Makalat sahife 125: Müride gerekli olan şeyhine karşı çok saygılı olmaktır. “Şeyhi, müridinden sor” demeleri ondandır. Bir müride sordular: “Senin Şeyhin mi büyüktür, yoksa Bayezid-i Bistami mi büyüktür? “Şeyhim daha büyüktür” dedi. “Ya Üstadın mı iyidir, yoksa Peygamber Efendimiz mi? Diye sordular. Mürid, “Yine Üstadım (şeyhim)” diye cevap verdi. “Ya Üstadın mı iyidir, yoksa, (Haşa) Tanrı mı? Diye sordular. Yine “Üstadım” diye cevap verdi. “Çünkü ben birlik ve tevhidin sırrını ondan başkasında bulamıyorum. İşte teşbih derecesinde kalanlar için bu tevhid anlayışı böyledir. Yüksek bir seci ve teşbih sanatını aksettiren şu anlamda ki beyti okuyalım.
Ben sevgilim; sevgilim de ben olmuşuz – İkimiz bir beden içine girmiş, iki ruh olmuşuz.
İzahı: Yukarıda yazdığım, şeyhini herkesten hatta (Haşa) Allah’tan üstün gören sapıklık birçok tasavvuf kitabında geçmektedir. Bu tür sözler insanı küfre götürecek kadar yanlış sözlerdir.
Makalat sahife 130: Bayezid-i Bistam-i gönülle zikrederdi. Niçin onu dil ile söylemedi? Çünkü o, manada sarhoştu. “Beni tespih edin, şanım ne yücedir” diyordu. Bu sarhoşluk halinde Hazreti Mustafa’ya uyamazdı. Bayezid, o cihetten öylesine bir sarhoştu ki, ayıklara uyması imkansızdı. “Beni tespih edin” sözü bir haberdir. Herkes haber hususunda aşağı düşmüştür.
İzahı: ( Tasavvuf ehli her yanlış sözlerinde hep bu sarhoşluk sözlerine sığınmışlardır. Sarhoş olmak ne zamandan beri size mubah kılındı? Diye soracak olsan hemen cevapları yine hazırdır. “Bizim sarhoşluğumuz aşk sarhoşluğudur, içki sarhoşluğu değil.” Peki bu efendiler, bu aşk sarhoşluğunda ölene kadar kalmadıklarına göre, uyandıkları zaman yanındaki birileri bunları niye ikaz etmemişler? Sen kendini kaybettin, küfür gerektiren sözler söyledin, bu sözlerinden dolayı tövbe et” dememişler. İşte burada cevapları yok, hatta ısrarla küfür sözlerinin arkasında durmuşlardır. Sonradan gelen bazıları bunların bu küfür sözlerini tevil etmeye kalkmışlar ama hiçbir zaman mızrak çuvala sığmadı.)
Makalat 132: “Benim Tanrı ile öyle bir vaktim olur ki, aramız ne bir kitap sahibi Peygamber, ne de Tanrı yakınlarından bir melek girebilir.” Anlamında ki kutsi hadiste bir davettir, hal değildir. Yani böylece bir şey yapınız ki, bu sizin haliniz olsun demektir.
İzahı: Hadisi kutsi olarak zikredilen bu sözü her kitap yazan tasavvuf ehli kitabına almıştır. Hadis tenkitçilerinin ortak görüşü bu söz hadiste değildir, kutsi hadis hiç değildir. Uydurulma sebebi Peygamberi öyle bir yüksek makama çıkaracaklar ki, kendilerini de öyle bir makama çıkarabilsinler ve itiraz edene de “Veliler Nebilerin varisleridir” uydurma sözünü delil göstererek kendilerinin de o makama yüceldiklerini iddia edebilsinler.
Makalat 133: Tanrı zatını örten ne kadar zulmet ve nur perdeleri vardır ki, bu binlerce engeller umut bağını koparır. Bir insan bin yıl kitap okusa bile asla Hazreti Mustafa’nın meşrebinde olamaz ve o okumanın kendisine hiçbir faydası dokunmaz. Eşeğe yükletilen bir çuval kitabın hayvana ne faydası olabilir.
