Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. Doğu Akdeniz son olaylarla yeniden ısındı. ABD ve İngiliz gemileri bölgeye akın ediyorlar. Bölgede yeni bir mühendislik ve şiddet dengesi tasavvuru mu söz konusu endişeleri zihinlerde dolaşıyor. İsrail mağduriyet bahanesini bir mühendislik sürecine dönüştürüp Lübnan, Suriye ve Gazze’de bir yayılma derdine mi düştü, geniş planda Suriye, İran ve hatta Türkiye’yi etkileyecek dalgalar bölge kıyılarına vurabilir mi soruları yine dolaşmakta. Dengesiz ve adaletsiz bir bombardıman zalimce Gazze’yi Hamas bahanesiyle yıkarken dinlerine uymadıklarımız tek saf oldular. Terörle mücadele bahanesi bölgede yine mazlumiyetlere yol açarak zalimlik kaftanı ile kibirle hareket ediyor. Gazze’li bebekler Hamas ile alakalı mıydı? Terörle mücadele söylemi toptan imhaya dönüşerek bir kere daha adalet soykırımına girişiyor. İnsanlık kavramı bir kere daha bölgemizde yok ediliyor. Terörün mefhumu/tanımı muktedirlerce belirlendikçe zalimin zulmü payidar olacak gözüküyor. İsrail bu manada terörden ne anlıyor acaba? Netanyahu şu an teröre karşı tüm sorunlarını çözerek birleşik bir İsrail ile kamuoyu desteği almış olarak Hamas karşıtı görüntüsü ile hareket halinde. Doğu Akdeniz’de ise bölge devletlerinin hepsinin uçaklarından kalabalık filolar gezinmeye başladı. Bölgede yer alan ideolojik-otoriter herkes bayram ediyor. Medeniyetçi tüm gündemler iptal! Tarih boyunca sahilden içeri giremeyen Haçlı yapıları içinde meşrulaştırıcı terör söylemleri ile büyük vaadedilmişlikleri gerçekleştirmek için bir bahar mı oluşturulmaya çalışıyor? Hukuk nedir? Savaş hukuku nedir? Bölgenin muhalif devletleri uluslararası bir statüko oluşturup İsrail’e karşı bir durum oluşturabilecekler mi? Sivil ölümleri Hitler ile tecessüm ettiği tarihte, kötülüğün sıradanlaştığı bir mücadelede şimdi İsrail’i tarih aynasında sigaya çekmiyor mu? Kötülüğün kolaylaştırıldığı ve insandışılaştırılarak kurbanlara saygı ve sempatinin terör söylemi üzerinden meşrulaştırıldığı ve şiddetin makulleştirildiği bir ortamda Yahudi Hanna Arendt’in kötülüğün sıradanlaşması ile alakalı söylemlerin şimdi muhatabı İsrail değil midir? Terörle mücadele etme bahanesiyle emre itaat edip görevinin yapan devlet ve asker görüntüsü ile çağdaş Auschwitz olan Gazze’de yaşananlar muhteva planında farklı mıdır? Terörle mücadele eden yapı mutlak itaat ve sıfır eleştiri beklentisi ile bölgede hareket etmekte değil midir? Ahlaksız koşullarda ahlaklı kalabilen dünya nerede? Hanna Arendt bugün yaşasa ve Gaaze’ye baksaydı aynı çağrıyı yapıp özerk birey olup ahlaksızlığa karşı ahlaklı kalabilir miydi yoksa Levinas gibi kutsal istinaslar üzerinden meşum ikircikli tavrı mı gösterirdi bilinmez ama meseleye buradan bakmak iyi olacak sanki.
