ÇOCUKLUK VE GENÇLİK GÜNLERİ
Hep, hasretle ve özlemle anılır... Yaşanan tüm güzellikler, Yaşandığı zaman; bir daha anılmak istenmeyen nice zamanlar...
İşte, bu zamanların büyük bir kısmı, şahsın gençlik ve çocukluk günleridir. Yıllar, yıllar sonra; memleketinden ayrılan nice insanların; memleket özleminin ardında yatan gerçek budur.
Tüm sıkıntılara, yokluklara, olumsuzluklara rağmen; sürekli anılan ; temiz, saf, hayatı hep güzel yönleriyle algılayan, gençlik ve çocukluk günleridir. Hesapsız, beklentisiz, dostluk ve arkadaşlık yıllarıdır, o günler... Bir ekmeği bölüşmenin, bir anı ortak yaşamanın, kardeşlik ortamının zirve yaptığı, bir kavgada omuz vermenin bile; neşeyle anıldığı günlerdir, o günler...
İlerleyen yaşlarında; o günleri hatırlayan nice insanlar; keskin bir bıçak darbesiyle acıyı hisseden, gerçekle yüz, yüzedirler. Şimdilerde yanlarında; o samimi dostluklardan eser kalmamıştır. Kimi zaman kendisinin, kimi zaman başkalarının yaşama biçimi; o günlerden uzaklaştırmıştır. Kazanılan mal ve mülk, elde edilen şan ve şöhret, mevki ve makam, çevre ve göstermelik itibar; eskide yaşadığı hiç bir anın tadını veremez.
Çocukluk ve gençlik günleri, kaynağından ilk çıktığı yerdeki suyun saflığı ve duruluğu kadar temizdir. Kısacası; henüz hiç bir karışımla karşılaşmamıştır. Ancak, suyun ilerleyen safhalarında; çevreden gelen ve o kaynağın suyuna katılan onlarca, değişik etkenler; Suyu kirletmese de; en azından kaynağın tadını, berraklığını, temizliğini, saflığını; değiştirmiştir. Kısacası; özünden uzaklaştırmıştır.
İşte, insanın en güzel mutlu ve mesut günleri olarak hatırladığı; O muhteşem günlerin sırrı; kaynağından çıkan ilk suyun sırrı, gibidir.
Bugünlerde, kimi insanlar tarafından, hatırlanmayan bir çok olay; yaşayan kimi insanların hafızalarında tazeliğini, canlılığını korur. Bazı insanlar, yaşadığı olumsuz olaylardan dolayı; yaşananları, hatırlamasa da; hayatının belirli döneminde; bu gerçekle karşılaşması kaçınılmazdır. Çünkü, insanın en saf, temiz, katışıksız, doğal duygularını yaşandığı günler; çocukluk ve gençlik yıllarıdır. Bunlar her zaman canlıdır, tazedir... Hiç bir zaman dilimi kolay, kolay bu anıları silemez. Ancak, hafıza kaybı, silebilir.
O yaşadığımız tablolardan bir kaç anıyı hatırlayalım...
Ayakların lastik ayakkabılarla, laylon ayakkabılarla; tanıştığı, kaynaştığı günler...
Bir mahalle köşesinde; muhabbetin koyusunun yaşandığı, sohbetler...
Acılarda, neşelerde yaşanan ortak duygular...
Aklın ve geleneğin ortaya koyduğu; tamamen insan becerisine dayalı mutluluğun kaynağı oyunlar... Sek, sek, aşık, met, kayış, toprak ve çamurla oynama, taş oyunları, illa da kızakla kaymak, bir su kenarında çimmek, mesire alanına gitmenin heyecanını yaşamak; bunlardan bir kaç tanesidir. Elde yapılan uçurtmalarla; sanki gökyüzüne ulaşmanın zevki yaşanmıştır.
Komşu teyzenin anne gibi algılandığı, komşu çocuklarını kardeş gibi, bilindiği günler. Hele, o yıllarda insan bulunduğu ortamdan uzaklaşmışsa, ayrılık yaşamışsa; senelerce unutamaz. Ayrılığın acısı; bir hançer gibi hep bağrında saplıdır. Rüyalarda, hep O, günlere döner... Hayallerini hep o günlerle süsler...
