RAMAZAN AYI COŞKULARI İNSANIN HAFIZASINDAN SİLİNMEZ
İlk oruç, ilk iftar, ilk sahur... Kavramları ile tanışmak...
O kavramlar ile, barışık olmak... İşte bütün mesele...
Akşam ezanını, başka bir heyecan ve ümitle beklemek...
Genç nesillerinizi, bu coşkuya ortak ediniz...
O, yıllarda, körpe beyinlere; inancımıza göre, kutsal olan tüm kavramlara saldırılmasına rağmen; RAMAZAN ismi, onların alay ettiği anlamda değil; Tüm neslimiz tarafından; Gerçek değeri ile tanınıyordu. Adı üzerinde komedi filmlerinin, alay konusu yapılan tüm değer içeren kavramlarımız; O, hain yapımcılara ve oyunculara rağmen; insanımız tarafından, seviliyor, sayılıyor ve korunuyordu... Onların kötü niyetleri, hep askıda kalıyordu.
Yıllar, yıllar öncesinde; oruçla ilk tanıştığım zaman; Rahmetli annemin, sırtını bir taht gibi kullandığım, o muhteşem günü hiç unutamadım...
İşte o günün; duyulan tat ve huzurunu hatırlatacağım. Anne şefkati, merhameti; yapılan ibadete ortak olma sevinci... Kendisi de; oruç olmasına rağmen, altı yaşlarındaki bir çocuğu; öğlen sonrası sırtına alabiliyordu. Ondan huzur, duyuyor. Mutlu oluyordu. Tekerleme halinde; sürekli ikazlarda bulunuyordu. Oğlum, dayan az kaldı, az kaldı... İbadete teşvik budur. Nice sosyolojik ve pedegojik gerçek; bu davranışta yatmaktadır. Manasını bilene, Arif olanı anlayana yeter...
Annemin duası; Amasya' da, Yeşil Irmağın sesi ile; yankılanıyordu. Allah kabul etsin. ALLAH razı olsun...
Ramazan ayının önemini, belirtmek adına; büyüklerimizin, orucunu bana verir misin? Sualinin; manasını anlamaya çalıştığımız, günlerden, bir günde, Babamın; Bir Ramazan ayı sabahında, kolumdan tutarak, Kütüklü Camiye sabah namazına götürdüğü, günün; bende bıraktığı izden bahsedeceğim.
Namazsız olmaz, oğlum. Diyordu. Büyük bir coşku ve huşu ile kılınan namaz; Kimi kış gecelerinin soğuk günlerini, sıcacık yapıyordu... Bazı sabah namazların da; Caminin ortasındaki, büyük odun sobasının içerisindeki odunların; çıtırtılarını duyuyordum. Cami cemaatinden bazıları; küçük olmam dolayısıyla; beni sever, beni ödüllendirmek isterlerdi. Hele bir KURAN oku, diyerek; beni teşvik ederlerdi.
Numune Hastahanesinde, hastalara su dağıtarak kendisini tanıtan, SUCU DEDE ile, ilk tanışıklığım; Bu sabah namazlarında olmuştu...
Çarşıda, pazarda; yaşımızın küçüklüğüne rağmen; Ramazan Ayının, manevi havasının; insanlar üzerinde etkisini gösterdiğinden söz edeceğim.
İftar sonrası, kılınacak Teravih namazının heyecanını; bir çocuk olarak, nasıl beklediğimden söz edeceğim. Teravih namazı sırasında; okunan ilahilere, ortak olmak adına; ne kadar heyecanlandığımı, ortak olmaya başladığımız zaman ise; nasıl duygulandığımı anlatamam. Bazen, CAMİ içerisindeki, yaramazlıklarımızın; yaşlı insanlar tarafından; azarlandığını unutmuyorum. Kulaklarımızda çınlayan; Ya HENNAN, Ya MENNAN, ile, mutlu olurduk, coşardık... Mescitlere dolar, AMİİİNNN... Kubbelerden taşardı, AMİİİNNN...