Savaş ve direniş stratejik bir hedefin taktik parçası olup amaca uygun nihai durumun oluşmasına katkı sağladığında anlamlı ve değerli olur. Ülkemizin son dönem tarihinde bu yolda pek çok savaş ve savunma hadiseleri söz konusudur. Heyecanlara ve duygulara coşku veren eylemler insan nefsine anlık hoşluklar, rahatlamalar ve boşalmalar sağlasa da elin evinde yanan ateş ile nefsini teskin edip kahramancılık oynamak biraz o mücadeleyi veren mağdur ve mazlum insanlara haksızlık olmuyor mu? Oturduğu sıcak evinden bir yıkıntıya uzaktan nara atmak acizlik değil midir? İsrail, Devlet-i Aliye’nin süpürüldüğü topraklarda; savunma kalkanı kırıldıktan ortaya çıkan son Haçlı Devleti’dir. Varlığı ile bölgede bir medeniyet merkezi olmayı bırakın sürekli zulüm üreten bir makine gibidir. Müslümanlar modern zaman statükosunda bu makinenin karşısında acizdirler ve hatta İsrail pek çok ikbal ve istikbal meraklısı yerli ahalinin de en değerli referans ve iktidar kaynağıdır. İsrail’in bize göre bölgedeki en büyük etkisi de bu derin etkinliğe sahip olabilmesindedir. Kimse kusura bakmasın çuvaldız kendimize. Medeniyetçi milliyetçilik kendine Müslüman bir fikriyat değildir. Nizam arayan en çok kendine dürüst olmalıdır.
İsrail’e karşı olmak nedir? Bugün Gazze’de yaşayan bir çocuk olsaydınız ve üzerinizden bir sürü gevezelik edilirken tepenize bombalar düşmeye devam etse, babanız, abiniz akrabalarınız öldürülse, yaşadığınız mazlumiyete “Müslüman Dünya” hazin ve mahzun bakarak uzaktan ama dönemlik naralar atıp dursa ama nihai olarak geleceksiz ve vatansız kalsanız ne düşünürdünüz? İnsanların neden canlı bomba olmayı seçtiği, asla onaylamasak da, neden garip görülüyor anlamıyorum. Siyonist ideolojinin bölgedeki bazı yerlilerle yaşadığı suni gerilimlerle her tarafın kazan kazan oynadığı bir oyunun meşum bir tuluatın parçası olduğunuzu fark etseniz ve bunu düşünseniz ne yapardınız? İsrail, Yahudi/Musevi olduğu için ötekimiz değildir. Zalim olduğu eylemlerince ötekimizdir. Hz. Musa, Musevilik, Tevrat Müslüman olarak bizim iman ilkelerimizdir. Bir ehli kitaba bu bakımdan yabancı ve düşman olamayız. Lakin Kitabımız der ki Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin. Onların bazısı, bazısının dostlarıdırlar. İçinizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki, o da onlardandır. Muhakkak ki Allah o zalimleri hidayete, doğru yola iletmez. Bugün Gazze’de yaşanan olaylar bu ayeti tefsir eder mahiyet almıştır. ABD Dışişleri Bakanı Bir Yahudi olarak İsrail’de olduğunu söylüyorsa meseleyi fazla tartışmaya da hacet yoktur. Lakin burada sorun itikadi değil Müslümanlar açısından amelidir. Dostlar edinmeyin sözü her halde ilişki kurmayın, maslahatınıza göre iş tutmayın demek değildir. Bu varlığın tabiatına aykırı olur. Lakin onlardan olan bizden görünenler konusu Filistin’de süren zulmün bize göre temel sebebidir. Kudüs yahut Gazze’de var olan tüm cüretkârlık da dünya çapındaki büyük servetler, basın hâkimiyetleri, büyük şirketlerden değil bundan güç almaktadır. Haçlı Seferleri Tarihi doğru okunursa bölgenin bu tecrübeye sahip olduğu görülecektir. Süre giden bir stratejik hedef dönem ve devirler; devlet ve aktörler değişse de Kudüs üzerindeki ülkü değişmeden devam etmiştir. Bu süreklilik Müslümanlar arasında Haçlılarla ittifaklar yapanlar olmuşsa dahi büyük plan yürüdüğü için ana hedefe zarar verici olmamıştır. Kudüs’ü