BURUCİYE MEDRESESİNE UZANAN KIRK YILLIK YOL
SİVAS İHL mezunu gençler ile; zaman, zaman bir araya gelerek, selamlaşırız. Sohbet ederiz. Dertleşiriz, konuşuruz…
İşte böyle bir buluşmamızı, BURUCİYE MEDRESESİNDE yapmaya karar vermiştik. Çaylar içildi. Sohbet koyulaştı. Ben onlara bu tarihi mekanda; hem çay içip, tarih solurken, bazı konular hakkında bilgi sunmaya çalışıyordum. O tarihi mekanın yanında olan, Şifahiye Medresesi ile, ilgili; yaşadığımız bir olay aklıma geldi. Onlara hatırladığım kadarı ile; anlatmaya çalıştım.
Gençler, dinleyiniz;
Yetmişli yılların sonları, Biz MTTB’ de yöneticilik, yapıyoruz. Bir avuç üniversiteli genç olarak...
O, yıllarda; öyle derneklerin allı, pullu binaları yoktu. Herkes, dağarcığından ne ortaya koyarsa; dernek binasının kirası, öyle denkleştirilirdi. Kimi zaman, O, binanın masraflarının karşılanması için; ufak, tefek ticari girişimler de yapılırdı. Onu bizzat yapanlardan, biri idim.
O, bina dediğimiz zaman; tabiri caizse; başımızı sokacak, bir yerdi. Bu arada içimizden oraya en fazla hizmeti geçen; Orayı en fazla çalışmak adına, bakımı adına, hizmet eden; Rahmetli EHLİ namıyla bilinen; Ahmet Turan kardeşimizi analım. Nur içinde yatsın...
O, Hal binasının en köşesindeki; mütevazi dernek binasında, ne anılarımız vardı. Kimler geldi, kimler geçti...
Parasızlık zor bir iştir. Üstelik sizi, çaresiz bırakıyorsa; zorluk derecesi, daha da artar, Yıpratır, yorar, halsiz bırakır. O yıllarda; Ülkemizi yöneten, bir koalisyon Hükumeti, vardı. Malum Siyasi hayatımıza, damga vuracak, Bir siyasi lider ortaya çıkmıştı. Halkımız, onun söylemleri ile irkiliyordu. Yeni, yeni, şeyler duyuyordu. Bu siyasi lider; Farklı bir anlayış, farklı bir bakış, farklı yorumlar, farklı bir siyaset yolu ortaya koymuştu. Bu lider; Şu sıralar ölüm yıl dönümü olan; ERBAKAN Hocadan başkası değildi. Allah mekanını cennet etsin, nur içinde yatsın. Ölümünde; Ülkenin tüm siyasilerini, cenazesinde bir araya getirmişti. Orada bile; bir farklılık yaşatmıştı. Başlattığı yolculuğun, devam ettiğine yürekten inananlardanım.
Bizler, bizim gibi düşünen insanların Devlet yönetiminde, görev alıyor olmasının heyecanı ile; maddi sıkıntılar içerisinde bulunan, derneğimizi rahatlatmak istiyorduk. İnsanlara hizmet edebileceğimiz; daha geniş, daha konforlu bir mekanı hayal ediyorduk. Bu amaçla, bazı arkadaşlarımız, fedakarlık yaparak okulları uzatmayı bile, göze alıyordu. Hizmet aşkı bu kadar yoğundu. O, yılların getirdiği tüm maddi sıkıntılar; insanımızı arayışlar içine sokmuştu. O nedenle, sıkıntıları gidermek, tek amaçtı. Bu sıkıntıları giderecek, çareler üretmeye çalışıyorduk.
Dernekten arkadaşım olan; Abdülkadir beyle birlikte, Ankara' ya gitmeye karar verdik. Amacımız, yaptığımız istişareler neticesinde; Şehrimizin ortasında bulunan; ŞİFAHİYE veya BURUCİYE Medreselerinden istifade etmekti. O yıllarda oraları, terk edilmiş, viraneler gibi; kaderine bırakılmış, yalnızlığını yaşıyordu. Diğer bazı şehirlerimizde; bu tür yerlerin kültürel amaçlı derneklere verildiğine, hatta bazılarının yurt olarak kullanıldığına şahit olmuştuk. Yeri gelmişken hatırlatalım. Son yıllarda tarihi mekanlara sahip çıkılması adına, verilen mücadeleyi; ayakta alkışlıyorum. Eski yıllarda buraların halini bilen birisi olarak; ne kadar sevindiğimi, anlatamam. Ahırlara çevrilen mekanlardan; bugün her anlamda yararlanılan, mekanlara; ulaştık.
Tekrar ediyorum; emeği geçenlerden ALLAH razı olsun.
Bu düşüncemizi, hayata geçirmek için; Bu amaçla yola koyulduk… heyecanlıydık...
