Şemsi Tebriz-i den 800 sene evvel yapılmış bir tespit. Makalat Sahife 232: Bir adamın gerçekten susamış olduğunu anlamak istiyorsan, önüne helvalar, şekerler koy. Eğer onlara dönüp bakıyorsa, o gerçekten susamış değildir. O yol kesici Kürt dedi ki: “Ey bilginler, ellerinizde ekmeğiniz var, halbuki çömezler açtır.” Bunun cevabını ben vereyim. “Git yakında bir köy var ola ki orada eline bir ekmek verirler” dedim. “Orası çok uzak, nerede o köy? Şimdi çocuklar açtır,” dedi.
Sahife 234-235-236-237-238: Haz (sevinç) üç türlüdür. Diyelim ki biri ötekine, “Ne oldu ki bana bir cariye bağışladın” diye sorar. Bu adamın başka cariyeleri varsa hiç ses çıkarmaz. Zamanı gelince onun doğru söylemesi, eline geçen nimetin keyfinden ve sevincindendir.
İzahı: Şemsin bu sözlerde ki sevinci, neşesi Mevlana’nın, cariyelerinden birini Şems’e vermesinden ileri geliyor. Fakat Mevlana’nın oğlu Alaeddin’in Şems’e verilen cariye de gözü olduğu için aralarında çok kavgalar oluyor, aşağıda ki sözler buna işaret ediyor.
Mevlana’nın küçük oğlunun maksadı ne idi ki, “Ben ayrı-ayrı her birine gittim, niçin toplanmıyorsunuz diye sordum?” Diyor. “Seni kim gönderdi bu işe? Toplantı senin sözünle mi olacak? Onların kaltaban canları isterse paralar saçarlar, yüzlerini yerlere sürerler, yüz binlerce feryat koparırlar. Abdülaziz’in buz deposundan daha soğuk yaş dökerler. O, anasının karnından değil, burnundan düşmüştür. İnsan oğlunda olmayan her çirkinlik onda toplanmıştır. Bütün yaramazlıklar, saldırganlıklar, küfür ve zındıklık ondadır.
O, Hümam’ın (şems’in) evine gitmen, kendini onlardan sayman hatadır. Bir şey olur ki ondan iki kat meydana gelir ( az şeyden çok şey çıkar.) Nasıl ki söylemiştim, eğer ben gidersem sen kendi evinde “Kera” hatundan başkalarına yüzünü gösterirsen beni bir daha göremezsin. Şimdi önce bizim ayrılmamız bu Alaeddin’in yüzündendir. Nihayet onunla başlamıştır ve onunla başlamış olmasına da şaşmamalıdır. Keşke o bizim için Alim bir düşman olaydı. Efendi! Bizim için hiçbir emir ve nehiy söz konusu değildir. Bize onun ne dostluğu, ne de düşmanlığı gerek. Biz ondan hırka giymişiz ve ona yüzlerce secde ediyoruz. Her gün bizim dostluğumuzu, düşmanlığımızı, bırakmamızı söyler. İstiyorum ki onu affedeyim de tekrar kendime çekeyim. Ama ne soğuk! Sanki Abdülaziz’in buzluğu.
Bana o kadar ağrılar musallat oldu ki iki seneden beridir o yorgunluğu benden gitmedi. Yolculuk ettim, tekrar geldim öyle ağrılar çektim ki, bu Konya’yı altınla doldursalardı o zahmetlere karşılık olmazdı. Ancak senin sevgin üstün geldi. Bir çocuk için bir Tanrı adamını terk etmek mümkün olmadı. Bütün bu sözler önceden de söylenmişti.
Şems, Mevlana’ya hitaben: Sen babasın onların edeplerini takınmaları için tehdit edemiyorsun. Aynüddevle de ana çocuğudur. Öylesine aldatıcı ve onun gibi yüzsüz bir kafirdir. Nizameddin’e benzemez. Billah darılma da , sana bir hoş söz söyleyeyim, dinle. Yolculuk bana zor geliyor. Bu sefer gidersem sakın geçen sefer ki gibi yapma! Şimdi ne yolculuğa çıkabilirim, ne de Aksaray’a uğrayabilirim. Ancak gerekirse, burada bana zahmet vermeyecek bir köşeye çekilir otururum.
İş adamı, işini sıkı tutmalıdır. “Şarap içmeye yol var mıdır” diye sordular. “İçme” dedi. Tanrı Mevlana’ya uzun ömürler versin. Öyle uzun ömürler versin ki, sonsuz ve ebedi anlama gelen uzun ve mutlu yaşantı olsun onun hayatı.
Talip yani aşık. Şeyh Muhammed bir kafire, onun için, “ Kıble tarafına secde et, sözü doğru söyle” dedi. Kafir ona şu cevabı verdi: “Benim kıblem sensin. Ama senin kim olduğunu ben söylersem beni inkar edersin. Sonra ben Müslüman olurum, sen kafir olursun.” Müslüman kafiri aradı ama kafir nerede? Bulayım da ona secde edeyim. Şimdi sen söyle, ben kafirim diye açık konuş. Öpücükleri sana da sunayım.
Cehennemlik nerede? Acaba sonun da cehennem mi sonsuz kalacak, yoksa cennet mi? O halde nerede cehennemlik kul? Bütün alemde tek cehennemlik yoktur. Bunların cehennemi, cennettir. Beni tanımaz! Şu alemde öyle ise kime taparlar?
O dedi ki: Şemseddin’den gönül hoşluğu yoktur. Halbuki benden bir Mecusi bile gönül hoşluğu isterse, onu bulur. Neşe ve mutluluk görür. Yeter ki beni incitmeden, acı sözler konuşmadan bunu istesin. Eğer bir Keşiş bir Müslüman öldürse de medreseye sığınsa, sana gelmiş aman beni kurtar demiştir.
Müslüman, Müslüman-ı öldürünce o cezadan kurtulamaz. Ama eğer sen o keşişin yalvarışına karşı aman vermezsen için burkulur, üzülürsün.
Şemsin Makalat isimli kitabını tercüme eden Mehmet Nuri Gençosman, yukarda ki satırları yazdıktan sonra sahifenin altına şu notu düşmüş: “Bu satırlardan sonra gelen yarım sayfalık Farsça metin, pek açık, saçık küfürler ve bugünün anlayışına göre edep dışı, öfkeli sözler ile dolu olduğu için çevirisinden vazgeçilmiştir. Okurlarımızdan özür dileriz.” ( Mevlana’nın şeyhi, asrını güneşi Şems Efendi tercüme edilmeyecek küfürler içeren sözlerde söylüyormuş meğer. B. Çöl)
Her Müslüman’a bir zındık, her zındığa bir Müslüman gerektir. Müslümanlıkta ne lezzet var? Lezzet küfürde! Çünkü Müslüman da hiç Müslüman yolunu bulamazsın. Ama bakarsan bir zındıktan Müslümanlık yolunu bulursun. Bu el kafir elidir dersen, öpersin; kafirliği öpmüş olursun. Bu senin elinde Müslüman elidir dersin; onda Müslümanlığı öpmüş olursun. Doğrusu, Hakk kimin elinde ise o eli öpmektir.
Bütün ilimlerde benden daha üstün olanı öyle bir önderi getirin ki, ona yüz kere secde edeyim. Bir kere değil. Eğer ben onun hazır olduğu toplulukta minbere gider de tek bir söz söylersem, herkes bana güler. Ama ben size gülmem.