bugünümüzle koruyamıyorsak tarihle korumak zorundayız. Hali hazırdaki Müslümanlar tevhid içinde itikada sahip olamadıkları, bölünüp; tefrika afeti ile dağıldıkları, kifayetsiz muhteris hırslar tarafından sömürüldükleri; cahil ve fakir kaldıkları ve medeniyetçi olamayıp modern taşeronluklara soyundukları için güncel üzerinden Gazze’ye imdat etmek zor görünüyor. Biz susalım şimdi ve 1997 Tahran’dan Aliyamız konuşun: "Çok açık konuşacağım için beni bağışlayın. Güzel yalanlar bize yardımcı olmuyor ama, acı gerçekler iyileştirici olabilir. Batı ne bozulmuş ne de dejenere olmuştur. Çürümüş Batı... Bu yalan (kendini kandırma), komünist sistem tarafından pahalıya ödendi. Batı çürük değil; güçlü, eğitimli ve düzenlidir. Okulları bizimkinden daha iyi ve şehirleri bizimkinden daha temiz. Batı'da insan hakları düzeyi daha yüksektir ve yoksullar ve daha az yetenekli olanlara yönelik sosyal bakım daha iyi organize edilmiştir. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik insanlardır. Onlarla yaşadığım deneyimler böyle. Ben de ilerlemelerinin karanlık taraflarını biliyorum ve bunu gözden kaçırmıyorum. İslam en iyisidir. Bu doğru ama biz (Müslümanlar) en iyisi değiliz. Bunlar genellikle karıştırdığımız iki farklı şeydir. Batı'dan nefret etmek yerine onunla rekabet edelim! Kur'an bize şunu emretmedi mi: 'Hayır için yarışın...' İnanç ve bilim ile ihtiyacımız olan gücü yaratabiliriz. Doğrudur, uzun ve meşakkatli bir yol. Kur'an'ın bahsettiği dağa, tepeye zorlu bir tırmanış ama başka yolu yok." Kimse darılmasın İsrail zalim evet, acımasız evet lakin bu zulüm Müslümanların hali sayesinde payidar oluyor. Ermeni meselesi nasıl bir kimlik konusu olarak bir toplumu yaşatıyorsa İsrail meselesi de dünyada bir statükonun devamını sağlıyor. Soykırımın baronları için eşsiz fırsatlar doğmaya devam ediyor. Asla gidip masum bir Yahudi çocuğun öldürülmesine insanlık duygumuzla evet demeyiz, diyemeyiz. Lakin Filistin’de öldürülen binler çocuk canımız için de gevezelik etmenin ötesinde Kıbrıs ve Karabağ tecrübelerimizin öğrettiğince stratejik kararlılıkla ne yaptığımıza da bir bakalım derim.
Haçlı seferleri ve saldırılara karşı Türk-İslam dünyasının mukavemeti konusundaki tecrübe (müsadenizle buna vurgu yapan çalışmamıza burada referans verelim: Altan Çetin, Haçlı Seferleri, İstanbul, 2021) bize bu yolda çok şey anlatabilir. Modern zamanlara geldiğimizde Türkiye, Kıbrıs olayında İsrail’in benzer fikriyatı ile adada yer alan Türklere karşı Rum Eokacıların neler yaptığını sadece kınayarak izleseydi bugün adada Türk kalmazdı. jonhson mektubuna rağmen adaya giden, bedel ödeyen ve Türklere sahip çıkan Türkiye’nin diplomasi ve askeri yönden büyük bir tecrübesi vardır. Derseniz ki o meselede garantör idik. O vakit son Karabağ olayına bakın. Bizim neslin işgali de çok şükür kurtuluşu da gördüğü Karabağ meselesinde de aynı akıl işlemiştir. Burada Araplara olumsuz bir söz söylemek istemem. Bu uğurda savaştılar ama henüz yapamadılar. Zaten bin parçaya bölünmüş haldeler. Kudüs de sadece onlara tevdi edilecek bir mesele değil. Arapların dost tuttukları da biraz karışık görünüyor. İran meselesi ise İsrail ve Filistin olayında daha kaotik bir manzara arz ediyor. Meseleye ideolojik ve mezhebi yaklaşım sadece birbirinin ateşine odun taşıyan güçler manzarası doğurmuyor mu? Kategorik karşı duruş ameli sonuca nasıl katkı sağladı?