İzahı: Şems, bin yıl kitap okuyanın Peygamberin meşrebine ulaşamayacağını söylerken yine Peygamberin arkasına saklanıyor. Peygamberin ilim kaynağı vahiydir. Vahiy de Yüce Allahtan Cebrail aracılığı ile gelmiş, kitap olarak şekillenmiş ve kendisinden sonra yazılan bütün kitaplara kaynaklık etmiştir. Şems ise ısrarla kitaptan ilim öğrenmeyi reddetmiş, ilmin direk Allah’tan alınacağını ve kendisinin böyle bir ilim sahibi olduğunu iddia etmiştir. Mevlana’nın oğlu Alaeddin’in de içinde bulunduğu medrese talebelerine “Ne zamana kadar bu eşek yükü kitaplarla uğraşacaksınız? İlmi sahibinden alın, bizim gibi aracısız direk Allah’tan alın” dediği için medrese talebeleri tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür.
Makalat sahife 140: Allah yolunda buradan yürümek gerektir ki, onu gözle görebilmek mümkün olsun. Hem bu hayatta, hem de dünyada Allah’ı görmek mümkündür diyorum. Yukarıda sözü geçen mücevher, her ne kadar o perdelerle gizlenmiş olsa da, onda öyle bir ışık vardır ki kendini dışarı vurur. Görüşü mükemmel olan kimseler onu dışarı vurmadan da görebilirler.
İzahı: Tasavvuf erkanından çoğu bu iddiayı öne sürmüştür. Kur’an ahlakına göre kibirlenmek haramdır. Fakat tarikatları birer ahlak okulu olarak tarif eden tasavvufçular, büyüklenmeyi kendileri için nerde ise mubah görmüşler ki, her hareketleri ile kendilerini övmekten geri durmamışlardır. İşte Allah-ü Taalay-ı dünyada gördüklerini ve görebileceklerini iddia etmeleri, kendilerini bütün insanlardan, hatta Peygamberlerden de üstün görmüşlerdir ki, Yüce Mevla Araf suresi 143 ayetinde açıkça Hz. Musa’ya “Len terani” (Sen beni göremezsin) buyurduğu halde, tasavvufçular, “Biz Allah-ı görebiliriz” iddialarını sürdürmüşlerdir.
Makalat 143: Diyelim ki, sen İmad’sın, senin davan Tanrıyı görmek bahsidir. Nasıl layık görürsün ki, bir derviş bu bap da ki ayeti tefsir etsin de Musa Tanrıyı gördü diyebilsin? Yani Musa o baygınlık halinde belki Tanrıyı göremedi, ama Kur’an da “Mutlaka göremedi,” demiyor. Yani Musa o durumda senden daha yetersizdi! Bu hal nasıl oluyor. Ve ben diyebilirim ki, Musa o baygınlık hali içinde Tanrıyı gördü.
İzahı: Araf suresi 143 ayetinde şöyle buyuruyor: “Ne zaman ki, Musa belirlediğimiz zamanda geldi ve Rabbi ona kelamını söyledi. “Ey Rabbim! Göster bana, seni göreyim” dedi. (Allah c.c.) Buyurdu ki: “Beni kesinlikle göremezsin. Fakat dağa bak. Eğer yerinde durursa demek ki beni göreceksin.” Derken Rabbi si dağa bir tecelli buyurunca onu un ufak ediverdi. Musa da baygın düştü. Sora ne zaman ki ayıldı. “Noksanlıklardan münezzehsin” dedi. “Sana tövbe ile döndüm ve ben iman edenlerin birincisiyim” dedi.
Ayette Yüce Allah bu kadar açıkça Peygamberine “Sen beni göremezsin” dediği halde, Şemsin, “Kur’an Musa Allah-ı göremedi demiyor” demesi, yine “Musa o durumda senden daha yetersizdi” diyerek Ülül Azim bir peygamberi müridinden düşük göstermesi tamda tasavvufçulara ve özellikle Şemse ve Mevlana’ya yakışan bir davranış biçimidir.