EDEPSİZ SİYASET ZARAR VERİR
Siyaset dilindeki agresyon ile ‘uyuşturucu bağımlılığı’nın birbirine hayli benzediğini düşünürüm… Açıkçası ikisinden de aynı derecede tedirgin oluyorum…
Eğer gerekli anda müdahale edip önlenmezseniz dozu giderek artırıp müptezel bir hâle gelebilirsiniz. Doz artar, artar ve artar… Etrafınıza, kitlelere de zarar vermeye başlar, onları yay gibi gergin bir psikolojiye ve de hatalara sürüklersiniz…
Malumunuz, başlıktaki sözün aslı, “Rüzgâr eken fırtına biçer”… Fakat öyle bir hâle geldik, durum öyle abartılı bir vaziyet aldı ki yılların atasözü yetmez oldu…
Bir YouTube kanalında yayınlanan ‘sokak röportajı’nı (!) görmüşsünüzdür… Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, ailesine, torunlarına, seçmenlerine beddualar eden kırmızılı kadını hani… Haberleri yapıldı… Merak edenler kadının neler dediğini kısa bir internet aramasıyla hemen bulabilirler…
Yalnızca muhatabını değil, duyanı, göreni de can evinden vurulmuş gibi hissettiren bu ağır sözleri edecek seviyeye, ruh durumuna, düşünce yapısına nasıl gelinmiştir acaba?.. Kadının bazı psikolojik sıkıntıları olduğu iddia edilebilir elbette… Onlar bizim hem uzmanlığımızın dışında hem de gördüğümüz tehlikeyi anlayabilmemiz bakımından konu dışı… Fakat ortada bir nefret var… Hissedeni tık nefes bırakan… İzleyeni zorlayan; fakat ne yazık ki izlenen ve yayılan…
“Biz bu duruma nasıl geldik?!” diye sorgulatan…
Ya da böyle devam ederse neler olabileceğini…
Zekâ, akıl ve duyguların ürünü olabilecek ‘siyaset dili’, kışkırtmanın da taşlamanın da son derece başarıyla uygulandığı bir anlayışla oluşturulabilir. Tabii bunun için üç haslete sahip olmak gerekir: Nezaket (kibar, nâzik), nezahet (ahlak temizliği, nezih), zarafet (incelik, zarif). Siyasi tarihimizde bunun pek çok örneğini gördük…
Heyecanı, dinamizmi, zaman zaman tebessümü artıran, tartışmayı canlı tutarak kendini izlenir, görünür kılan bu siyasi üslup ne yazık ki değişti… Hem de çok değişti…
Hakarete, iftiraya, karalamaya, aşağılamaya vardı… Siyasetçiler de birer birer bu değirmene su taşıdılar… Doz gittikçe arttı… En son dün, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in grup toplantısında takındığı tavra kadar dayandı…
Sertti, gereğinden fazla sert ve gergin… “Recep Bey, Recep Bey…” diyerek ince ince alay ederek başladı…
Bildiğiniz gibi İYİ Parti’nin İstanbul’daki İl Başkanlığı’na isabet eden, olaydan 13 saat sonra emniyete bildirilen ‘kurşun’ hadisesi nedeniyle Akşener, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sorumlu tutmuştu. Olay aydınlanınca da Cumhurbaşkanı kendisine şu sözlerle cevap vermişti: “Utan utan. Recep Tayyip Erdoğan’ın hayatında bu tür ahlaksızlıklar olmaz. Gerçek ortaya çıktı, şimdi Erdoğan’dan özür dileyebiliyor musun?”
Meral Hanım bunun üzerine dozu iyice abarttı: “Bu ülkenin Cumhurbaşkanı olma şerefinin zerresini dahi üzerinde taşıyamamandan ben utanıyorum.
[…] Sen kuponcu olduğundan, vatan toprağının kıymetini bilemezsin.”