Son olayda atılan füzeler İsrail’de kısa ve orta vadede neleri değiştirir, iç politika açısından ne sonuçlar verir göreceğiz. Netenyahu karda mı zararda mı gelecekte göreceğiz. Lakin bize göre bu tip şiddetten beslenen zihinler için bu durumlar çok verimli olabilir. Lakin esas soru bu durumun Filistin’in geleceği açısından, bölge açısından büyük bir stratejiye hizmet edip etmediği sorusudur. Bu durum Filistin ve burada kurulması beklenen devlet yani düzen ve sınırlar için nasıl bir katkı sağlayacaktır? Direnişe evet ama bunun neticesi Doğu Akdeniz’de dev bir uçak gemisi, yeni statükolar, yeni düzensizlikler, yeni toprak kayıpları ise oturup düşünmek gerekmez mi? Bosna’da 3 yıl süren Sırp zulmünün neticelenmesi hadisesinde de aynı yaklaşım söz konusu değil midir? İstendiği gibi olmasa da, Bosnamıza beklenen medeni hayatı sağlamasa da şu an keyfi olarak Boşnakların önünü kesen bir güç hayatlarına kan kusamıyor. O vakit yine sözü Aliya alsın: Kudüs, İslam hâkimiyeti boyunca her üç din için özgür bir şehir idi. İçindeki özgür olmama durumu onun Müslüman hâkimiyetinin yokluğuna denk gelmektedir. Bu iki defa oldu. ilk defa, haçlıların onu ele geçirdiklerinde (1099-1187) ve ikinci defa da bugün, İsrail'in elinde iken olmaktadır.(94) Aliya Hz. Ömer devrinde itibaren Kudüs'ün ileri sürdüğü mana ile yönetildiğini ifade eder, Haçlıların elinden Sultan Selahaddin Kudüs'ü geri aldığında (1187) Yahudilerin şehre dönmelerine imkan sağladı ve Müslüman ile Yahudi çocuklar arasında, iki farklı halk arasında benzeri bulunmayan, meşhur kardeşlik adetini uygulamaya koydu (95-96) tespiti sonrası Yahudilerin 1967 sonrası Kudüs'e tamamen hakim olduktan sonra Suriye Katolik kilisesinin tahribi, Ortodox Aziz Yuhanna Kilisesi'nin baskına uğraması, Kıptî Kilisesi'nin yağmalanması ve Aksa Camii'nin yakılması gibi hadiseleri hatırlatarak bu dönemde tüm dinler için yaşanan müşterek sıkıntıyı gözler önüne sererek kendi haklı iddialarını temellendirir. Bu tespitler nihai amaç konusunda da bize fikir veriyor.
Filistin’de çocuk olmak zor, insan kalmak çok zor dostlar. Dostunu düşmanını şaşırmış Müslümanlar arasında dünyadaki statükoyu idare eden bir zihniyete karşı temenniler, kınamalar, itirazlar ve bizimki benzeri itirazi yazılar yazmak kolay da sonuç itibariyle Filistin sokaklarına düzen getirecek bir nizamı sağlayacak adımları atmak öyle kolay değil sanki! Ya da kolayı zor mu ediyoruz? Filistin’e adalet, şehitlere rahmet, kalanlara Allah’tan birlik ve sıyanet dilerim. Kötülük sıradanlaştıkça insanlık bölgemizden göçmeye devam ediyor.
Kötülük sıradanlaştıkça insanlık bölgemizden göçmeye devam ediyor.
Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. Doğu Akdeniz son olaylarla yeniden ısındı. ABD ve İngiliz gemileri bölgeye akın ediyorlar. Bölgede yeni bir mühendislik ve şiddet dengesi tasavvuru mu söz konusu endişeleri zihinlerde dolaşıyor. İsrail mağduriyet bahanesini bir mühendislik sürecine dönüştürüp Lübnan, Suriye ve Gazze’de bir yayılma derdine mi düştü, geniş planda Suriye, İran ve hatta Türkiye’yi etkileyecek dalgalar bölge kıyılarına vurabilir mi soruları yine dolaşmakta. Dengesiz ve adaletsiz bir bombardıman zalimce Gazze’yi Hamas bahanesiyle yıkarken dinlerine uymadıklarımız tek saf oldular. Terörle mücadele bahanesi bölgede yine mazlumiyetlere yol açarak zalimlik kaftanı ile kibirle hareket ediyor. Gazze’li bebekler Hamas ile alakalı mıydı? Terörle mücadele söylemi toptan imhaya dönüşerek bir kere daha adalet soykırımına girişiyor. İnsanlık kavramı bir kere daha bölgemizde yok ediliyor. Terörün mefhumu/tanımı muktedirlerce belirlendikçe zalimin zulmü payidar olacak gözüküyor. İsrail bu manada terörden ne anlıyor acaba? Netanyahu şu an teröre karşı tüm sorunlarını çözerek birleşik bir İsrail ile kamuoyu desteği almış olarak Hamas karşıtı görüntüsü ile hareket halinde. Doğu Akdeniz’de ise bölge devletlerinin hepsinin uçaklarından kalabalık filolar gezinmeye başladı. Bölgede yer alan ideolojik-otoriter herkes bayram ediyor. Medeniyetçi tüm gündemler iptal! Tarih boyunca sahilden içeri giremeyen Haçlı yapıları içinde meşrulaştırıcı terör söylemleri ile büyük vaadedilmişlikleri gerçekleştirmek için bir bahar mı oluşturulmaya çalışıyor? Hukuk nedir? Savaş hukuku nedir? Bölgenin muhalif devletleri uluslararası bir statüko oluşturup İsrail’e karşı bir durum oluşturabilecekler mi? Sivil ölümleri Hitler ile tecessüm ettiği tarihte, kötülüğün sıradanlaştığı bir mücadelede şimdi İsrail’i tarih aynasında sigaya çekmiyor mu? Kötülüğün kolaylaştırıldığı ve insandışılaştırılarak kurbanlara saygı ve sempatinin terör söylemi üzerinden meşrulaştırıldığı ve şiddetin makulleştirildiği bir ortamda Yahudi Hanna Arendt’in kötülüğün sıradanlaşması ile alakalı söylemlerin şimdi muhatabı İsrail değil midir? Terörle mücadele etme bahanesiyle emre itaat edip görevinin yapan devlet ve asker görüntüsü ile çağdaş Auschwitz olan Gazze’de yaşananlar muhteva planında farklı mıdır? Terörle mücadele eden yapı mutlak itaat ve sıfır eleştiri beklentisi ile bölgede hareket etmekte değil midir? Ahlaksız koşullarda ahlaklı kalabilen dünya nerede? Hanna Arendt bugün yaşasa ve Gaaze’ye baksaydı aynı çağrıyı yapıp özerk birey olup ahlaksızlığa karşı ahlaklı kalabilir miydi yoksa Levinas gibi kutsal istinaslar üzerinden meşum ikircikli tavrı mı gösterirdi bilinmez ama meseleye buradan bakmak iyi olacak sanki.
