24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşması 100’üncü yılına giriyor.
Lozan Antlaşması Türkiye’de 100 yıldır en çok tartışılan, tekrar tekrar konuşulan konular arasında ilk sıralarda yer aldı. Kimileri antlaşmanın zafer hatta “Türkiye’nin tapu senedi” olduğunu savundu; kimileri de Lozan’ın tam bir hezimet olduğunu iddia etti. Bugün şahit olduğumuz siyasi ve sosyal kutuplaşmanın temelinin Lozan üzerinden 1923 Meclisi’nde atıldığını söylemek abartı olmaz.
En başta söyleyelim: Lozan asla bir zafer değildi; hezimet olarak nitelendirmek de doğru değil. Türkiye o gün Lozan’ı imzalamak, “acı ilacı” içmek zorundaydı ancak hayatı başarısızlıklarla dolu İsmet İnönü yerine becerikli, tecrübeli, uyanık bir temsil ile çok daha fazlası yapılabilirdi.
1923 yılının ilk aylarında, Lozan görüşmeleri devam ederken Meclis’te çok yoğun tartışmalar yaşanıyordu. Özellikle Musul’un oldubitti ile İngiltere’ye teslimi (ki Cemiyet-i Akvam da İngiltere nüfuzu altındaydı) Meclis’te “İkinci Grup” olarak adlandırılan vekilleri isyan noktasına getirmişti. Tam bu sırada iki vahim olay yaşandı: Önce İhanet-i Vataniye Kanunu’na bir ek yapılarak vekiller tehdit edildi; ardından, Lozan’a ağır muhalefet eden Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey suikastla katledildi. İşte o andan itibaren Lozan üzerine konuşmak, Lozan’ı tartışmak mümkün olmadı. Üzerindeki tehdit, baskı ve propaganda nedeniyle 100 yıldır Lozan meselesi aklıselim ile konuşulamıyor.
Lozan, 100 yıl önce ülkemizin sınırlarını daraltmakla kalmadı, fikir ufkumuza, gönül coğrafyamıza da hudut çizdi. Bir teslimiyet antlaşmasıydı ama zafer gibi gösterilerek esarete rıza belgesine dönüştü. Bu sınırlarla Türkiye’nin kabuğuna sığabilmesi mümkün değildi; içerdeki teslimiyet ruhu Türkiye’ye fikren, ruhen bile ufkun ötesini tahayyül izni vermedi.
Evet, Lozan’ı imzalamak zorundaydık lakin bunun bir zoraki antlaşma, bir mağlubiyet antlaşması olduğunu, bunun bize, ülkemize prangalar vurduğunu idrak edebilseydik, genç nesillerin ülkelerine ve dünyaya bakışları daha farklı olabilir, Türkiye’nin dış politikası çok daha farklı şekillenebilirdi.
Lozan’ı etraflıca ve soğukkanlılıkla konuşmadan ne geçmişi anlamak ne de geleceği tasarlamak mümkün değil. 100’üncü yıldönümünün, en azından Lozan’ın konuşulması üzerindeki baskıyı kaldırması en büyük umudumuz. Tarihi ne kadar yerli yerine koyabilirsek, bugünü ve geleceği de o derece sağlıklı inşa ederiz.
Birinci Dünya Savaşı’nın artık son aylarıydı. İngiltere savaşı bitirmeden önce Musul ve İskenderun’u ele geçirmek istiyordu. Mustafa Kemal komutasındaki 7’nci Ordu Nablus’tan Afrin’e kadar çok büyük zayiat vererek geri çekilmişti. 6’ncı Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa ise İngilizleri Musul önlerinde durdurmuş, direniyordu. Tam o günlerde, Bulgarlar savaştan çekilince Fransızlar İstanbul’a doğru ilerlemeye başladılar. İstanbul’un, müttefikleri olan Fransızların eline geçeceği kaygısıyla İngilizler alelacele ateşkes masasını kurdular. 30 Ekim 1918’de Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren Mondros Mütarekesi imzalandı.
Ateşkesin ardından tüm tarafların imzalayacağı bir antlaşma masasının kurulması gerekiyordu. Osmanlı toprakları üzerinde emelleri olanlar zaten paylaşım hesapları yapıyorlardı: İngiltere, Fransa ve İtalya’nın 1915’de imzaladıkları İstanbul ve Londra Antlaşmaları, İngiltere, Fransa ve Rusya arasında 1916’da gizlice imzalanan Sykes-Picot Antlaşması, St. Jean de Maurienne Antlaşması ve Balfour Deklarasyonu ile Osmanlı toprakları çok önceden pay edilmişti. Şimdi bu gizli antlaşmalara resmiyet kazandırma ve “şark meselesini” çözme zamanı gelmişti.
11 Mayıs 1920’de Sevr Antlaşması imzalandı ve Osmanlı Hükümeti’ne dayatıldı. Anadolu’nun merkezinde küçük bir Türk devleti dışında Osmanlı’nın tüm toprakları yağmalanıyordu. Osmanlı Hükümeti Sevr’i imzaladı ancak antlaşmanın Meclis’ten geçmesi gerekiyordu. İstanbul’daki Meclis kapanıp 23 Nisan’da Ankara’da toplandığı için Sevr Antlaşması Meclis’te onaylanmadı. Müttefiklerin paylaşım anlaşmazlığına düşmesi de Sevr’i geçersiz kıldı.
Şimdi yeni bir antlaşma yapmak gerekiyordu. Ankara Hükümeti, bir yandan İngilizlerce desteklenen Yunan ordusunu püskürtmek için hazırlık yaparken, bir yandan da İtalya, Fransa ve ABD’yi (bazı imtiyazlar vererek) kendi safına çekmeyi başardı. Afganistan ve Hindistan Müslümanları Ankara’nın maddi ve manevi olarak arkasındaydı. Sovyetler Birliği ise, kendisine yakın bir devlet kurulacağı umuduyla İstiklal Savaşı’na çok büyük nakdi ve lojistik destek sağladı. Yalnız kalan ve içerde kriz yaşayan İngiltere, Yunanistan’a desteğini geri çekmek zorunda kaldı. 9 Eylül 1922’de Yunan Ordusu’nun yenilmesiyle artık bir antlaşma yapmanın yolu açılmıştı.
Sevr ile yarım kalan antlaşma süreci şimdi Lozan’la tamamlanacaktı. Lozan, tıpkı Sevr gibi, bir mağlubiyetin antlaşması olacaktı. Sevr’den farkı, Fransa ve İtalya ile anlaşıldığı, Rus ve ABD desteklerinin sağlandığı ve Yunanistan da yenildiği için daha geniş toprak hakkının elde edilmesiydi.
İzmir’i kurtarmak kuşkusuz değerliydi; Musul’u, Halep’i, Selanik’i, Ege Adaları’nı ve daha nicesini vermek ise çok acıydı.
100’üncü yıldönümünde Lozan’a devam edeceğiz