En görkemli haliyle; hep birlikte bir sinemaya gitmek... Filmlerde bile; ağlayanla ağlamak, gülenle gülmek... Film dünyasının bir rol yapma sanatı olduğunu unutarak; yaşadıkları acıyı, sevinci gönlünde hissetmek. Darda olan bir insanı kurtarmak için gelen esas oğlanı; sahneye dönerek, sinema salonunda hep birlikte çılgınca, alkışlamak...Esas oğlanları, esas kızların serüvenlerini; ballandıra, ballandıra anlatmak.
Çünkü, oynayan bir film bile olsa; güzelliklere alkış tutup, kötülüklere nefretle bakmak. İşte saflığın ve temizliğin, ölçüsü budur.
Mahalle takımları kurup; futbolun doyumsuz mücadele azmini ortaya koyarak; amatörce her anından zevk almak...
Düğünlerde, derneklerde; sanki kendilerinin düğünü, derneği gibi; sahiplenmek...
Askere gidenleri, gurbete gidenleri uğurlamak... Yanık, yanık söylenen gurbet türkülerinde, hasret türkülerinde; kendini bulmak...
Yüce Allahın insana verdiği bu günlerin; şükrünü ifade etmek için; ramazanları, bayramları, ruhunun en ince duygularını hissedeceği şekilde yaşamak... Çocukluk yıllarında; Yüce RABBİNİN insanlara gönderdiği; Kuran alfabesiyle tanışarak, Onun emir ve yasaklarını algılamaya çalışmak... Bu amaçla evlerde, camilerde neşe içerisinde ders almak...
Mahalle arasında; komşuların birbirlerine yaptıkları karşılıksız ikramlar... Yapılan değişik yemeklerden koru, komşuya tattırma heyecanını yaşayan insanlıklar... Hastaları ziyaret, büyüklere hürmet, çocuklara sevginin sıradan olaylar olarak, yaşandığı günler...
Bir hayalden değil, yaşanmış gerçeklerden bahsediyoruz...
Dertler ortak, neşeler ortak... Yokluk, yoksulluk belki, fazla gibi gözükse de; mutluluk, huzur dağlar gibiydi...
İnsan yaşlandıkça yalnızlaştığını hissediyor... Çocukluk günleri ise; insanlık açısından; bolluğun ve bereketin olduğu günlerdi.
Anlatılacak çok şey var... Sinema şeridi gibi göz önünden geçip giden... Ancak, unutulmaz izler bırakan, taptaze, sıcacık anıları diri tutan günler, çocukluk günleridir. O nedenle; bütün insanlar özlemini çektiği her şeyi anlatmak için; çocukluk günlerinden bahsederler... Bir şiirde, Bir hikayede, Bir anıda...
Faytonların arkasına asılmak nasıl bir duygudur? Arkadan çocukların, fayton sürücüsüne bağırarak; Yağlı, yağlı, diye seslenmeleri... Arkasından bir ıslık sesiyle şaklayan kırbacın sesinin acımasızlığı... Sahi, neden faytonların arkasındaki tekerlerin üzerine tel çekerlerdi. Çocuklar faytona asılmasın, diye...
Kimilerinin neden söz ediyor, bu adam. Dediği şeyleri hatırlatmak istedim. Kimileri çok şeyi anladı zaten...
Aranılan şeyi, kaybedilen şeyleri hatırladık... Mutluluğu, huzuru, kardeşliği, paylaşmayı, dostluğu, beklentisiz sımsıkı ilişkileri, fedakarlığı... Evet, derin bir ahhh, çekerek... Özlem duyarak...
Meğer, ne kadar zenginmişiz...Şu etrafımızdaki kokuşmuş, teknolojik eşyaların fakirleştirdiği bizleri, düşündükçe; yalnızlığı ve fakirliği ne kadar sevdiğimizi anladım... Bu fikrime tüm itirazlara rağmen... Bu dünyayı istemeden de, olsa; kendimiz büyütüyoruz, kuruyoruz... Tüm tiksinmelerimize, şikayetlenmelerimize rağmen... O, saf ve temiz çocukluk, mutluluk dolu, huzur dolu, günlerine inat; bu çekilmez dünyayı biz geliştiriyoruz... Suçlu kimi zaman, biziz... Elimizde onca doğru şeyleri yapmak varken; onları terk eden, biziz...
Uzaklardan bir manalı ses; bir çocuk saflığı ve edasıyla; YAĞLI, AMCA YAĞLI...
O, şaklayan kırbaç, acımasız tüm hayatın gerçekleridir... İnsanların sırtında şaklayan...