Savaş ve direniş stratejik bir hedefin taktik parçası olup amaca uygun nihai durumun oluşmasına katkı sağladığında anlamlı ve değerli olur. Ülkemizin son dönem tarihinde bu yolda pek çok savaş ve savunma hadiseleri söz konusudur. Heyecanlara ve duygulara coşku veren eylemler insan nefsine anlık hoşluklar, rahatlamalar ve boşalmalar sağlasa da elin evinde yanan ateş ile nefsini teskin edip kahramancılık oynamak biraz o mücadeleyi veren mağdur ve mazlum insanlara haksızlık olmuyor mu? Oturduğu sıcak evinden bir yıkıntıya uzaktan nara atmak acizlik değil midir? İsrail, Devlet-i Aliye’nin süpürüldüğü topraklarda; savunma kalkanı kırıldıktan ortaya çıkan son Haçlı Devleti’dir. Varlığı ile bölgede bir medeniyet merkezi olmayı bırakın sürekli zulüm üreten bir makine gibidir. Müslümanlar modern zaman statükosunda bu makinenin karşısında acizdirler ve hatta İsrail pek çok ikbal ve istikbal meraklısı yerli ahalinin de en değerli referans ve iktidar kaynağıdır. İsrail’in bize göre bölgedeki en büyük etkisi de bu derin etkinliğe sahip olabilmesindedir. Kimse kusura bakmasın çuvaldız kendimize. Medeniyetçi milliyetçilik kendine Müslüman bir fikriyat değildir. Nizam arayan en çok kendine dürüst olmalıdır.
İsrail’e karşı olmak nedir? Bugün Gazze’de yaşayan bir çocuk olsaydınız ve üzerinizden bir sürü gevezelik edilirken tepenize bombalar düşmeye devam etse, babanız, abiniz akrabalarınız öldürülse, yaşadığınız mazlumiyete “Müslüman Dünya” hazin ve mahzun bakarak uzaktan ama dönemlik naralar atıp dursa ama nihai olarak geleceksiz ve vatansız kalsanız ne düşünürdünüz? İnsanların neden canlı bomba olmayı seçtiği, asla onaylamasak da, neden garip görülüyor anlamıyorum. Siyonist ideolojinin bölgedeki bazı yerlilerle yaşadığı suni gerilimlerle her tarafın kazan kazan oynadığı bir oyunun meşum bir tuluatın parçası olduğunuzu fark etseniz ve bunu düşünseniz ne yapardınız? İsrail, Yahudi/Musevi olduğu için ötekimiz değildir. Zalim olduğu eylemlerince ötekimizdir. Hz. Musa, Musevilik, Tevrat Müslüman olarak bizim iman ilkelerimizdir. Bir ehli kitaba bu bakımdan yabancı ve düşman olamayız. Lakin Kitabımız der ki Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin. Onların bazısı, bazısının dostlarıdırlar. İçinizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki, o da onlardandır. Muhakkak ki Allah o zalimleri hidayete, doğru yola iletmez. Bugün Gazze’de yaşanan olaylar bu ayeti tefsir eder mahiyet almıştır. ABD Dışişleri Bakanı Bir Yahudi olarak İsrail’de olduğunu söylüyorsa meseleyi fazla tartışmaya da hacet yoktur. Lakin burada sorun itikadi değil Müslümanlar açısından amelidir. Dostlar edinmeyin sözü her halde ilişki kurmayın, maslahatınıza göre iş tutmayın demek değildir. Bu varlığın tabiatına aykırı olur. Lakin onlardan olan bizden görünenler konusu Filistin’de süren zulmün bize göre temel sebebidir. Kudüs yahut Gazze’de var olan tüm cüretkârlık da dünya çapındaki büyük servetler, basın hâkimiyetleri, büyük şirketlerden değil bundan güç almaktadır. Haçlı Seferleri Tarihi doğru okunursa bölgenin bu tecrübeye sahip olduğu görülecektir. Süre giden bir stratejik hedef dönem ve devirler; devlet ve aktörler değişse de Kudüs üzerindeki ülkü değişmeden devam etmiştir. Bu süreklilik Müslümanlar arasında Haçlılarla ittifaklar yapanlar olmuşsa dahi büyük plan yürüdüğü için ana hedefe zarar verici olmamıştır. Kudüs’ü