Ali Akın Hoca anlatıyor: Ali Akın Hoca ile program yapıp soru soran genç konuşmaya şöyle başlıyor: “İşte şeyh Efendi dedi ki, “Mezarınızdan kalktığınız zaman, Nakşibendi tarikatının Halidi kolundan olduğunu söyleyin Zebaniler azaba götürdükleri adamı bırakırlar. Tarikatlarda ki bu şefaat anlayışına ne diyorsun Hocam?
Ali Akın Hoca, “Bu külliyen yalan, iftira ya hu. Bunların büyüğü de, küçüğü de aynı iftirayı yapıyor. Bir tanesi var İstanbul da şeyhlik yapıyor, müritleri var. Fatih de de müritleri var. Aslında kendisi Anadolu da oturur. Ben Anadolu da yedi yerde görev yaptım. Bir yerde görev yaparken bu şeyhi yakından tanıdım. Bu şeyh okuma, yazma bilmiyor. Fakat müritleri var burada, İstanbul da.
Ne diyor biliyor musun, Burada müritlerin temsilcisi? “Arkadaşlardan birinin çocuğu hasta oldu, hastaneye götürdük. Doktor muayene ettikten sonra bize dedi ki, bu hastanın bir haftalık ömrü kalmış, bizi boş yere meşgul etmeyin” dedi, hastayı aldık eve getirdik. Hastanın babası ağlamaya başladı: Ben ne yapacağım, gencecik oğlum ölüyor” diye. Müritlerden birisi dedi ki: Allah senin basiretini bağlamış. Ulan sen ne yapıyorsun? Kâinatın doktoru yanı başında, sen başka yerde şifa arıyorsun.
Kanserli çocuğun babası Şeyh Efendinin ayağına kapandı, “ben çocuğumun yaşamasını istiyorum, Sen benim çocuğumu yaşatacaksın” dedi. Şeyh, renkten renge girdi, simsiyah oldu. Şeyh, sonra gözünü açtı dedi ki, “O benim teminatım altında, bir şey olmaz alın götürün” dedi. Ne ise aldık getirdik eve, ne hastalık kaldı ne bir şey.
Bu şeyh Efendinin müridi şimdi fatih te yaşıyor, geniş de bir mağazası vardır. O bana anlattı, onun şeyhini de tanıyorum, ümmidir, okuma yazma bilmiyor. Kanserli çocuğu iyi eden Şeyh, “Bana ikaz geldi, beni zor durumda bırakıyorsunuz” diye serzenişte bulunuyor. Yukarıdan demişler ki, “ne öyle iş görüyorsun kendi başına bize sormadan.
Ali Akın Hoca, dedim ki diyor: “Ula Allah’tan korkmaz bu söyledikleri tam bir küfürdür. Dinin, imanın, nikâhın gidiyor. Bunlar külliyen şirktir yahu.
İkinci keramet: Yine Ali Akın Hoca anlatıyor:
Ramazanda Televizyonlara çıkıp türbeleri anlatan biri var, cahil cühela. Şu yakında bir türbe var, Tokadi Hazretleri. Diyor ki: Tokat’i hazretleri ölmeden önce Cenabı Allah’a dedi ki, “Ya Rabbi bana söz ver, benim türbeme gelen kimselerin bütün günahını affedeceksin, bana söz ver.” Cenabı Allah’ta dedi ki, “Seni kırmıyorum, söz veriyorum, yalnız senin türbende öyle cadde üstü olmasın. Böyle biraz tenhada olsun, merak eden gelsin bulsun. Yoksa öyle cadde üstünde olursa, her gelip geçeni affetmem.”
Onun için diyor, Tokadi Hazretlerinin türbesi herkes tarafından bilinmiyor, ancak arayıp, sorularak bulunabiliyor” diyor. Bunların neresi Müslüman, neresi tevhit ehli siz karar verin.
KERAMETİ KENDİNDEN MENKUL MECZUP
Kendisini kutbun emaneti olarak anlatan meczup şöyle anlatıyor: Ben seksen dört yılında Mevlana’yı ziyarete gittim. Hocam da yeni vefat etmişti, bende yetim kalmıştım. Zaten bu ümmet hem Peygamber öldüğü için ve hem de Hocamın yetimiyim.
Bu duygularla bir Cuma günü Mevlana’yı ziyarete gittim. Türbenin etrafında çok abdest alan vardı. Bende bahçede akan hortumdan abdest almaya başladım. Cuma namazından sonra mübareği, Mevlana’yı ziyarete gittim. Tabi ora şimdi paralı oldu. Bilet alma durumunda iken bana bir hal oldu, yakaza halinde, Mevlana Hazretleri diyor ki. “Ya zamanın sahibinin emaneti, yani Kutbul Aktabın emanet hoş geldin.” Söz aynen böyle! “Biz bu konudan çok rahatsızız, artık alınan satılan bir meta haline geldik. O günden beride kabrimizi terk ettik” dedi.
Yorum: Kendisini günümüz şeyhi ve evliyası kabul eden bu meczup kendini zamanın sahibi ve kutbunun emanet olarak takdim ediyor ve yedi yüz küsur sene önce ölmüş bir Hurafeci ile konuştuğunu iddia ediyor.
HAYDAR BAŞ’TAN KERAMETLER:
On iki tarikattan icazetli, Parti Başkanı, Irkçı, Milliyetçi, Kemalist, Şii ve daha bir çok sıfata sahip Haydar Baş İran seferini anlatıyor:
“Geldik işte havaalanında durduk, biraz yemek falan yedik, oradan Necef’e gittik, Ama Hazreti Ali bizi öyle ağırladı ki. Arkadaşlar Havaalanından resmen karşıladılar, aldılar, ağırladılar. El Hekim ailesi, Ayetullah. En büyükleri, fevkalade Müslüman, nur topu. Efendim onların misafir hanelerine gittik, orada bize bir yemek ikram ettiler, geçtik İmamı Ali Efendimizi ziyaret ettik. Allah kabul etsin.
İmam Ali Efendimiz, tabi biz müsaade aldıktan sonra gittik. “Ooo, benim evladım”-, torunum” dedi, bizi kucakladı. Yaa! Sevgili arkadaşlar bu iş bu. Yani buna böyle sakın ha, hikaye deme. Bu işler var! İnanırsan karlı çıkarsınız. İnanmazsak hiçbir şeyimiz olmaz. İnanalım, karlı çıkalım, var mısınız?
Yorum: Yaa, inanmazsanız yandınız gitti. Haydar Efendinin bu kerameti ile bir sıfatını daha öğreniyoruz. Meğer bizim Laz uşağı sandığımız Haydar Efendi, Hazreti Ali’ni torunuymuş. Haydi, inanmayın bakalım, hemen saysın size şeceresini de görün.
YAYINLANAN YAZILARDAN KÖŞE YAZARLARI SORUMLUDUR...