SİVASIN ÇEVRELERİ
Sivasın çevreleri, Yeşildir bahçeleri...
Evet, artık türkülerde kalan bir gerçek, bir özlem gibi... Ne bahçe, ne çevre... Beton istilası; almış başını gidiyor...
Birileri malına, mal katmanın; parasına, para katmanın derdinde...
Neleri kaybettiğimizin farkında bile, değil... Kendileri kazanıyor ya; yeter...
Öyle ya, öteki tarafa hazırlık gerek... Belki kazandığı mal ve para işe yarar...
Medeniyetimizin ve mimarimizin özü; Taşa ve Ahşaba sırtımızı döndük. Oysa ki; Bu iki malzeme, çağlara damga vurmuş, medeniyetimizin temelleri idi.
Şimdilerde kendimizi betonun esiri ilan ettik ve bu esaretimizi kutluyoruz, kutsuyoruz...
Kendini taşıyamayan, yıkılmaya mahkum olmuş, kimi zaman; kendi, kendine çöken beton binalara rağmen...
Düşünsene, esiri olduğumuz beton binaların hoyratlığını; dairelerin içerisine yaptığımız, iç süslemelerle örtmeye, gizlemeye çalışıyoruz... Heyhat ki; ne heyhaaattt...
Resimler, tablolar, örtüler, hepsi; Betonun çirkinliğini örtmek için...
Aslında; ahşap bir evin güzelliği, anlatmakla bitmez. Ancak, yaşanır. Kimi zaman ahşap ve toprağın ortak girişimi ile; daha sıhhatli, daha sıcak, daha serin evler yapma imkanımız varken; bunları tarihe gömdük. Aslında O, evler, tüm sıcaklığıyla, bizleri kucaklardı.
Gelsin beton, gitsin demir...
Üstelik çok katlı yapılarda; başka bir çirkinlik söz konusudur. On katlı bir binada herkes; ayrı, ayrı katlarda, aynı yerdeki odayı yatak odası, aynı yerdeki mutfağı, mutfak olarak kullanmaktadır. Aynı mekanlar alt, alta tuvalet, olarak kullanılır... Başka söze gerek yoktur...
Taş ve ahşap mimarisi; çok katlı yapılanmalara müsaade etmez. Estetiğin ve güzelliğin yanında; böyle bir gerçek vardır.
İslam mimarisi de, diyebileceğimiz yapılanmanın ayrıntılarında; başka gerçekler vardır. Örneğin, komşunuzun güneşini engelleyemezsiniz. Komşunun mahremini görebilecek yükseklikte, bina yapamazsınız...
Düşünsene, Bir tarafta; geniş avlulu, bahçeli, toprakla iç, içe yaşayarak yetişen bir insan... Hatta diğer canlılar da, olabilir... Diğer tarafta; Beton binaların içerisinde esir kalmış; bir avuç toprağa, bir avuç yeşilliğe, hasret genç nesiller. Üstelik bilgisayarın ve tüm elektronik aletlerin esiri olmuş...
Sizler ise; böyle bir ortamda yetişmiş insanlardan; tüm insani vasıfları taşıyan bir nesil yetişsin istiyorsunuz... Öyle bir olay, olabilir mi? Cevap ortada...
Sonrasında, şikayetlenmeler... Neden yatay yapılanma değil de; dikey yapılanma? sorgulamaları...
Kardeşim, bir medeniyeti yok ettiniz... Sırtınıza emaneten giydirilen elbise size olmuyor... Hala anlamadınız mı?
Sonrasında devasa şehirler, tabiattan kopuk kentleşmeler, hava kirliliği... İnsan yoksulluğu, insan yokluğu...
trafik yoğunluğu, üst üste insanlar, arabalar, olmayan park yerleri, araba gazından boğulan insanlar... Dört duvar arasına sıkıştırılmış, eğitim yuvalarından; kurtarıcı bekleme umutları... Beyhude çabalar, alınamayan sonuçlar... Olmadı, olmadı, diye; yeni, yeni uygulamalar... Bunlara bağlı olarak; hasta ettiğimiz tüm insanımızı, tekrar sağlığına kavuşturmak için; dev sağlık yatırımları... Falan, filan...
Esaret diz boyu, hala gerçekleri görmeden; esareti artırma çabaları...
Eğer, dikey yapılanma, beton esareti, bu kadar çoğalmamış olsa idi; Yatay bir şekilde gelişmiş, tabiat içerisinde kentler görecektik. Dolayısıyla; İnsanlar ve mekanlar, bir alana sıkıştırılmış olmayacaktı. Ne trafik, ne park yeri, ne de; temiz hava sorun olurdu. Yeşil alanlar, resmi yetkililer tarafından değil; doğal hali ile gerçekleşeceği için; ayrıca bir yatırım yapmaya gerek kalmazdı...
Bir de bu beton binalar arasında, kaybolan yeni hayatlar, yaşamak için, çırpınan insanlar, olmazdı...
Gelişiyoruz diye; kendimizi ve kendi neslimizi yok ediyoruz. Bu yok edişte, seyirci kaldığımız gibi; bu yok edişlere ödüller, teşvikler veriyoruz...
Evet, asıl gerçek; bu beton yığınlarının, kendi edebiyatını, kendi kültürünü, kendi insani yapılanmasını beraber getirdiği gerçeğini unutmamızdır. İşte, bu yeni çıkan insan modeli, ile her alanda mücadele ediyoruz.
İyi de, bu insanları biz yetiştirdik... Bu kültürün oluşmasına biz zemin hazırladık, Üstelik, Bir çiçek yetiştirir gibi, bir gül yetiştirir gibi üzerinde titredik. Özen gösterdik... Ancak, var olan gerçeği göremedik, suratımıza inen şamarın anlamını anlayamadık. Suçu, başka, başka şeylerde, başka, başka yerlerde aradık...
Ey İnsanlar, Bizler her alanda kendimizi kaybettik... Kabul etmesek de; başka bir yaşama tarzının, kültürünün esiri olduk... Bunu değişme ve gelişme olarak kabullendik... Bize dayatılan bu yaşama tarzının, kültürün onlarda ne kadar derin yaralar açtığını bile; göremedik, fark edemedik...
Alnımız açık, bu felakete doğru hep beraber, yürüyoruz, kimi zaman koşuyoruz...
Evet, SİVASIN ÇEVRELERİ, YEŞİLDİR BAHÇELERİ... BAHÇELERİN İÇİNDE OYNAŞIR GÜZELLERİ... Türküsünde var olan gerçekleri, biraz daha zaman geçince; hayal olarak anlatacağız...
Var olan gerçek, şudur;
YAŞASIN BETON İMPARATORLUĞU... GERİLERDE KALSIN TAŞ VE AHŞAP MİMARİSİ...
Bu sonuca göre; Beton imparatorluğunun yaşam tarzı, herkese hayırlı olsun...