Zikir peygamberlerle başlamıştır. Allah’ın hakiki dervişleri peygamberlerdir. Onlar, Allah’tan bir an gafil olmazlar. Her halleri ibadet ve taat olup, asla haram işlemezler. Peygamber Efendimiz’in [sallallahu aleyhi vesellem] sahabileri de zikir çekerlerdi. Hz. Safiyye validemizin [radıyallahu anhâ], “Bir gün Resûlullah yanıma geldiğinde, dört bin tane hurma çekirdeği ile zikrediyordum” sözü buna bir örnektir. Bir başka örnekte de Ebû Hüreyre’nin [radıyallahu anh] iki bin düğümlü bir iple zikir çektiği naklediliyor. Deylemî’nin [rahmetullahi aleyh] rivayetine göre, aşere-i mübeşşereden Sa‘d b. Ebû Vakkâs da [radıyallahu anh] çakıllarla zikrederdi.
Allah Teâlâ’yı zikir sadece dille söylemek değil, her türlü ibadet ve taat, tefekkür, ilim ve benzerleri de zikirden sayılır. Bir şeyi öğrenmek önce ilimle olur. Sonra ilimle öğrenilenler uygulanır. Uygulanan ilim, kişinin tabiatı haline gelir. Bunun gibi, Allah’ın azameti gönülde meleke halinde tecelli ederse, Hak yolcusu marifet sahibi olur. Böyle kişinin ilmi hikmet, duası da makbul olur.