurmak için çaba harcadığım günlerdi… Aslında buradan baktığımda açık yüreklilikle itiraf etmeliyim ki; benim şahsen henüz fikrî belkemiğim de yerine oturmamıştı. Savrulup durmuştum 68 kuşağının sol dehlizlerinde.
İş alanında da arayışlarım sürüyordu… Genel yayın yönetmenliği yaptığım dergilerden birinde sinema yazıları yazacak fikriyatı, belkemiği olan bir yazar arıyordum.
Milliyet’te birlikte çalıştığımız Erman Şener’e danıştım… Hiç düşünmeden fikrini söyledi: “Halit Refiğ’e bir sor… Bence hiçbir şansın yok ya...”
Halit Refiğ, benim için “Gurbet Kuşları” (1964) ve TRT’nin unutulmaz dizisi “Aşk-ı Memnu”nun (1975) efsanevi ustası, “Ulusal Sinema Kavgası” kitabının tartışmalı yazarıydı… Çekine çekine aradım ve sordum… Tabii ki reddetti…
Benimse işin peşine bırakmaya hiç niyetim yoktu. Kalktım evine gittim… Sonra bir daha gittim… Üçüncüsünde pes etti… Hayatıma ustam, hocam ve fikrî üretim yol arkadaşım olarak girmesi o günlere rastlar.
Refiğ, her ne kadar konu, onun toplumsal konumlanmasına geldiğinde “Ben sinemacıyım Aliciğim” diye beni düzeltse de o, bana göre kesinlikle sadece bir sinemacı değildi. Bir düşünür, filozof, sosyolog, siyaset bilimci, özetle tanıdığım üst düzey münevverlerden biriydi…
Düşünce dünyasıyla yeni tanışma fırsatı bulduğum Cemil Meriç “Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan ise mukaddesi olandır” diyordu… Bir insanın mukaddesinin olmasının ne anlama geldiğini Halit Refiğ’in kişiliğinde deneyimledim, dersem abartıyor olmam.
“Tek Umut Türkiye” yalnızca Refiğ’i değil, tarihi boyunca Anadolu’yu anlamak ve temsil ettiği değerleri yerli yerine oturtmak, Batı’nın tarih yazımıyla kendisi için yaptığı ‘algılama yönetimi’ çalışmasının ötesinde ve hatta belki de ilk kez Doğu’yu kendi sözleriyle anlatan bir hakikatle karşılaşmak demek…
Refiğ’in sözleriyle özetlemek gerekirse; “Doğu-Batı çatışmasının temelinde esas itibariyle aşk ve nefret, maneviyat ve maddiyat karşıtlıkları bulunmaktadır.” Truva’da da Çanakkale Savaşları’nda da ortaya çıkan bu çatışmaya yaptığı gönderme, 11 yıl sonra A. Adnan Saygun’un öğrencisi, büyük usta Hasan Uçarsu’nun bestelediği “Troya’dan Çanakkale’ye” (2018) oratoryosunda da ele alınacaktı.
Refiğ’in, tek umudun Türkiye olduğunu dile getirmesinin üzerinden 10 yıl geçtikten sonra düzenlenen III. Millî Kültür Şûrası’na Alev Alatlı’nın “Türkiye, iyi gelir” sözlerinin damga vurması tesadüf değildi.
Bu ve benzeri tahliller; Doğu kültür ve medeniyetini ve elbette ki değerlerini okumak konusunda Batı’nın şablonunu bir kenara itmeyi başarabilmiş, dünyaya en insani, en hakkaniyetli, en saygın önermeyi sunmak için çabalayan münevverlerin armağanıydı. Refiğ’in tabiriyle; “Öldüren Batı ile yaşatan Doğu arasındaki tezat ve çatışmanın kaynağını tarihte görebilirdik”. O nedenle Batı’nın merkezinden çıkmak, hayatın, aşkın, şefkatin kaynağına yönelmek anlamına geliyordu.
Kendi ülkesi insanının ‘ortak ruhi şekillenmesi’ne yabancılaşmayı reddedip, Türkiye gerçeğini doğru okumak, Refiğ’in deyişiyle maddiyatı değil, Batı dillerinde karşılığı dahi olmayan ‘maneviyat’ı bir yaşam düsturu hâline getirmek isteyen kuşaklar, münevverliğe doğru atacakları adımlarda onları destekleyecek “Tek Umut Türkiye”yi başuçlarından ayırmayacaklardır.