Sayın Cumhurbaşkanı’nın, sözü geçen olaydan önce sarf ettiği “Beni kendinle uğraştırma” ifadesini de kurşun hadisesiyle birleştirmeyi ve Sayın Erdoğan’ı hâlâ sorumlu olmakla itham etmeyi de sürdürdü. Sonra da şunları söyledi:
[…] Bir aslan miyav dedi, minik fare kükredi… Recep Bey! Sen hiç merak etme. Ben kiminle uğraşacağımı çok iyi bilirim…”
[…] Hollywood prodüksiyonlarına taş çıkartacak bu fantastik açıklamanın sonunda ise Recep Bey çıkmış, benden özür bekliyormuş… Çünkü, kendisi çok kırılmış. Duyguları incinmiş. Rencide olmuş. Vah vah… Yazık ki ne yazık. Recep Bey, utanmasan ‘Mermiye saldırdı’ diye parti binamızı tutuklayacaksın.
Bir de senden özür dileyeceğim, öyle mi? Hadi oradan be hadi oradan! Çok beklersin…”
Siyasetin, eleştirinin, tartışmanın, rekabetin ‘nezaket, nezahet ve zarafet’ ile yapıldığı günlere acilen dönmemiz; gerginliğe, kutuplaştırmaya, düşmanlaştırmaya neden olan bu dilin açtığı yaraları bir an önce sarmamız lazım… Yoksa bu fırtına ekenlerin kasırgasında hepimiz dibe doğru sürükleneceğiz…
Bir de Meral Hanım’ın bunu neden yaptığına yakından bakmakta yarar var… Öyle ya illiyet bağını hiçbir zaman reddetmeyen, tam tersine PKK’nın siyasi projesi olduğunu açıkça ortaya koyan HDP için dahi böyle bir üslupla konuştuğunu görmemiştik…
Herhâlde masadan önce kaldırılıp sonra oturtulmanın bunalımını, Memleket Partisi karşısında oy kaybetmenin sıkıntısını, Cumhurbaşkanı’na yönelik provokatif açıklamalarla atmaya çalışıyor…
Sık sık dile getiriyoruz; böyle durumlar ‘görünürlük’ sağlamaya hizmet edebilir belki ama ‘itibar’a asla!
Ekleme
Tarihi: 06 Nisan 2023 - Perşembe
EDEPSİZ SİYASET ZARAR VERİR
Siyaset dilindeki agresyon ile ‘uyuşturucu bağımlılığı’nın birbirine hayli benzediğini düşünürüm… Açıkçası ikisinden de aynı derecede tedirgin oluyorum…
Eğer gerekli anda müdahale edip önlenmezseniz dozu giderek artırıp müptezel bir hâle gelebilirsiniz. Doz artar, artar ve artar… Etrafınıza, kitlelere de zarar vermeye başlar, onları yay gibi gergin bir psikolojiye ve de hatalara sürüklersiniz…
Malumunuz, başlıktaki sözün aslı, “Rüzgâr eken fırtına biçer”… Fakat öyle bir hâle geldik, durum öyle abartılı bir vaziyet aldı ki yılların atasözü yetmez oldu…
Bir YouTube kanalında yayınlanan ‘sokak röportajı’nı (!) görmüşsünüzdür… Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, ailesine, torunlarına, seçmenlerine beddualar eden kırmızılı kadını hani… Haberleri yapıldı… Merak edenler kadının neler dediğini kısa bir internet aramasıyla hemen bulabilirler…
Yalnızca muhatabını değil, duyanı, göreni de can evinden vurulmuş gibi hissettiren bu ağır sözleri edecek seviyeye, ruh durumuna, düşünce yapısına nasıl gelinmiştir acaba?.. Kadının bazı psikolojik sıkıntıları olduğu iddia edilebilir elbette… Onlar bizim hem uzmanlığımızın dışında hem de gördüğümüz tehlikeyi anlayabilmemiz bakımından konu dışı… Fakat ortada bir nefret var… Hissedeni tık nefes bırakan… İzleyeni zorlayan; fakat ne yazık ki izlenen ve yayılan…
“Biz bu duruma nasıl geldik?!” diye sorgulatan…
Ya da böyle devam ederse neler olabileceğini…