Gençlik yıllarımızın içerisinde; Ramazan Ayının ayrı bir önemi vardır.
Kurulan ortak sofralarda; yaşanan heyecan, samimiyet, içtenlik, dayanışma duygularının; bugün bile; gözlerimizi yaşlandırdığını, görüyorum. O, anları; anlatacak, cümle kurmakta, kelime bulmakta, zorlanıyorum. Tek kelime ile; samimiyet, dayanışma örnekleri... Bugün hasretle, özlemle andığımız; bizim hayatımızı derinden etkileyen anlar...
Arkadaşlar ve dostlar arasında, bir dayanışma örneği olarak, yapılan iftarların; Ne kadar, huzurlu ve neşe içerisinde geçtiğini söylememize gerek yoktur. Neden? Ortada, O, kadar samimi duygular var ki; arkasında hiç bir hesabın olmadığı samimi duygular... Her türlü aksaklığı, eksikliği, noksanlığı, bütün kötü duyguları; alıp, götürüyor. O, tür kavramların, yaşamasına fırsat vermiyor. Her taraf; samimiyet, ciddiyet, arkadaşlık, dostluk, karşılıksız sevgi, kardeşlik duyguları ile beslenmektedir. Böyle bir ortamda; kötü duygular barına bilir mi? Elbette hayır... O günleri, O güzellikleri, O, hesapsız dostlukları; özlemiyorum, diyen insan; yalan söyler.
HELE bir iftar geleneğimiz, vardı. Her akşam, bir arkadaşın evine giderdik. Kimi zaman; unutamayacağımız, anılar yaşanmıştı. Böyle bir iftarda; Ev sahibimiz, ev halkına sesleniyordu.
Duyabileceğimiz, gür bir ses geliyordu: ''Hanım, Yemeklerin yeter mi, bir şeye ihtiyacın var mı? Bizim oğlanın misafirleri; söylediğinden fazla geldi.''
Elbette yetiyordu. O, samimiyet, sıcaklık, ortamında; eksiklik mi, olurdu?
Yine, bir gür ses duyulurdu.
''-Gençler; doymadı iseniz; ilave yaptıralım...''
Hiç doyulmaz mı? Orada yemeği düşünen kim? Ortada öyle bir yemek var ki; Herkes zaten doyuyor. Dostluk, kardeşlik, samimiyet, kucaklaşma, hemhal olma... daha ne olsun... Doyduk biz... doyduk...
Teravih biter. Malum, toplanılan, bazı çay hanelerde; toprağa serpilen suyun kokusu, ile; çayın deminin tadı; birbirine karışır. Muhabbetin koyusu başlar. Sahura kadar... Kimi zaman; sabah namazları ortak, kılınır.
Şair Arif Nihat Asya' nın NAAT şiirinde belirttiği gibi; Tüm yürekler; Paygamberine, sevgi ve saygıda kusur etmiyordu. Geçen Çağlara rağmen; tazeliğini, sıcaklığını koruyan bir sevgi besliyordu.
İşte O, sevginin bir emaresi olarak; Son Ramazan Ayı içerisinde; başka bir heyecan başlamıştı. ÇAĞRI filmi... O kadar etkilenmişti ki, insanımız; çocuklarına ad, olarak koydular. Yılların susamışlığı, sanki böyle eserlere olan hasreti; Bu filmi, zirveye taşımıştı. İnsanlar kaybettikleri, bazı şeyleri; orada bulduklarını sandılar...
Çağrı, Tüm çağlara... Tüm nesillere... Tüm gönüllere... Tüm susuz kalmış çöllere... Tüm inançsız insanlara... Tüm insanlığa... Ramazanın özü de; bu değil midir?
RAMAZAN COŞKUSUNUN TÜM HEYECANIYLA YAŞANACAĞI NİCE RAMAZANLARA...