Makalat sahife 73. Şemsi Tebriz-i şunları söylüyor:
“Bizim sözlerimizin arasına söz karıştıran Şeref Lahavri gibi kimseler, bulanık suda boğulmuşlardır. Rüyasında büyük bir bulanık suyun içine daldığını, iki parmağını oynatarak, “Aman Şemsi Tebriz-i elimi tutsun” diyerek imdat istediğini görmüştü. Bu rüya ona yeter derecede bir öğüt olmadı ki, tekrar benim yanımda Nebilerin mucizeleri ile Velilerin kerametleri arasındaki farkı anlatmaya başladı. Nebiler her ne zaman isterlerse Mucize gösterirler” diyordu. Velilerin sözleri nerede, sen nerede. O, Veliyi kendi haliyle kıskanarak tasvir ediyordu.
Sahife 79, Şemsin, Alim ile veliyi karşılaştırması: “Bayezid ile Cüneyd’in yüz yıl Fahri Razı’ye çömezlik etmesi gerekirdi. Bazen tefsirde, bazen de Kur’an da ona yetişmeye hasret çekerlerdi. Derler ki: Fahri Razi, tefsir ve Kur’an bilgisinde bin ton kağıt harcamıştır. Bazıları da beş yüz top kağıt karaladığını söylerler. Halbuki yüz bin Fahri Razi, Bayezid’in yolunun toprağına bile erişemez.
Makalat Sahife 85. Şemsin kibirliliği: Bugün bazıları vardır ki, mana galebesiyle dilleri tutulur. Mevlana’da bu hal yoktur. Onda bu hal nereden olsun. Hele bende hiç yoktur. Mana galebesi ve bazen de mana kıtlığı! Bende bulardan hiç biri yoktur. Bu halk, benim sözümde alışamamakta haklıdır. Bütün sözleri Kibriya (ululuk) yönünden gelmektedir.
Biri bana sordu; “Tekkeye gelmiyorsun?” “Ben kendimi tekkeye layık görmüyorum” dedim. “Peki Medreseye gelmez misin?” Dediler. Ben tartışmaya gireceklerden değilim. Söz arasında onları anlayabilsem de bahse ve tartışmaya girmek bana yaraşmaz. Çünkü kendi dilimle konuşursam bana gülerler. “Kafirdir” derler, beni küfürle damgalarlar.
Makalat Sahife 91, Şems, Velilere vahiy geldiğini söylüyor: “Peygambere, Cebrail ile de vahiy gelirdi, kalp yoluyla da. Velilere ancak bir yoldan gelir. Nasıl ki, Hz. Peygamber, bu vahiy sırasında “Aramıza, ne bir kitap sahibi Peygamber, ne de yakın meleklerden biri sokulabilir” buyurmuştur.
Sahife 92, Abartılı bir benzetme: “Eğer bir kimse mihrapta namaza durmuş, fakat kafası dünya işleri ile meşgul ise, meyhanede zina eden adamın yaptığı iş onun işinden farksızdır. Zina edenlere dosdoğru sopa atarlar. Bunlar tövbe ederlerse, “Allah onların kötülüklerini iyi amellerle değiştirir.” (Furkan Suresi 70)
Makalat’tan bir şiir,Sh. 101:
Zahitliğin düzeni , tespih ile, din ile, mabetledir.
Zünnar, küfür ve meyhane de aşkın sağlamlığını gösterir.
İman küfür, küfür de iman olmadıkça
Hakkın bir kulu, hakkıyla Müslüman olamaz.