Zekâ, akıl ve duyguların ürünü olabilecek ‘siyaset dili’, kışkırtmanın da taşlamanın da son derece başarıyla uygulandığı bir anlayışla oluşturulabilir. Tabii bunun için üç haslete sahip olmak gerekir: Nezaket (kibar, nâzik), nezahet (ahlak temizliği, nezih), zarafet (incelik, zarif). Siyasi tarihimizde bunun pek çok örneğini gördük…
Heyecanı, dinamizmi, zaman zaman tebessümü artıran, tartışmayı canlı tutarak kendini izlenir, görünür kılan bu siyasi üslup ne yazık ki değişti… Hem de çok değişti…
Hakarete, iftiraya, karalamaya, aşağılamaya vardı… Siyasetçiler de birer birer bu değirmene su taşıdılar… Doz gittikçe arttı… En son dün, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in grup toplantısında takındığı tavra kadar dayandı…
Sertti, gereğinden fazla sert ve gergin… “Recep Bey, Recep Bey…” diyerek ince ince alay ederek başladı…
Bildiğiniz gibi İYİ Parti’nin İstanbul’daki İl Başkanlığı’na isabet eden, olaydan 13 saat sonra emniyete bildirilen ‘kurşun’ hadisesi nedeniyle Akşener, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sorumlu tutmuştu. Olay aydınlanınca da Cumhurbaşkanı kendisine şu sözlerle cevap vermişti: “Utan utan. Recep Tayyip Erdoğan’ın hayatında bu tür ahlaksızlıklar olmaz. Gerçek ortaya çıktı, şimdi Erdoğan’dan özür dileyebiliyor musun?”
Meral Hanım bunun üzerine dozu iyice abarttı: “Bu ülkenin Cumhurbaşkanı olma şerefinin zerresini dahi üzerinde taşıyamamandan ben utanıyorum.
[…] Sen kuponcu olduğundan, vatan toprağının kıymetini bilemezsin.”
Sayın Cumhurbaşkanı’nın, sözü geçen olaydan önce sarf ettiği “Beni kendinle uğraştırma” ifadesini de kurşun hadisesiyle birleştirmeyi ve Sayın Erdoğan’ı hâlâ sorumlu olmakla itham etmeyi de sürdürdü. Sonra da şunları söyledi:
[…] Bir aslan miyav dedi, minik fare kükredi… Recep Bey! Sen hiç merak etme. Ben kiminle uğraşacağımı çok iyi bilirim…”
[…] Hollywood prodüksiyonlarına taş çıkartacak bu fantastik açıklamanın sonunda ise Recep Bey çıkmış, benden özür bekliyormuş… Çünkü, kendisi çok kırılmış. Duyguları incinmiş. Rencide olmuş. Vah vah… Yazık ki ne yazık. Recep Bey, utanmasan ‘Mermiye saldırdı’ diye parti binamızı tutuklayacaksın.
Bir de senden özür dileyeceğim, öyle mi? Hadi oradan be hadi oradan! Çok beklersin…”
Siyasetin, eleştirinin, tartışmanın, rekabetin ‘nezaket, nezahet ve zarafet’ ile yapıldığı günlere acilen dönmemiz; gerginliğe, kutuplaştırmaya, düşmanlaştırmaya neden olan bu dilin açtığı yaraları bir an önce sarmamız lazım… Yoksa bu fırtına ekenlerin kasırgasında hepimiz dibe doğru sürükleneceğiz…
Bir de Meral Hanım’ın bunu neden yaptığına yakından bakmakta yarar var… Öyle ya illiyet bağını hiçbir zaman reddetmeyen, tam tersine PKK’nın siyasi projesi olduğunu açıkça ortaya koyan HDP için dahi böyle bir üslupla konuştuğunu görmemiştik…
Herhâlde masadan önce kaldırılıp sonra oturtulmanın bunalımını, Memleket Partisi karşısında oy kaybetmenin sıkıntısını, Cumhurbaşkanı’na yönelik provokatif açıklamalarla atmaya çalışıyor…
Sık sık dile getiriyoruz; böyle durumlar ‘görünürlük’ sağlamaya hizmet edebilir belki ama ‘itibar’a asla!
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.