İsrail terör devleti, Filistin’de bir aydır katliam üstüne katliam yapıyor, gözünü kırpmadan dünyanın gözünün içine baka baka çocukları, bebekleri katlediyor.
Dünya seyrediyor.
İslâm dünyası seyrediyor.
Ama Filistin direnişinin sembol isimleri mücahitler, mücahitlerin önde gelen isimlerinden Ebu Ubeyde seyretmiyor, aksine Müslüman vakarının asaletini gösteriyor ve hepimize, bütün dünyaya insanlık dersi veriyor.
Kassam Tugayları’nın sözcüsü Ebu Ubeyde’nin İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği ve Batı Şeria’ya da yayılma istidadı gösteren katliamları karşısında dünyanın, özellikle de “İslâm dünyası” denen, varlığı ile yokluğu arasında hiçbir fark olmadığı gün ışığına çıkan Müslüman coğrafyanın halklarının hop oturup hop kalkmalarına, ölüp ölüp dirilmelerine rağmen yönetimlerinin, satılık yönetici elitlerinin sessizliğe gömülmesi karşısında yaptığı konuşma insanın tüylerini diken diken eden, yürek yakan bir konuşma. Ama alttan alta da umut vadeden, umutlarımızı diri tutan bir konuşma: Müslümanların umutlarını diri tutan sarsıcı bir konuşmanın, ürpertici katliamların, soykırım ateşinin ortasındaki bir cesuryürek komutandan gelmesi de çok manidar olsa gerek.
Şöyle diyor mazlum Filistin halkının korkusuz komutanı Ebu Ubeyde: “‘Neden İslâm ülkelerinden yardım istemekte ısrar etmiyorsunuz?’ diyorlar... Biz yardımı ancak Allah’tan isteriz, O da kimi layık görürse onu vesile kılar. Zulme sessiz kalan bilsin ki, Allah onu bu zafere layık görmemiştir.”
Müslüman, sadece Müslümanların haysiyetini koruyan kişi değildir. Müslüman hem insanın hem de canlı varlığının haysiyetini, fıtratını, özünü ve özünün özgürce varoluşunu sonuna kadar koruyan yegâne insandır, şu çivisi çıkmış dünyada.
Ama şu kesin: Hayatta hiçbir şey tozpembe değil. Hele de konu, uluslararası ilişkilerse; dahası mesele, yüzyıllardır süren medeniyet, kültür ve dünya görüşü çatışmalarının söz konusu olduğu aktörler arasındaki ilişkilerse, o zaman tarihe, tarihî hâdiselere aslâ tozpembe gözlüklerle bakılamaz.
Büyük varoluşsal krizler yaşayan, kendilerine, kendi kültürlerine olan gülenlerini yitiren toplumlar, asgarî müştereklerini kolaylıkla yitirirler ve zaaflarının esiri hâline gelirler. İhanet, bu zaafların en öne çıkan örneklerinden biridir.
İslâm dünyası, kendine olan güvenini yitirmesine yol açan ikinci büyük medeniyet krizini iliklerine kadar yaşadığı bir zaman diliminde ihanetlerin pençesinde kıvranıyor…
Böyle zamanlarda ihanetler, sahte kurtarıcılar tarafından gerçekleştirilir. Sahte kurtarıcıların ipleri, onları kullanan kuklacıların ellerindedir.
Tanzimat’ta, Islahat’ta, Meşrûtiyetlerde ortaya çıkan ve sonrasında da devam eden Mustafa Reşit Paşa’yla başlayan paşalar zinciri, bizim ihanetler tarihimizin hiç de basite alınmaması gereken ürpertici bir tarih olduğunu gösterir. Sultan Abdülhamid döneminde hem özelde Sultan Abdülhamid aleyhine hem de genelde Osmanlı aleyhinde Avrupa’da yayın yapan toplam 95 derginin ve gazetenin olması (ki, bu bilgileri, en parlak yakın tarihçilerimizden Ali Birinci Hoca’dan ödünç alıyorum), Osmanlı’daki ihanetler zincirinin ne kadar zıvanadan çıkan boyutlar kazandığını gözler önüne sermeye yeter.
Araplar, Filistin’i sattılar, satıyorlar el’ân…
İsrail’in kurucu cumhurbaşkanı Ben-Gurion, Ronald Zweig tarafından edite edilerek yayımlanan “Politics and Leadership in Israel” başlıklı kitabında şunu söylüyor: “Açık olmamız lazım: Kazanmamız, bizim mucizeler yaratmamızdan değil, Arap yönetimlerinin kokuşmuşluğundandır.”
Siyonizm ve Türkiye başlıklı kitabında Yaşar Kutluay şöyle bir okuma yapar bu bağlamda: “1948 baharında Arap orduları birbirine kavuşup sonuca ulaşacakları sırada kuvvetlerin hiçbir sebep yokken ric’at’a (geri çekilmeye) başlamaları, o zamanki Mısır kralı Faruk, Irak kral naibi Abdillillah, Ürdün Kralı Abdullah’ın siyonist teşkilat tarafından satın alınmasına bağlanabilir.”
Bu karaktersizin böyle hareket etmesi hiç de şaşırtıcı gelmemeli. Ne de olda dedesi Osmanlı’yı arkadan vuran Şerif Hüseyin.
Ürdün devleti, İsrail’deki Filistin bölgesindeki Filistinlilerin Filistinden adım adım sürülmeleri için kurulmuş bir devlettir İngiltere tarafından.
İslâm dünyası, iki asırdır iliklerimize kadar yaşadığımız medeniyet krizinin yol açtığı boşlukta zuhûr eden ihanetler zincirine ve bağımızlığını yitirmesine rağmen güçlü karakter özellikleri sergileyen, Ebu Ubeyde gibi zillete karşı asil Müslümanca duruşu ve izzeti temsil eden sembol şahsiyetlerle hem düşmanlarının yüreklerine korku salmaya hem de toparlanıp yeniden insanlığın insanca yaşayacağı bir dünya kurmaya aday tek coğrafya olduğunu ispat ediyor.