ABD’yle Çin arasındaki küresel ekonomik üstünlük yarışı özellikle ileri teknoloji alanında kıran kırana bir mücadeleye sebep oluyor. Washington ileri teknoloji ürünlerinin Çin’e ihracını sınırlayan tedbirler alırken Pekin’in de eli boş durmuyor. Amerika’nın dev bilgisayar çip üreticisi Intel’in İsrail’in Tower Semiconductor isimli yarı iletken çip üretici firmasını satın almaktan vazgeçmesi bunun en son örneği oldu. Intel çip üretiminde rekabetçi bir şirket olmaya devam etmek adına Tower’ı almaya karar vermiş ve Amerikan mercilerinden onay almıştı. Ancak Çin makamlarından 18 aydır onay çıkmayınca Intel bu satın almadan vazgeçtiğini açıklamak zorunda kaldı. Küresel gelirlerinin %27’sini Çin’den sağlayan Intel’in bu ilişkisini riske atmaktan kaçınması ABD’yle Çin arasındaki ekonomik mücadelenin ne kadar girift hale geldiğini de gösteriyor.
ABD’nin Çin’le kıyasıya mücadelesinin devam ettiğini gösteren bu olay bir yandan da iki ülke ekonomilerinin birbirine ne kadar bağımlı olduğunu hatırlatıyor. Çin’in yükselişine en yüksek katkıyı sağlayan aslında bu ülkedeki ucuz üretim kapasitesini keşfeden Amerikan firmaları olmuştu. 1990’larda internet devriminin de yardımıyla çok hızlı biçimde küreselleşen dünya ekonomisinde mesafelerin adeta önemsiz hale gelmesi üretimin uzak ülkelere nakledilmesini kolaylaştırmıştı. Amerikan firmaları uzun yıllar Çin, Tayvan ve Kore gibi ülkelerde üretim yaparken bu ülkelerin de önemli pazarlar olduğunu keşfetmiş oldu.
Son 20 yılda Apple, Starbucks, Nike, Boeing, Disney, GM, McDonalds ve Walmart gibi Amerikan devleri Çin pazarındaki paylarını artırma yarışında oldu. Başlarda Amerika ve Avrupa’da tüketilen ürünlerin ucuz üretimini sağlama fonksiyonu gören Çin’in güçlenen ekonomisi bu şirketlerin Çin’e doğrudan yatırımlarını devasa boyutlara taşıdı. Örneğin Starbucks’ın ABD’de 16 bin civarında lokasyonu varken bu sayı Çin’de 6,500’e ulaştı. Foxconn’la anlaşması sayesinde iPhone ve iPad üretiminde Çin’deki tedarik zincirine bağımlı olan Apple’ın ABD’deki 270 civarındaki mağazasına karşılık Çin’de 50 civarında mağazası bulunmaktadır. Bu örnekler Amerikan dev şirketlerinin bilançolarında Çin pazarının vazgeçilmesi zor bir payının olduğuna işaret ediyor.
Çin’le karşılıklı bağımlılık oranı son derece yüksek olan Amerikan ekonomisinin Çin’e baskı yaparken dikkatli ve seçici olmak zorunda kaldığını görüyoruz. Biden yönetiminin yapay zekâ ve yarı iletken çip üretimi gibi ileri teknolojilere dair uzmanlığın Çin’e aktarılmasını önleme çabalarının bu amaca matuf olduğu söylenebilir. Bir yandan teknolojik casusluk konusunda mücadele ettiği Çin’le bir yandan da uzay ve yapay zekâ gibi alanlarda Amerikan liderliğini korumak üzere çatışan Washington, Amerikan firmalarının bilançolarına zarar verecek adımlar atmaktan da kaçınmak zorunda.
Amerika’nın Çin’le ekonomik mücadelede Ar-ge, yaratıcılık, girişimcilik ve Batı pazarındaki kritik rolü gibi birçok avantajı bulunuyor. Buna karşılık Amerikan firmalarının Çin tedarik zincirine bağımlılıkları ve bilançolarındaki Çin pazarının büyüklüğü Washington’un daha keskin tedbirler almasını engelleyen faktörler olarak öne çıkıyor. Disney gibi Amerikan klasiklerini üreten sembol bir firmanın bile Çin pazarına yönelik yapımlara (Mulan) girişmesi ve Google gibi firmaların Çin’deki sansür ve kısıtlamaları kabul etmesi bu pazarın ne kadar vazgeçilemez olduğunu gösteriyor aslında.
Bununla birlikte bu dinamiklerin Çin lehine olduğu gibi bir anlam çıkmaması gerekir zira bu firmaların Washington’la Pekin arasında kalmasının Çin ekonomisine de önemli bir maliyeti olacaktır. Intel’in Çin makamlarından onay alamaması bu firmayı Çin pazarından çıkmasa da gelecekteki benzer senaryolar için alternatif arayışına itebilir. Bazı Amerikan firmalarının Hindistan, Vietnam, Tayvan ve Kore gibi ülkelerde üretim anlaşmaları imzalaması Çin’e bağlılığın azaltılması çabaları olarak görülebilir. ABD-Çin arasındaki karşılıklı bağımlılığının derinliğinin ve karmaşıklığının iki ülke arasındaki küresel ekonomik mücadelenin sınırlarını belirlediğini söyleyebiliriz.