bugünümüzle koruyamıyorsak tarihle korumak zorundayız. Hali hazırdaki Müslümanlar tevhid içinde itikada sahip olamadıkları, bölünüp; tefrika afeti ile dağıldıkları, kifayetsiz muhteris hırslar tarafından sömürüldükleri; cahil ve fakir kaldıkları ve medeniyetçi olamayıp modern taşeronluklara soyundukları için güncel üzerinden Gazze’ye imdat etmek zor görünüyor. Biz susalım şimdi ve 1997 Tahran’dan Aliyamız konuşun: "Çok açık konuşacağım için beni bağışlayın. Güzel yalanlar bize yardımcı olmuyor ama, acı gerçekler iyileştirici olabilir. Batı ne bozulmuş ne de dejenere olmuştur. Çürümüş Batı... Bu yalan (kendini kandırma), komünist sistem tarafından pahalıya ödendi. Batı çürük değil; güçlü, eğitimli ve düzenlidir. Okulları bizimkinden daha iyi ve şehirleri bizimkinden daha temiz. Batı'da insan hakları düzeyi daha yüksektir ve yoksullar ve daha az yetenekli olanlara yönelik sosyal bakım daha iyi organize edilmiştir. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik insanlardır. Onlarla yaşadığım deneyimler böyle. Ben de ilerlemelerinin karanlık taraflarını biliyorum ve bunu gözden kaçırmıyorum. İslam en iyisidir. Bu doğru ama biz (Müslümanlar) en iyisi değiliz. Bunlar genellikle karıştırdığımız iki farklı şeydir. Batı'dan nefret etmek yerine onunla rekabet edelim! Kur'an bize şunu emretmedi mi: 'Hayır için yarışın...' İnanç ve bilim ile ihtiyacımız olan gücü yaratabiliriz. Doğrudur, uzun ve meşakkatli bir yol. Kur'an'ın bahsettiği dağa, tepeye zorlu bir tırmanış ama başka yolu yok." Kimse darılmasın İsrail zalim evet, acımasız evet lakin bu zulüm Müslümanların hali sayesinde payidar oluyor. Ermeni meselesi nasıl bir kimlik konusu olarak bir toplumu yaşatıyorsa İsrail meselesi de dünyada bir statükonun devamını sağlıyor. Soykırımın baronları için eşsiz fırsatlar doğmaya devam ediyor. Asla gidip masum bir Yahudi çocuğun öldürülmesine insanlık duygumuzla evet demeyiz, diyemeyiz. Lakin Filistin’de öldürülen binler çocuk canımız için de gevezelik etmenin ötesinde Kıbrıs ve Karabağ tecrübelerimizin öğrettiğince stratejik kararlılıkla ne yaptığımıza da bir bakalım derim.
Haçlı seferleri ve saldırılara karşı Türk-İslam dünyasının mukavemeti konusundaki tecrübe (müsadenizle buna vurgu yapan çalışmamıza burada referans verelim: Altan Çetin, Haçlı Seferleri, İstanbul, 2021) bize bu yolda çok şey anlatabilir. Modern zamanlara geldiğimizde Türkiye, Kıbrıs olayında İsrail’in benzer fikriyatı ile adada yer alan Türklere karşı Rum Eokacıların neler yaptığını sadece kınayarak izleseydi bugün adada Türk kalmazdı. jonhson mektubuna rağmen adaya giden, bedel ödeyen ve Türklere sahip çıkan Türkiye’nin diplomasi ve askeri yönden büyük bir tecrübesi vardır. Derseniz ki o meselede garantör idik. O vakit son Karabağ olayına bakın. Bizim neslin işgali de çok şükür kurtuluşu da gördüğü Karabağ meselesinde de aynı akıl işlemiştir. Burada Araplara olumsuz bir söz söylemek istemem. Bu uğurda savaştılar ama henüz yapamadılar. Zaten bin parçaya bölünmüş haldeler. Kudüs de sadece onlara tevdi edilecek bir mesele değil. Arapların dost tuttukları da biraz karışık görünüyor. İran meselesi ise İsrail ve Filistin olayında daha kaotik bir manzara arz ediyor. Meseleye ideolojik ve mezhebi yaklaşım sadece birbirinin ateşine odun taşıyan güçler manzarası doğurmuyor mu? Kategorik karşı duruş ameli sonuca nasıl katkı sağladı?
