İLK GÖREVE BAŞLADIĞIM GÜN UNUTAMADIKLARIM
Hayatımda kolay, kolay unutamayacağım bir günün hatırasıdır. Uygad, Gazeteciler derneğinin, ''Önce Biz Yaşadık'' İsimli eserinde yayınlanan hatıramdır. Beni alıp bir yerlere götüren bu anımı; sizlerle paylaşmak istedim. Mesleğe başladığım ilk gün. O, günün üzerimdeki etkisini hiç unutamam. İdeallerim beni bu göreve mecbur etti. Yılmadım, korkmadım, bu yolun yürünmesi gerektiğine; yürekten inandım. Bu öyle bir kutlu yolculuk idi. Sıkıntısı bol, rahatı çok azdI. Bu mesleği rahatımı düşünmek için seçmemiştim. Bir derdim vardı. Evet, bir derdim... Ben O, derdi, benimle derd edinecek , yol arkadaşları bulmalı, idim. Bu uzun yolculuk, tek başına yükü kaldırılıcak bir yolculuk değildi.
Ümitliydim... Öyle olmak zorundaydım. Tüm karamsarlığımı, tüm yıpranmışlığımı, tüm çaresizliğimi, içime gömmeliydim. Bu olumsuzlukların üzerimde bırakacağı etkiyi, yol arkadaşlarıma hissettirmemem gerekiyordu. Meslek hayatım boyunca; bu ilkeye bağlı kalmaya çalıştım.
Her sabah öğrencilerimin yüzüne baktığım zaman; benim dert ortağım olacağına inandığım, geleceğinden emin, güneş gibi parlayan yüzleri görüyordum. Öyle ya, Üstad'' Ektik, ektik yetişecek.'' Diyordu. O halde, biz de; tohum ekmeye devam etmeliydik. Bıkmadan, usanmadan...
Vatan ve Millet aşkı, bizi bu yola mecbur kılıyordu.
Şuna inanıyordum, İstikbalde en gür seda İSLAMIN olacaktır...
Meslek hayatım boyunca; her birini bir gül, çiçek misali kabul ettiğim, tüm öğrenci kardeşlerime; selam olsun...
Soğuk bir kış günüydü. Tarih; 23 Ocak- 1980.
Sivas’tan Gemerek’e yolculuk başladı. MEB, İl müdürlüğünden Gemerek Lisesine, atandığım tebliğ edildi. Zor günlerdi, zor. Ülke, terör gündemi ile sarsılıyordu. Kardeş, kardeşi istemiyordu.
Kafamda karma karışık sorular ile yol alırken planlar kuruyorum. Ne ile karşılaşacağımı, bilmiyorum. Bir heyecan, bir ürperti, içimi kaplıyor. Otobüsün camından dışarı baktığım zaman; bembeyaz bir örtü görüyorum. Bütün toprağı kaplamış.
Sanki bütün kötülükleri, pislikleri, örtmek istiyor.
Hayatım ve hayallerim, göz önüme geliyor. Dışarıda karın uğultu ve havaya toz bulutu şeklinde yükselişini; sanki bir gösteri gibi algılıyorum. Evet, benim gelişim için tören yapıyorlar sandım.
Ancak, Otobüsümüz Yeni Çubukta durup, Yardımcı personelin yüksek bir sesle; “Gemerek yolcuları burada inecek,” sesi ile irkiliyorum. Bir an için, inip inmemek. Kararsızım. Geriye dönüp baktığımda; başka çaremin olmadığına karar veriyorum.
Ancak birden elime tutuşturulmuş, Gemerek Lisesi müdürlüğüne hitaben yazılmış bir resmi evrak. Beni, bütün hayallerimden alıp, çıkarıyor. Gerçek ile yüz yüzeyim.
Anne kucağından inmek istemeyen bir çocuğun endişesi var içimde. Sıcacık, Anne kucağı...
Otobüsten indiğim zaman; karşımdaki manzarayı hiç unutmadım. Dışarının bembeyaz karla örtülmüş manzarası,
buz gibi bir hava, uğuldayan rüzgâr; bana bir karşılama töreni hazırlamışlar. İrkiliyorum, üşüyorum. Hemen orada bulunan sıcak bir mekân arıyorum. Kendimi bir kahvehaneye zor atıyorum. Önüme konulan bir bardak sıcak çay; ümitlerimi, gelecek güzel günlerin hayallerini, tekrar zihnimde canlandırıyor. İçimi, yudumladığım çay ile birlikte sıcak bir duygu kaplıyor.
Kahvehanenin önü; dışarıdan gelen soğuk havayı engellemek için başka bir kapı ve bölüm ile desteklenmiş. Ancak kapı her açıldığında, onu fark etmemeniz mümkün değil. İptidai bir yay ile geri kapanması sağlanıyor. Sanki kapı açılıyor anonsu yerine geçecek, bir garip ses ile. Dikkat kesiliyorsunuz. İster istemez kafanızı çevirdiğiniz zaman; dışarıdan içeriye hücum eden soğuk havayı ve onun buharlaştırdığı manzarayı görüyorsunuz.
Manzara müthiş, anlatmak ne mümkün? Yaşamak gerek. İkinci bardağın içimi nihayetinde, vücudumda oluşan sıcaklığın etkisiyle çaycı kardeşime Gemerek’e nasıl gideceğimi soruyorum.
Aldığım cevabın arkasından, bir de; nasihat dinliyorum.
-Hele, otur. İçin ısınsın, araba gelince; ben haber veririm.
Yabancı olduğumu anlayan arkadaş, garip bir şekilde baktıktan sonra; sorgular mahiyette bir soru yöneltiyor.
-Ne işin var, Kaymakamlığa mı gideceksin?
Ben cevap olarak, biraz ürkek ve çekingen bir durumda;
“Hayır, liseye gideceğim. Oraya atamam yapıldı,” diyorum.
Muhatabım, biraz daha şaşırdıktan sonra; “Sen Hoca mısın?”
diyor. “Evet,” diyorum.
-Ne Hocasısın?
-Lise.
Şöyle, uzunca düşündükten sonra; “Hoca, işiniz zor,” diyor. Neden diye sormama fırsat kalmadan, boş bardağı alarak yanımdan ayrılıyor.
Arkasından bakarken; beni, derin ve endişeli sorularla baş başa bırakıp gidiyor. Ben düşünürken, bir tok sesle; o düşünce halimden uyanıyorum.
-Hoca, araban geldi. Allah sana kolaylık versin.
Yeni Çubuktan hareket eden arabamız; buz tutmuş yollarla, adeta savaşarak yoluna devam etmeye çalışıyor. O kısacık yola; zihnimde, hafızamda, hayallerimde, neler sıkıştırdığımı bir bilseniz şaşırırsınız. Bu hayallerden şoför arkadaşın sesiyle uyanıyorum. Bana Hitaben, “Kaymakamlık, burası” diye sesleniyor.