“Kurucu partiyiz” diye kasılıp durmaktan vazgeçmeyenlere bakıyoruz da kuruculuktan eser kalmamış.
Sözün anlamını da bilmiyorlar.
Ya da oradan ekmek çıkarma niyeti var.
İlkeler unutulmuş. Semboldeki altı maddeyi sayabilecek olan bile az. Bırakın o ilkelere uymayı, adları bile hatırlanmıyor. Bazıları baştan reddedilmiş.
Kurucu partiden çok, kırıcı partiye benziyor geriye kalan.
Delil mi? Sezgin desek, yeter mi?
Terör seviciliği, terörist hayranlığı desek, çok mu gelir?
O çirkin suça ceza vermeye bile çekineceklerini söylesek, artıp da taşar mı?
Yola düşen Kertiş Onbaşı, Petersburg fırınından aldığı Ramazan pidesinin kokusuna dayanamayıp ucundan ısırmaya başladı. Az sonra pideden geriye kokusundan başka bir şey kalmadı.
Oysa İstanbullu Hoca’nın daveti üzerine iftara gidiyordu. Raskolnikov’un da İlay’la beraber geleceğini öğrenmişti. Yol boyunca Deli Gak’ın peşinde olduğunu fark etmedi.
Zongo’nun değirmenini geçtikten sonra dağ yoluna sapınca Leylim Nine ile karşılaştı ve ona Müfettiş Javert’in ne tarafa gittiğini sordu. O da ona onun dün sabah uyandığında kendi kendine bir böceğe dönüştüğünü söyledi.
Rutine dönüşmüş alışkanlıklar bazen bıkkınlık verebilir insana. Sıkıcı gelebilir, hattâ külfete dönüşebilir.
“Amaaan, yine mi?” der içinden kişi. “Hadi bakalım, yine devam aynı şekilde.”
Erindiğini gizlemeye çalışır. Gün gelir, ona da gerek görmez. Ağırlaşır hareketleri, isteksizliği belli olur. Yine de devam eder. Mecburiyettir ne de olsa.
Ne var ki hayat tekdüze gitmez. Bir yerden sonra vaziyet değişir. Değişebilir değil, mutlak değişir.
Külfet gibi algılanan o alışkanlıklar, bıktıran rutinler, yük sanılan davranışlar, bir zaman sonra aranacaktır. Dahası, özlenecektir.
Zaman köşeleri töprüler. Zihin kötüleri geriye iter. İyiler, iyilikler, güzellikler hatırlanır.
Tersi olsaydı, ‘nostalji’ diye bir kavram bulup ortaya çıkarmazdı insan oğluyla kızı. ‘Tahassür’ demeyi kimse akıl etmezdi belki.
Olay İstanbul’da geçiyor. Kadıköy, Caferağa Mahallesi.
Saat 04’ü geçmiş. Kimine göre gecenin geç vakti, kimine göre sabahın erken vakti. Herkese göre gürültü, şamata, eğlence için uygunsuz bir vakit.
Eğlence mekanından dışarı taşmış sarhoşlar, sokakta bağırış çağırış hâlinde.
Üst katlarda oturanlar fena hâlde rahatsız.
Yukarıdaki pencerelerden biri açılıyor, aşağıda bağıranların, böğürenlerin üstüne bir kova su dökülüyor.
Haydaa... Şimdi büyük olay çıkacak derken öyle olmuyor. O bir kova suyun dökülmesi de eğlenceye dâhil ediliveriyor.
Ev ne demek? İnsanın rahat edeceği, dinleneceği, yatıp uyuyacağı, huzur bulacağı yer.
Aşağıda her gece böyle gürültü patırtı varken, sarhoş naraları gelirken, evinde oturan, yatmaya çalışan insan huzur bulabilir mi? Uyuyamaz bile.
Güya saat 02’de eğlencenin bitirilmesi gerekirmiş.
Vatandaşlara soruyorlar “Yukarıdan rahatsız olan biri, bir kova su dökmüş bunların üstüne, ne diyorsunuz?”
Cevap durumu özetliyor: “Az bile yapmış!”
Bunun kanunu bilmemnesi yok mu? Uygulayacak kimseler, manzarayı görmüyor mu?