Son olayda atılan füzeler İsrail’de kısa ve orta vadede neleri değiştirir, iç politika açısından ne sonuçlar verir göreceğiz. Netenyahu karda mı zararda mı gelecekte göreceğiz. Lakin bize göre bu tip şiddetten beslenen zihinler için bu durumlar çok verimli olabilir. Lakin esas soru bu durumun Filistin’in geleceği açısından, bölge açısından büyük bir stratejiye hizmet edip etmediği sorusudur. Bu durum Filistin ve burada kurulması beklenen devlet yani düzen ve sınırlar için nasıl bir katkı sağlayacaktır? Direnişe evet ama bunun neticesi Doğu Akdeniz’de dev bir uçak gemisi, yeni statükolar, yeni düzensizlikler, yeni toprak kayıpları ise oturup düşünmek gerekmez mi? Bosna’da 3 yıl süren Sırp zulmünün neticelenmesi hadisesinde de aynı yaklaşım söz konusu değil midir? İstendiği gibi olmasa da, Bosnamıza beklenen medeni hayatı sağlamasa da şu an keyfi olarak Boşnakların önünü kesen bir güç hayatlarına kan kusamıyor. O vakit yine sözü Aliya alsın: Kudüs, İslam hâkimiyeti boyunca her üç din için özgür bir şehir idi. İçindeki özgür olmama durumu onun Müslüman hâkimiyetinin yokluğuna denk gelmektedir. Bu iki defa oldu. ilk defa, haçlıların onu ele geçirdiklerinde (1099-1187) ve ikinci defa da bugün, İsrail'in elinde iken olmaktadır.(94) Aliya Hz. Ömer devrinde itibaren Kudüs'ün ileri sürdüğü mana ile yönetildiğini ifade eder, Haçlıların elinden Sultan Selahaddin Kudüs'ü geri aldığında (1187) Yahudilerin şehre dönmelerine imkan sağladı ve Müslüman ile Yahudi çocuklar arasında, iki farklı halk arasında benzeri bulunmayan, meşhur kardeşlik adetini uygulamaya koydu (95-96) tespiti sonrası Yahudilerin 1967 sonrası Kudüs'e tamamen hakim olduktan sonra Suriye Katolik kilisesinin tahribi, Ortodox Aziz Yuhanna Kilisesi'nin baskına uğraması, Kıptî Kilisesi'nin yağmalanması ve Aksa Camii'nin yakılması gibi hadiseleri hatırlatarak bu dönemde tüm dinler için yaşanan müşterek sıkıntıyı gözler önüne sererek kendi haklı iddialarını temellendirir. Bu tespitler nihai amaç konusunda da bize fikir veriyor.
Filistin’de çocuk olmak zor, insan kalmak çok zor dostlar. Dostunu düşmanını şaşırmış Müslümanlar arasında dünyadaki statükoyu idare eden bir zihniyete karşı temenniler, kınamalar, itirazlar ve bizimki benzeri itirazi yazılar yazmak kolay da sonuç itibariyle Filistin sokaklarına düzen getirecek bir nizamı sağlayacak adımları atmak öyle kolay değil sanki! Ya da kolayı zor mu ediyoruz? Filistin’e adalet, şehitlere rahmet, kalanlara Allah’tan birlik ve sıyanet dilerim. Kötülük sıradanlaştıkça insanlık bölgemizden göçmeye devam ediyor.
Ekleme
Tarihi: 17 Ekim 2023 - Salı
Kötülük sıradanlaştıkça insanlık bölgemizden göçmeye devam ediyor.
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.