Ankara' da o yıllarda bizlerden büyük olan iki tane abimiz; çalışma bakanlığında, çalışıyorlardı. Rahmetlik YAHYA Abi, mekanı cennet olsun. Diğeri MÜKREMİN Abi idi. Bizleri, bir fırsatını bularak; zamanın çalışma bakanı ile, bir araya getirdiler. Biz, amacımızı ve hedefimizi, isteğimizi sayın Bakana anlattık. O beyefendi sağ olsun, bizi dinledi ve ilgili bakanın bizzat kendisinden randevu alarak; oraya yönlendirdi. Neticeden de; kendisini bilgilendirmemizi istedi.
Biz, çocuklar gibi sevinerek; Bakanın yanından ayrıldık. İnşaat halinde olan KOCATEPE Camii' nin alt katında cuma namazımızı kıldık. Cuma namazından sonra ilgili bakanlığa gittik. Bakanlık koridorlarında dolaşırken; herkesin dikkatini çekmemiz gayet doğaldı. Hem öğrenciydik, hem resmi kıyafetli değildik. İlgili bakanın özel kalemine gittiğimiz zaman; bizi çok acımasız bir gerçek bekliyordu. Bakan bey, Ankara' dan ayrılmıştı. Bizimle ilgili, herhangi bir yönlendirmede de bulunmamıştı, not dahi bırakmamıştı. Bize verilen cevap; Bakan bey Adana' ya gittiler, oldu.
Biz, ne yapacağımız şaşırmış halde, koridorlarda gezinirken; bizi orada fark eden; eski MTTB Genel Başkanlarından Rahmetlik Burhanettin bey, bağrına bastı. Bizi dinledi, bizimle hüzünlendi.
Biz, o ilk şaşkınlığı atlattıktan sonra; Doğruca, çalışma bakanlığına gittik. Durumu anlattık. O zaman Sayın Bakan, bizi Vakıflar Genel Müdürü arkadaşla görüşerek, o tarafa yönlendirdi. Tekrar yeni bir heyecanla koştuk. Ancak, sonuç yine hüsrandı. Bizi, sayın genel müdür yerine, bir daire başkanı karşıladı. Bize işin olmazlarını anlatarak, şehrimize, tabiri caizse; geri postaladı.
Evet, bürokratik engellerle ilk tanışmamız, böyle olmuştu. Üstelik, şimdilerde birilerinin yaptığı gibi kişisel kazanımlar peşinde koşarken değil; toplumun yararına olan bir konuda; engellenmiş olmamız, bizi çok üzdü. Hayallerimizin yıkıldığını hissettik. İlerleyen yıllarda, buna benzer çok olayla karşılaştık. Hiç biri, bu olaydaki kadar canımızı acıtmamıştı. Nasıl olurdu? Bizim gibi düşünen insanlar; toplum yararına olan bir konuda, bize yardımcı olmazlardı? Azıcık olsun, üzerinde düşünmeden; olumsuz tavır sergileyebilirlerdi? Hazmedemedik. Hala da; hazmedemiyoruz... Hayallerimiz, yıkılmıştı...
Bu tür, densizliği yapan, başaramayacağı makamları işgal eden; kaldıramayacağı yükler altında ezilen, herkesten; bir ömür boyu nefret ettim… nefret etmeye devam edeceğim… Haaa, açıkça benim amacım sadece bu makamı işgal etmekti, ben de buna eriştim, desin. O zaman o tür insanları anlarım. Ancak, bu sefer de; onları o görevlere getirenlerden nefret ederim...
EVET, Bugün BURUCİYE medresesinin emin ellerde, hizmet verir durumda olmasından; çok etkilendim. Kırk yıl sonra da, olsa; Bizim düşündüğümüz anlamda; hizmet eden bir konuma gelmesinden gurur duydum.
Kırk yıl önce de, olsa; atılan bir tohumun, bugün meyve vermesinden dolayı; geç de olsa; buruk bir sevinç yaşadım. Demek ki; idealist düşünceler kısa zamanda, hayata geçmese de; diriliklerini ve canlılıklarını her zaman koruyorlar. Ne mutlu kutlu yolun yolcularına… Ne mutlu bu yollarda; yol göstericilik yapan, insanlarına...
Dostlar, Yol uzun, meşakkat çok. Ancak, yılmak yok, ümitsizlik yok...
Bu olayı benden dinleyen gençler; hem üzüldüler, hem sevindiler. Üzüldüler, bizim; O, işi başaramamış olmamızdan dolayı..
Sevindiler… Bugün öyle güzel mekanların; güzel amaçlar için, kullanıldıklarını, gördükleri için…
Evet, neymiş; yılmak yoktur, mücadele vardır… Tekrar emeği geçenlere, teşekkürler…