Şems, Makalat’ın 113 sahifesinde: Musa, “kendini bana kendini göster” dedi ve Tanrı diliyle cevap aldı. “Beni göremeyeceksin!” Yani böyle görmek istiyorsan asla göremezsin. Bu ifade inkarda mübalağa ve hayrettir. Çünkü sen zaten beni görmekten boğulmuş vaziyettesin. Daha nasıl diyorsun ki, bana göründe sana bakayım? Allah, Musa’ya beni göremeyeceksin dedikten sonra “Dağa bak” dedi. O, dağ Musa’nın benliğidir ki, ululuğu ve sebatı dolayısıyla Allah ona, “Dağ” dedi. Bu, sen kendi nefsine bakarsan beni görürsün demektir. Bu, “Nefsini bilen Rabbini bilir” nüktesine de uygun bir sözdür. Nasıl ki, Musa da kendine baktı, Tanrısını gördü, onun varlığı belirince kendisi arada hiçleşmiş oldu.
Musa, Firavundan daha kuvvetli idi. Firavun veli idi ama Musa veliden daha üstündü.
İzahı: (Bu sözleri ile Şems tam bir mugalata ile ayetin manası ters yüz edip, “Musa Allah’ü Tela’yı her an görüyordu demektedir. Delilide uydurma olduğu birçok güvenilir hadis kitabında görüldüğü halde “Men arafe” sahte sözüdür. B. ÇÖL)
Şems, Makalat’ın 120. sahifesinde şu saçma ve küfür sözlerini söylüyor: “ Dedi ki: Dün anasının karnından çıkmış, “Ben Tanrıyım” diyor. O, falandan doğmuş Tanrıdan çok üzgünüm. Tanrı Tanrıdır. Diyordu ki: “Filan kimse uzun bir yolculukla filan şeyhin şöhretine koşar. Ona varınca şeyh sorar: “Niye geldin?” “Tanrı aramaya” deyince şeyh ona şu cevabı verir: “Tanrı, erkeklik aletini kaldırmış, bir kancıkla birleşmiştir” der, adamı geri çevirir. Ben, “soğuk söz söylemiş, küfür etmiştir” dedim. O zaman bende soğuk sözlerle sövüp saymaya başladım ve kovdum. Ama ne Necmeddin Kübra’yı, ne Harizmi, ne de Rey şehrini kurtarabildim. Ne üzüleyim.
Makalat, sahife 123: Benim insanları ıslah, yani onları yola getirme hususunda ki arzum ise, daima mümkün olmayan bir şeyi mümkün kılmaktır. Nasıl ki tedavi ümidi kalmamış körleri, abraşları Hz. İsa’nın tedavi ettiği gibi.
Makalat, 125: “Söz sırası Hz. Mustafa’ya gelince, bir şey söyleyemem. Çünkü onun işi pek yücedir. Şüphe yok ki, Allah onu kerem denizine batırıp çıkarırken mübarek bedeninden serpilen nur damlacıklarının her birinden bir Nebi, bir Peygamber türemiştir. Geri kalan damlalardan da Tanrı velileri (Evliya) yaratılmıştır. Öyleyse, onları nasıl birbirine yaklaştırabilirim? Ancak en son gelen evvelkilerden daha üstündür derim. Sonra nasıl olurda başka bir Nebiyi, Hazreti Muhammed’le karşılaştırabilirim. Bu bana ilim tahsil etmeden, akıl ve emek sarf etmeden bildirildi. Bu hal ona uymuş olmamın bereketidir. Onunla konuştuğum ilk sözde bu idi. Ama Bayezidi Bistami, nasıl oldu da ona tamamıyla uymayı lüzumlu görmedi? Peygamber gibi, “Ya Rabbi sana senin şanına uygun şekilde kulluk edemedik” demedik.
İzahı: Şems, buradaki sözleri ile tasavvufçuların uydurduğu Nuri Muhammedi hadisine atıf yaparak, bütün Peygamberlerin ve velilerin Hz. Muhammed’in nurundan yaratıldığını iddia ediyor. Sonra Peygamberimizin, Yüce Allah’ın verdiği nimetlere şükrederek “Ya Rabbi senin şanına uygun şekilde kulluk edemedim” dediği halde, Bayezidi Bistaminin “Ben kendimi tespih ederim, benim şanım ne yücedir” manasındaki sözlerine gönderme yapıyor.